Kumpas sürecinin en vahşi günleriydi, Silivri cezaevine gitmiştim.

Betondan ibaret kasvetli duvarların arasında, görmeyi düşündüğüm en son şeyle karşılamıştı beni... Çiçeklerle!

Rengarenk çiçeklerden oluşan zarif bir vazo hazırlamıştı, özenle masaya koymuştu, en karamsar olunması gereken mekanda, hayatı adeta kırmızı bir karanfil gibi yakasına takmıştı, güzelleştirmişti.

Her zamanki gibi pırıl pırıl tıraşlı, takım elbiseli, güleryüzlüydü.

Türkiye’nin uluslararası gururu Profesör Mehmet Haberal.

O’nu orada öyle görmek, bu ülkenin yurttaşı olarak, hayatımın en utanç verici anlarından biriydi.



Sonra aynı berbat duyguyu Şirinyer askeri cezaevinde hissettim.

Profesör Tayfun Uzbay.

GATA tıbbi farmakoloji anabilim dalı başkanıydı, şizofreni tedavisinde çığır açan ilaç geliştirmişti, ilacının formülü “milli” kalsın diye, yabancı şirketlerin cazip tekliflerini reddetmiş, Tübitak’la sözleşme imzalamıştı, bunun karşılığında teşekkür olarak, casus iftirasıyla hapse atmışlardı!

O’nu orada, adeta esir tutulduğu demir parmaklıkların ardında gördüğümde, bu ülkenin yurttaşı olarak ne kadar utandığımı size anlatamam.



Sonra maalesef aynı utanç duygusunu Foça cezaevinde bir kez daha yaşadım.

İsviçre Cern’de 8 bin biliminsanının ortak çalışması sonucu, 10 milyar dolara malolan hadron çarpıştırıcısıyla tarihi deneye başlandığı dönemde, Türkiye’nin en önemli astrofizikçilerinden Profesör Rennan Pekünlü’yü yobaz linciyle hapse atmışlardı.



Düşünenlerine pranga vuran, düşünmeyenlerin ülkesi burası.



Profesör Erol Manisalı’yı hapse attılar.

Profesör Fatih Hilmioğlu’nu hapse attılar.

Profesör Kemal Gürüz’ü, Profesör Yalçın Küçük’ü, Profesör Uçkun Geray’ı, Profesör Kemal Alemdaroğlu’nu, Profesör Mustafa Yurtkuran’ı, Profesör Ferit Bernay’ı hapse attılar.

Profesör Yücel Aşkın’ı hapse attılar.

Kemoterapi gören Profesör Türkan Saylan’ın evini bastılar, hapse atmaya çalıştılar, ölümüne sebep oldular.

Profesör Ercüment Ovalı’yı hapse atmaya çalıştılar.

Profesör Erdoğan Teziç’i hapse atmaya çalıştılar.



Aydınlanma meşalesiyle karanlığın üstüne yürüyen, ömrü boyunca Allah ile aldatanlarla mücadele eden Profesör Yaşar Nuri Öztürk’e hapis cezası verdiler.



Profesör Süheyl Batum’u hapse atmaya çalıştılar.

Profesör Ümit Kocasakal’ı hapse atmaya çalıştılar.

Profesör Örsan Öymen’i hapse atmaya çalıştılar.

Profesör Füsun Üstel’i hapse attılar.



Suriyelilere üniversitelerimizde akademisyen olarak kadro verilirken, kaçak Suriyeli kepazeliğini ortaya koyan Profesör Ümit Özdağ’ı hapse atmaya çalışıyorlar.



Tüik’in açıkladığı enflasyon rakamlarının yalan olduğunu ortaya koyan Enag’ın kurucusu Profesör Veysel Ulusoy’u hapse atmaya çalışıyorlar.



Ve, en son...

Profesör Celal Şengör’ü hapse atmaya çalışıyorlar.

ABD Bilimler Akademisi’ne seçilen ilk Türk, Rusya Bilimler Akademisi’ne seçilen ikinci Türk, İngiltere’den Fransa’dan Avusturya’dan İsviçre’den bilim madalyası sahibi.

Adliye koridorlarında süründürüyorlar.



(“Tahsilsiz kesimin ferasetine güveniyorum, ülkeyi ayakta tutacak olan cahil halktır, okuma oranı arttıkça beni hafakanlar basıyor” dersen, “apartmanların çatısına çıkan vatandaşlar alçaktan uçan F16’lara kafa atarak şehit oldu” dersen, “Google’ı padişahımız Abdülhamid han icat etti, ilk kendisi kullandı” dersen, Ayasofya’nın açılışında mesela, Atatürk’e lanet okursan, senden iyi profesör yok.)



Varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Celal Şengör’ün şahsi kütüphanesinde 30 binden fazla kitap var.

Kendisi de popüler bilim, tarih, felsefe, jeoloji konularında 32 kitap yazdı, bunlardan birinin adı, “Newton Neden Türk Değildi?”



E, neden olacak değerli hocam...

Türk olsaydı, bunlar kesin tutuklardı!