Dostu Türkan Şoray ona, ‘Melek yüzlü cadı’ diyor.

Karşılıklı oynamadığı Yeşilçam aktörü yok.

Kamera motor denildiğinde fettan, yuva yıkan, entrikacı, kamera kapanınca söze ‘canım, şekerim, yavrum’ diye başlayan insan.

Kamera önündeki gibi kendi özel yaşamında da tuttuğunu koparan kadın. Ekmeğinin peşinden koşmasını anlatırken, “Ben kendi ekmeğimi yedim... Türkan’ın arkasında Rüçhan Adlı, Fatma’nın (Girik) arkasında Memduh Ün, Filiz’in (Akın) arkasında Türker İnanoğlu vardı. Benim arkamda! Ben her şeyi kendim yaptım” diyor.

Türkiye’nin vamp kadınıydı, açık saçık görüyorduk onu hep. Ama...

Bir röportajda, “Çok küçük yaşlarda girmişsiniz o dünyaya. Kendinizi koruyabiliyor muydunuz” diye sorulunca, hafif sinirlenerek yanıt verdi: “Adana’da çalışıyoruz, Seyhan Barajı’nın orada. Oynadığım jön, ‘Akşam yemeğe çıkalım mı’ dedi. Ne diyorsun lan sen dedim! Eğildim, yerden taşı aldığım gibi kafasına fırlattım...”

Babasını 6 yaşındayken yitirdi. 24 yaşında dul kalan annesi gece gündüz çalışıp 3 kızına gül gibi baktı.

İçine bir sinema sevdası düşmüştü. Bir gün gazetede Metin Erksan filmde oynatacağı 14-15 yaşlarında esmer bir kız arıyor haberini gördü. Annesinden habersiz Duru Film’e gitti. Kabul edildi, yaşı küçük olduğu için annesinden izin alınmalıydı. Yalan söyledi, annemin haberi var dedi. İkna olmadılar, yarın gelip annenle konuşalım dediler. Annesi nasıl olsa işte olacaktı, onlar geldiğinde durumu idare ederim diye düşündü.

Rastlantı bu ya annesi hastalandı işe gitmedi! Kapı çalındı, Duru Film’den gelmişlerdi. Annesi durumu öğrenince, “Benim o...pu olacak kızım yok” diyerek kapıyı yüzlerine kapattı.

Sinema rüyasına ara verdi, 13 yaşında annesi gibi tekstilde çalışmaya başladı.

Sonra bir şekilde tiyatroya başladı. Yeni bir oyun sahnelenecekti. Ona, ‘sen sarı saçlı bir metresi oynayacaksın’ dediler... O gün bugündür sarışın kendisi!

Türkan Şoray’la birlikte oynadıkları bir filmi izlemeye gittiler. Film arasında yaşlıca bir kadın gördü ikisini; Türkan Şoray’a dönüp, “Sana yakışıyor mu bu kadınla birlikte gezmek” dedi!

Rolünü öyle iyi oynuyordu yani...

367 filmde oynadı!

Yıllar sonra bir söyleşide, “Yeşilçam’ın en iyi kötü kadını kim” diye soruldu. Gerçeği söyledi: En iyi kötü kadın I’m!

Onca filmde oynadınız çok para kazandınız mı diye soruldu bir gün, ‘neredeee’ dedi!

Kurtlar sofrasında erkeklerin bile pısıp kaldığı Yeşilçam’da, çarpıcı bir eyleme imza attı. O zamanlar da gazeteci milleti tıpkı bugün olduğu gibi güçlüden yanaydı. Çoğu onun şahane protestosunu haber bile yapmadı.

Yeşilçam patronları tiko para yerine ‘bono’ ile yani uzun vadeli senetlerle iş yapıyordu. Bazıları zamanında ödenmiyordu. O bu duruma isyan etti. 1964’te elindeki ödenmemiş senetlerden bikini yaptı, fotoğrafçılara poz verip şöyle dedi: Biz artistler hayatımızı işte bu gördüğünüz kağıt parçalarına bağlamış durumdayız. Şimdilik anca bikiniye yetiyor! Vadeleri de bir hayli uzun. Elimde 2 sene sonraya vadeli bono var. Vadesinden önce kırsak paranın yarısı tefecilere kalıyor!

Elia Kazan Türkiye’ye gelmişti. Onu izlemiş, beğenmiş görüşmek için haber göndermişti. Büyük bir otelde buluştular. Kazan, “Sizi Hollywood’a götürmek istiyorum. Amerikan İngilizcesi öğrenecek, orada bir tiyatroda 5 yıl çalışacaksın” dedi. O, “Kaç para vereceksiniz” deyince Elia Kazan bastı kahkahayı, “Herkes böyle bir teklife bayılır, sen bir de üstüne para mı istiyorsun” dedi. “Kazan mazan anlamam, ailem için para kazanmam lazım” diye düşündü, ikinci görüşmeye de Amerika’ya da gitmedi.

Şuh kahkaların sahibi, 1997’de aldığı kahredici bir haberle hayata küstü. Beyin kanaması geçiren oğlu Mete’yi kaybetti! Evlat acısı onu yıktı, içine kapandı. Kimselerle konuşmaz oldu, yıllarca kamera karşısına geçmedi.

Evet bildiniz, onun adı Suzan Avcı...

Eninde sonunda iyilerin kazanacağı masaldaki dünya iyisi kötü kadın.

***

Entrikanın ve entrikacıların kol gezdiği, pespayeliğin, şımarıklığın, yüzsüzlüğün arşa çıktığı, bencilliğin diz boyu olduğu, iyi kalmaya gayret eden insanları canından bezdiren iftiracıların adam yerine konduğu, adaletin mumla arandığı, milyonlar aç yatarken birilerinin sürekli semirdiği, hakların çıtır çıtır yenildiği, gözlerimizin içine baka baka türlü yalanların söylendiği, kandırmanın sıradan olay sayıldığı, ‘insana güveneceksin’ diye düşünüp birilerine güvenenlere aptal denildiği, hangi taşı kaldırsanız altından bir kötülüğün çıktığı memleketimizdeki sürekli değişen trişkadan gündemden, ipleri kuklacıların elinde olan kukla halimizden çok sıkıldık.

Sıkılınca, 25 Eylül 1937’de yani bugün doğan Türk sinemasının gelmiş geçmiş en iyi kötü kadını, Suzan Avcı’yı yazayım, iyi ki doğmuşsuzun, iyi ki sinemaya aşık olmuşsunuz, iyi ki 367 filmde ve onlarca tiyatro oyununda oynayıp, bizim Suzimiz olup hayatımıza girmişsiniz demek istedim...

1970 yapımı Yuvasız Kuşlar filminde Ediz Hun, Filiz Akın, Münir Özkul, Ömercik vardı. Suzan Avcı yine kötüydü. Tuzak kurmuş, Ediz hapse düşmüştü. Oğlu Ömercik mahkeme çıkışında yüzüne tükürünce insafa gelip suçunu itiraf etmişti. Hakimin bu ani değişimin nedenini sorduğu sahnedeki repliği unutulmaz...

“Kirli ruhum bir çocuğun tükürüğüyle yıkandı...”



***

O yıllarda, tükürükten yüzü kızaranlar varmış. Ya bugün? Karşılaştığımız kötülükleri, kirli ruhları yıkayıp, hayatımızdan arındıracak ne var?