Hava soğuktu. Kar yağmış, yollar buz tutmuştu. Geceyi yorgan yapmış yataklarına  girmişlerdi. 10 şehrin 13 milyon insanı 100 yılın en şiddetli yer sarsıntısına “altın uykularında” yakalandılar.

Şafağı göremediler.

Enkaza döndü Maraş!

Enkaza döndü Hatay!

Enkaza döndü Adıyaman!

Malatya, Diyarbakır, Şanlıurfa, Kilis, Gaziantep, Osmaniye, Adana, 2 büyük kırılma ve 120’den fazla artçı sarsıntıyla tuz buz oldu. Bu kez “335 atom bombası şiddetinde geldi” deprem, 10 katlı- 15 katlı apartmanları ve lüks görünümlü plazaları yine; cam, plastik, demir, ahşap, beton molozuna dönüştürdü. Binaların bir bölümü de karton kutular gibi yana yatıp birbirine tutunarak ikinci depremi çaresiz beklediler.

Şafak söktü.

Enkaz altındaydılar.

24 saat geçti.

30 saat geçti.

35 saat geçti.

Türkiye “vatandaşını soğukta enkaz içinde dondurarak öldüren ülke olarak” tarihe geçti. Cumhurbaşkanı makamına tahsisli 13 VİP uçağı, her bakanın, her bakan yardımcısının, her yüksek makam sahibi yüksek bürokratın altına verilmiş ve sayısı bilmem kaç bin olan lüks, çok pahalı son model makam Mercedeslerinizi enkaz yanında göremedik.

★★★

Yollar yapmıştınız.

Depreme dayanamadı.

Hava meydanları yapmıştınız. Pistler depreme direnemedi.

Buz kesti.

Kar doldurdu.

Otobanlar tıkandı.

Kapanan yollarda kar kürümeyi bile zamanında yapamadınız. Adana, Osmaniye hariç diğer 8 kente arama kurtarma ekiplerini, itfaiye erlerini, madenci işçileri, AFAD gönüllülerini, battaniye taşıyan kamyonları, sıcak çorba sunmaya gelmiş asil ruhlu insanları zamanında ulaştıramadınız.

Kurtarıcılar!

Kurtarıcı olamadı.

Bebeler, anneler, babalar, kardeşler, büyük anneleri ile dedeleri pijamaları içinde “altın uykularından uyanmış” yardım eli beklerken enkaz altında soğuktan donarak öldüler.

Sizin yüzünüzden!

Deprem enkazından, yer sarsıntısı göçüğünden insan kurtarmak teknik bir işti. Bu teknik işi bilen insanları göçük altında kurtulma bekleyenlere zamanında ulaştırmak gerekirdi.

Ulaştıramadınız.

Yüzyılın ayıbını işlediniz.

21 yıldır kesintisiz iktidar oldunuz. Şehirleri, ilçeleri ile köylerini “depreme dayanıklı kurarak yenilemeniz” gerekirdi. Bile bile kurmadınız. “Kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme” çevirdiniz. Partili müteahhit zengin ettiniz.  Son 20 yılda nerdeyse 20 kez “imar affı” çıkardınız ve son seçimlere giderken yeni bir imar affı çıkartma hazırlığına da girdiniz. İmar affı; deprem alttan 7.7 şiddetinde vurunca içinde yaşayanları enkaz altına alıp öldüren binaları yapanları, satanları, alanları, içinde oturanları yani “şehre savaş açmış katil sürüsü suçluları affeden” bir ihanetti.

Şehre ihanet ettiniz.

Betonla zenginleştiniz.

İşte bu son depremde de yine aynı sonucu gördük: 10 şehrin hepsinde; deprem yönetmenliğine uyularak dikilmiş binalar ayakta kaldı, diğerleri yıkıldı.

Ranta taptınız.

Vicdanınız sıvıştı.

Yerbilimcilerin söyleye söyleye dilinde tüy bitti. Onları dinlemediniz. Şehirleri yenilerken bilim ve teknolojiye sırtınızı döndünüz, insanları siz öldürdünüz.

★★★

Devlet Hastanesi binası!

Depreme dayanamadı.

Çöktü.

Şehir Hastanesi binası!

Sarsıntıya direnemedi.

Çöktü.

Polis merkez binası!

7.7’ye dayanamadı.

Çöktü.

Hava meydanı pisti.

7.6’ya direnemedi.

Un ufak oldu.

Savcıların binası çöktü.

Yargıçların binası çöktü.

6 katlı belediye binası!

O da çöktü.

İtfaiye binası çöktü.

AFAD binası bile çöktü.

Hava yardım koridoru hemen kurulabilmeliydi. Uçaklar, helikopterler, IHA’lar, TSK’nin doğal yardım timleri,  sahra hastaneleri depremin vurduğu andan en fazla bir saat içinde çalışıyor, işliyor, kurtarıyor, kucaklıyor olmalıydı. Mehmetçik kışlasından yıldırım hızıyla çıkıp enkaz altında hayatta kalmaya uğraşanlara kurtarıcı olabilmeliydi.

Başaramadınız. İletişim hatları çöktü. Telefonlar çalışmadı. Enkazdan sağ çıkanlara şehirlerde sıcak bir toplanma merkezi bile sunamadınız. Depremden sağ kurutulan insanlar yanlarında bebeleri, soğuktan donmamak için kendi otomobillerinde nöbetleşe ısınarak hayata tutunmaya vidalandılar, onlara benzinsiz kalma korkusunu da siz yaşattınız.

★★★

Bütün dünya izledi.

Can pazarı yaşadık.

Yıkım molozu altında kalmış babasına; “Nefesini tüketme baba... Sen sadece sabret babam... Biz buradayız... ” diye yaşama umudu aşılamaya çalışan evladı ve ağlayan seslenişle; “Yenge... Cevap ver neredesin... Duyuyorsan cevap ver yengem...” diye çırpınan  yakın akrabayı gördük. Biz sizin lüks VİP uçaklarınızı, makam Mercedeslerinizi enkaz yığınları yanında göremedik.