Tüm öngörüleri doğru çıkan bilge diplomat Şükrü Elekdağ ile yaptığımız röportajın dünkü bölümünde Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Harekâtı’nın son durumuyla ilgili çarpıcı bir analiz yer almıştı.
Sayın Elekdağ aynı bölümde Türkiye’nin Suriye rejimi ile derhal ilişkiye girmesi ve çok yönlü bir işbirliği yapmasının gerekli olduğunu belirtti.
ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’un Ankara ziyareti, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, “Türk-Amerikan ilişkilerinin çok kritik bir dönemden” geçtiğini belirttiği ve “Ya ilişkileri düzelteceğiz, ya da bu ilişkiler tamamen bozulacak” diyerek krizin endişe verici boyutunu tanımladığı bir ortamda gerçekleşti. Tillerson, Ankara’ya gelişinden hemen önce ziyaretinin amacını, “Türkiye’nin meşru güvenlik kaygılarını anlıyoruz, beraber çalışmanın yollarını arayacağız, işbirliğini konuşacağız” diyerek açıklamıştı.
* * *
UĞUR DÜNDAR (U.D): Sayın Elekdağ, Ankara görüşmeleri, Türkiye’nin güvenlik kaygılarının giderilmesine ve karşılıklı güvene dayalı bir işbirliği ortamının yaratılmasına yol açtı mı?
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E): Sorunuzu yanıtlamak için, görüşmelerden sonra tarafların ortak açıklamalarının değerlendirmesini yapmak lazım. Ancak bundan önce görüşmelerin garabet arzeden şeklinden söz etmek istiyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Dışişleri Bakanı Tillerson arasında 3 saat 15 dakika süren görüşmeye sadece Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu katıldı. Toplantıya tercüman ve not tutacak kâtip alınmadı. Tercümanlığı bizzat Çavuşoğlu yaptı. Normal olarak, devlet başkanı düzeyinde yapılan resmi görüşmelerde tercümanlık işi uzman bir görevli tarafından yapılır ve görüşmeler bir kâtip tarafından son derece dikkatli bir şekilde kayıt altına alınırdı. AKP iktidarında bu ananeye çoğu zaman uyulmadığını görüyoruz. Anlaşılan bu toplantıda son derece kritik önemde meseleler tartışılacağı ve herhalde pazarlık yapılacağı için görüşmenin azami mahremiyet içinde ve kısıtlı katılımla yapılması kararlaştırıldı. Ancak bu, kabile devletlerine has bir tutumdur. Tillerson görüşmeleri yazılı olarak devletine rapor etmiştir. Türk tarafında ise devlet ne konuşulduğundan bihaberdir! Hiçbir kayıt, kuyut yoktur. Bu tutum devlet ciddiyetiyle bağdaşır mı? 17. asrın Fransız Kralı 14. Louis gibi, Erdoğan da bu davranışıyla “Devlet benim - l’Etat c’est moi” demiyor mu?
(U.D): Herhalde Cumhuriyet döneminde bunun bir örneği yoktur...
O GÖRÜŞMEDE DAĞ FARE DOĞURDU
(Ş.E): Yoktur!.. Beştepe toplantısının ertesi günü yapılan iki saatlik Çavuşoğlu- Tillerson görüşmesinden sonra bir ortak bildiri yayınlandı. Beş saat süren görüşmelerin ürünü olması lazım gelen bu bildiride Türkiye ile ABD arasındaki sorunların çözümüne ilişkin ciddi ipuçları olacağını düşündüm. Ancak bulamadım. Ortak açıklamada, oluşturulacak çözüm mekanizması -veya çalışma gurupları- dışında hiçbir somut vaat, yükümlülük yok!.. ABD, Türkiye’nin meşru müdafaa hakkını tanıyarak Afrin harekâtını kabullenmiş görünüyor. Ancak, PYD/PKK’ya gönderilen silahların geri alınacağı hususunda Türkiye’ye verilen sözler unutulmuş. Tillerson, “Bundan sonra silah vermeyeceğiz” yolunda bir açıklama dahi yapamamış!.. ABD’nin Menbiç konusundaki taahhütleri de es geçilmiş. Fırat’ın doğusunda ABD tarafından kurulmaya başlanan ve PKK/PYD’yi barındıracak olan garnizon devletten Türkiye’ye yönelen tehdit konusu ele alınmamış... Oysa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın “Ey Amerika!..” diye haykırarak Türkiye’nin bekasına yönelen tehdidin buradan kaynaklandığını Türk Milleti’nin beynine kazıdığı onlarca açıklaması var. Ama bu hususun bir talep olarak bile açıklamada yer almamış olması hayret verici. “Dağ fare doğurdu” deyimi bu ortak açıklamanın “hali pür melalini” yansıtıyor. Hiçbir ilerleme kaydedilmemiş, sorunların dondurulmasıyla yetinilmiş.
(U.D): Peki bunca efelenmeden sonra bu denli bir yumuşama neden ileri geliyor?
(Ş.E): O efelenmeler, meydan okumalar iç tüketim için. Hükümet, seçim sathı mailine girmiş görünüyor. Başaşağı giden kırılgan ekonominin dışardan gelecek hamlelerle zorlanması istenmiyor. Bu nedenle, Tillerson’la görüşmelerde, ABD ile ilişkiler mümkün olduğunca yumuşatılmaya, Hakan Atilla davası ve S-400’ler nedeniyle Türkiye’ye kesilecek cezaların yıkıcı olmasının önlemesine çalışılmış. Menbiç dahil sorunlar, çalışma guruplarına havale edilmiş.
(U.D): Ama PKK/PYD’ye yönelik ABD politikasında bir değişiklik yok değil mi?
ZAFERE ULAŞSAK BİLE TEHDİT DEVAM EDECEK
(Ş.E): Evet yok!.. Türkiye Afrin’de kesin bir zafere ulaşsa dahi, Fırat’ın doğusundan kaynaklanan tehdit Türkiye’yi hedef almaya devam edecek. ABD Fırat’ın doğusunda bir PKK/PYD garnizon devleti kurmaktan vazgeçmiyor. Ayrıca ABD, Suriye’de bir “cephe gücü” olarak gördüğü YPG’yi de terk etmiyor!..
(U.D): Oysa Cumhurbaşkanı sürekli Fırat’ın doğusundaki tehdit unsurlarının da temizleneceğini söylüyor. Bu da, ABD’nin kontrolündeki garnizon devletin ortadan kaldırılacağı anlamına geliyor... Peki bölge PYD’den nasıl temizlenecek?
SURİYE İLE ANLAŞMAK ULUSAL ÇIKAR GEREĞİDİR
(Ş.E) Önceki söyleşimizde temas ettiğimiz bu konuya biraz daha açıklık getirmekte yarar var. Evvela, ABD’nin işgalindeki bu toprakların Suriye Devleti’ne ait olduğunun ve buraların kurtarılmasının öncelikle Suriye Devleti’nin sorumluluğu ve görevi olduğunu belirtmemiz lazım. Türkiye bu hususta Suriye’ye yardım etmelidir. Bunun için de Suriye ile uzlaşması ve askeri işbirliğine girmesi zorunludur. Başka bir yol ve yöntemle, Fırat’ın doğusundan Türkiye’ye yönelen tehditle mücadele etmek ve önlemek mümkün değildir!.. Bu nedenle, Türkiye’nin Suriye rejimiyle etkin ve çok yönlü bir işbirliğine süratle girmesi gerekmektedir. Ayrıca böyle resmi bir ilişki, Türk askerinin Suriye topraklarında bulunmasına meşruiyet kazandıracak, Afrin harekâtı nedeniyle Türkiye’ye sivil zayiat ve insani sorunlar nedeniyle yöneltilecek eleştirilerin asgariye inmesine yol açacaktır. Bu şekilde hareket edilmezse, dış siyasi baskılar nedeniyle Afrin harekâtının tehlikeye düşmesi riski artar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu gerçekleri görerek acilen Suriye rejimiyle resmi anlaşma ve işbirliği kararını alması, yüksek ulusal çıkarlarımız gereğidir. Bu hususta ayak sürümenin vebali büyüktür!..
Ortadoğu’da her an bir savaş başlayabilir
(U.D): Söyleşiden önceki görüşmemiz sırasında Ortadoğu’da her an bir savaş çıkma ihtimalinin bulunduğunu söylemiştiniz.Bunu biraz açar mısınız?
(Ş.E): Bölgede her an birbiriyle sıcak çatışmaya girebilecek iki ittifak var: Bunlardan birincisi, Tahran-Şam-Beyrut- Hizbullah-Gazze’den oluşan anti-Siyonist ittifak, diğeri ise ABD ile İsrail’in oluşturduğu Siyonist ittifaktır. Suudi Arabistan tarafından da desteklenen Siyonist ittifakın temel amacı, İsrail için tehdit oluşturan Tahran- Şam- Hizbullah- Gazze ittifakının önünü kesmek, bölgede hegemon bir güç olarak yükselen İran’ı kuşatmak ve yayılmacılığını engellemektir. Siyonist ittifakın bir amacı da, İsrail’in kontrolündeki Golan Tepeleri’ni koruyacak 40 km. derinlikte bir tampon bölgeyi Suriye topraklarında oluşturmaktır.
(U.D): Bu gelişmelerin konumuzla ilişkisini netleştirir misiniz?
ABD, İRAN’I ALENEN TEHDİT ETMİŞTİR
(Ş.E): İlişki, ABD ve İsrail’in, Fırat’ın doğusunda kurma yolunda oldukları garnizon devleti, İran’a karşı uygulayacakları askeri operasyonların merkezi olarak kullanmayı öngörmelerinden kaynaklanıyor. Savaş sonrasında, İran üzerindeki denetimin de buradan yürütülmesi planlanıyor. ABD’nin İran’ı vuracağı hakkındaki spekülasyonların son 40 yıllık dönemde zaman zaman gündeme geldiğini, lakin kısa bir süre sonra unutulduğunu gördük. Ancak bu sefer durum çok daha değişik ve ciddi görünüyor. Nitekim, ABD Ulusal Güvenlik danışmanı McMaster, 2018 Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada, bölge için ciddi bir tehdit oluşturan İran’ın askeri gücünü ve bölgesel ağını devamlı artırdığını belirttikten sonra, “Şimdi İran’a karşı harekete geçmenin zamanının geldiğini düşünüyoruz” diyerek, İran’ı alenen tehdit etmekten de öte, bir tür ültimatom vermiştir. Bu nedenle İsrail’in tampon bölge projesinin gerçekleştirilmesine Suriye ile İran’ın güçlü bir fiili direniş göstermeleri halinde, bu durumun söz konusu iki ittifak arasında savaşa yol açması kaçınılmaz olabilir. Suriye’deki dengeleri altüst edecek böyle bir gelişmenin, Suudi Arabistan’ı da içine çekerek, ABD ile İsrail’in İran’la büyük hesaplaşmasına dönüşmesi güçlü bir ihtimaldir.
- BİTTİ -