Karşımda ABD’nin en ünlü muhafazakâr televizyon sunucusu, siyasi yorumcu, köşe yazarı ve Fox News’de 2016 yılından beri yayınlanan politika programının yapımcısı: Tucker Carlson...
Diğeri, Trump’ın yerine Cumhuriyetçilere yeni ses, yeni soluk getirmesi beklenen, Teksas senatörü. 2016 ABD başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti’den aday adayı oldu. Princeton Üniversitesi ve Harvard Hukuk mezunu... Senatör Ted Cruz.
★★★
Parti içi birçok konuda Trump’ın gölgesinde kalmış, ama onun en sadık müttefiklerinden biri olmuş bir isim.
Cruz, ön seçimlerde Trump’a rakip olmuştu. Ancak yarış bittikten sonra, Trump’a tam destek veren ilk senatörlerden biri oldu.
Trump başkan olduktan sonra da gerek Senato’daki oylamalarda gerek TV’lerdeki savunmalarıyla onun en sadık siyasi yoldaşlarından biri hâline geldi.
★★★
Carlson, Cruz’u ağırlıyor şovunda. İsrail-İran savaşını konuşuyorlar. Sonra birden yukarıda saydığım o saygın havalı özgeçmişlerin hiçbir öneminin kalmadığı bir noktaya evriliyor konuşma.
★★★
Amerikan siyasetinin önde gelen ismi Senatör Ted Cruz, lafa başlıyor: “Biliyorsun, bu şey daha çocukken pazar ayinlerinde öğretilirdi bize. İncil’de açıkça yazar: İsrail’i kutsayanlar kutsanır, lanetleyenler lanetlenir.”
Tucker Carlson: Tamam ama bu ifade tam olarak İncil’in neresinde geçiyor Sayın Senatör? Ben Hıristiyan inancından geliyorum, böyle bir şeyi hatırlamıyorum.
Cruz: Genesis’te. Yani Yaratılış bölümünde. Tanrı’nın İbrahim’le yaptığı antlaşma.
Carlson: Ama siz şimdi Amerikan dış politikasını Tanrı’nın binlerce yıl önce İbrahim’le yaptığı varsayımsal bir anlaşmaya mı dayandırıyorsunuz?
Cruz (ses tonu daha da keskinleşerek): İnanıyorum ki bu antlaşma geçerliliğini yitirmedi. Tanrı’nın sözü baki.
Carlson (alıntıyı vurgulayarak): Ama siz diyorsunuz ki, İsrail’i kutsayan herkes kutsanır, lanetleyen lanetlenir. Bu dış politika değil ki, bu teolojik kadercilik. Biz Amerikan halkının güvenliğini kutsal kitap yorumu üzerinden mi inşa ediyoruz?
Cruz: Bak Tucker, İsrail Amerika’nın en güçlü müttefiki. Onların güvenliği bizim güvenliğimiz.
Carlson: Ama siz bana güvenlikten değil, inançtan söz ediyorsunuz.
★★★
Ve bu konuşmanın üzerinden 24 saat geçmeden Trump, İran’ı vuruyor.
Bu yalnızca bir askeri refleks değil; aynı zamanda evangelist doktrinle beslenen bir siyasi ittifakın sonuçları.
Trump ile Ted Cruz, yalnızca Cumhuriyetçi kimlikte değil, kutsal metinlere dayalı bir dış politika anlayışında da birleşiyor.
Evangelizme göre:
Tanrı, Yahudilere vaat edilmiş toprakları geri verecek.
- Bu süreçte İsrail’in tüm sınırları korunmalı.
- Kudüs, dünya üzerindeki kutsal merkezdir.
- Mesih’in dönüşü ancak İsrail’in zaferiyle mümkün olacaktır.
- Bu uğurda çıkacak savaşlar, ilahi planın parçasıdır.
Yani, bir Evangelist için Orta Doğu’daki savaş sadece jeopolitik değil, teolojik bir zorunluluktur.
Tıpkı Senatör Cruz’un dediği gibi: “Tanrı’nın sözü baki.”
Cruz’un inandığı Tanrı’nın sözü, Trump’ın siyasi kararlarını meşrulaştıran bir zemine dönüşüyor. Ve Trump gibi isimler için bu söz, anayasa ya da BM kararlarından daha bağlayıcıdır.
İkisi de Orta Doğu’da İsrail’in “ilahî görevi” olduğuna inanıyor, biri inançla, diğeri oy hesabıyla.
★★★
Ve işte orada, Cumhuriyetçi Parti’nin parlayan yıldızı ile sağın en etkili ekran yüzü arasında geçen bu diyalogda, bir ülkenin dış politikasının Tanrı’nın göksel vaadine dayandırıldığı itiraf ediliyor.
Dünya nükleer savaşın eşiğindeyken kararların Pentagon’da değil, pazar ayinlerinde alındığı ayan beyan açığa çıkıyor.
Tanrı söylemiş, Trump vurmuş yani. Vay arkadaş. Ne kafalara kaldı koca dünya!