Çamlıca Tepesi’ne, Taksim’e, Levent’e büyük pahalı camiler yapıp Müslüman ülkelerde dolar arar duruma düşmek bir yenilmişlik duygusu uyandırıyor ama sonuçta “görkemli görsel sahneleri izleme fırsatı” da yaratıyor.
Çok renkli.
Parlak ışıklı.
Tantanası bol.
Bir gezi oldu.
Bizim Cumhurbaşkanı 200 işadamını, bakanları, parti önde gelenlerini; 3 uçak dolusu devlet seçkinini yanına alıp 3 Müslüman ülkeye “asset satmaya” gitti. “Asset satmak” benim siz okurlara İngilizce de bildiğimi sokuşturmak için uydurduğum bir böbürlenme deyimi değil. Asset: Kıymetli varlık demek. Cumhurbaşkanın kendisi geziye başladığı gün havaalanında gazetecilere; “satacağımız bazı assetler var” demişti.
Asset satmaya gittik.
Gizli hasetlik gördük.
★★★
Dünya kupası sırasında ünlü futbolcu Lionel Messi bir futbol topunu imzalamış Katar Emir’ine hediye etmiş, o da topu iki liderin resmi buluşma töreninde bütün dünya TV’lerinin canlı yayınında bizim Cumhurbaşkanı’na gösterdi.
Ne alaka!
Biz dolar arıyoruz!
O, top gösteriyor!
Sağır sultan duydu; Türkiye evindeki enflasyon yangınını söndürmek için taze dolar bulmak zorunda. Cumhurbaşkanı, NATO toplantısını fırsat yapıp dün “emperyalist düşman” ilan ettiği ABD’ye ve AB’ye yeniden yakınlaşma ve hemen ertesinde de sayısız defa “FETÖ destekçisi” diye öfkelendiği petrol doları zengin Arap ülkelerine “assset satma” yıldırım ziyaretine çıkmasının amacı dış kaynak bulup, rezervi yükseltmek. Bu somut gerçeğin penceresinden bakınca; ülkenize dolar aramaya gelmiş Türk Cumhurbaşkanı’nın eline “imzalı top vermek aslında şuur altına gizlenmiş kör bir hasetliğin” dışa vurması. Türkiye’nin ulaştığı refah ve üstünlüğü çekemeyip, kıskanmanın dik alası.
★★★
Büyükelçiler.
Diplomatlar.
Davranış bilimcileri.
Nezaket, terbiye, görgü kuralı analizcileri konuşsunlar. Arap ülkesinin lideri, dolar aramaya gelmiş Türk Cumhurbaşkanı’na; 90 dakika boyunca milyon kere tekme yemiş bir “meşin yuvarlağı göstermesi” Türkiye’ye karşı tarihten gelen gizlenmiş bir kıskançlık, çekememezlik ve hatta “aradığı doları bulamayıp iyice bocalayıp batmasını” arzu etmek değilse nedir?
Bunlar dost mu?
Stratejik ortak mı?
Tarihi kardeş mi?
Üç ülkeye gidildi.
Uçaklardan inildi. Saraylara toplu olarak varıldı. Milli marşlar okundu. Ulusal bayraklar direklere çekildi. Tören kıtası selamı yapıldı. Heyetler Emirlere tanıştırıldı. Bizim Cumhurbaşkanı yanında götürdüğü Togg otomobilini Emirlere hediye verdi. Emirler de Cumhurbaşkanımıza devlet nişanı taktılar. Toplamı yaklaşık 100 milyar doları bulan anlaşmalar imzalandı. Anlaşmaların; altyapı, inşaat, mühendislik, metalurji, çevre, tarihi miras, turizm, yenilenebilir enerji, petrol-petrokimya, karbon ekonomisi, madencilik konularında yapıldığı açıklandı. Bir tek somut satışın Cumhurbaşkanı damadının şirketinin ürettiği İHA oldu, onunun da Türkiye’ye kaç dolar getireceği söylenmedi. Biz Türkiye olarak 3 Arap ülkesine neyi ne kadar satacağız da “eriyen döviz rezervimizi yeniden 128 milyar dolara” getireceğiz, açıklanmadı.
★★★
Hem Osmanlı dönemi ve hem Cumhuriyet dönemi tarihi bize şunu gösterdi. Ancak ve ancak sanayi mallarını kendi fabrikalarında yüksek yerli içerikle (muhteva ile) üretip satarsan dış paraya, dış borca ihtiyacın olmuyor. Rezerv birikimini ancak ve ancak sanayi mallarını dışa satarak yapabiliyorsun.
Son 20 yıla bakın!
Ne olmuş, görün.
Eski DPT Müsteşarı Bilsay Kuruç’un “Seçimden Sonra (2)” başlığını koyduğu yazısında; Oktay Küçükkiremitçi ile Ömür Genç adlı 2 araştırmacının “Türkiye’nin son 20 yılında sanayi yapısı” adlı çalışmasından alıntı yaparak özet bilgiler yazdı.
20 yıl akıp geçti.
Sanayi yapısı değişmedi.
Döviz yutarak.
Rezerv tüketerek.
Çalışmayı sürdürüyor.
Türkiye’de 2003 yılında: Üretim payları açısından ilk beş sırada gıda, tekstil, giyim, ana metal ve otomotiv sektörleri varmış. 2021’e gelince: yine ilk beş sırada gıda, tekstil, ana metal, otomotiv yer almış. Giyim çıkmış. Yerine metal gelmiş.
Üretim dışa bağımlı.
Döviz yutuyor.
En çok ithalat yaparak üretimini sürdüren ilk 5 sektör ise; 2003 yılında kimyasallar, makine, ana metal, otomotiv, elektronik olmuş. 2021’e gelince yine aynı sektörler en yüksek ithalata bağımlı yapılarını sürdürmüşler.
2003’de sanayinin:
Yüzde 41.9’u:
Düşük teknoloji.
Yüzde 20.3’ü:
Orta-düşük.
Yüzde 26.3’ü:
Orta-Yüksek.
Sadece yüzde 3.5’i:
Yüksek teknoloji.
2021 yılına gelinmiş.
Yüzde 35.1’i:
Yine düşük teknoloji.
Yüzde 36.4’ü:
Yine orta-düşük.
Yüzde 25.4’ü:
Yine orta-yüksek.
Sadece yüzde 3.1’i:
Yüksek teknoloji.
Son 20 yılda iktidar sanayimizin ithalata yani dövize bağlı yapısını değiştirecek adımlar, planlamalar, paketler, teşvikler, özendirmeler, yönlendirmeler gösteremediği için Türkiye “rezervini eriten döviz darboğazına girip enflasyon yangını yaratan” ülke olmaktan çıkamadı. Bilsay Kuruç, yukardaki tabloyu yorumlayarak; “Son 20 yılda bir tek (evet tek) değişim düşük teknolojik yapıdan orta düşük teknolojik yapıya doğru oldu. Niçin? Çünkü orası emek yoğun (düşük maliyet) ve sektör karlığının ötekilere göre çok hızlı arttığı alan olduğu için” diye yazdı.
★★★
Top yuvarlaktır.
Asset satmaya gittik.
İmzalı top gösterdiler.
Gizli hasetlik bu.