Yıldızsız, simsiyah bir geceydi.

Birden gökyüzüne doğru havalanan kanatlı kızıl alevler gördüm.

Koştum, koştum.

Gökyüzü kıpkızıldı.

Kıpkızıl alevlere, denizden esen rüzgârın getirdiği mavi karışıyordu.

Fenerbahçe’nin evi yanıyordu. Fenerbahçe’nin o güzelim renkleri, alevlerin kızılına, kara dumanların isine boyanmıştı.

O yangının içinden geçtim. Kapkara, kömürleşmiş eşyalar. Yanmış kupalar... Formalar, potinler... Hatıralar, hatıralar, hatıralar... Tarihsel fotoğraflar... Tüm spor branşlarına ait malzemeler... Kulübün evrakları, kütüphane ve mobilyalar çığlık çığlığa yanıyordu.

Toprak öylesine sıcaktı ki üstüne basılamıyordu. Kuşdili, bir cehennem kayasına dönmüştü. Yüreğimde öyle bir yangın vardı ki bedenimdeki acıyı hissetmiyordum. Alevlerin arasında yürüyordum. Tek düşüncem, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın kulübü ziyaretinde şeref defterine yazdığı o tarihi yazıyı kurtarmaktı. Sanki rüyada gibi o yazıyı sayıklıyordum:

“Fenerbahçe Kulübü’nün her tarafta beğenilip değer verilen, ortaya çıkmış eser ve çalışmalarını duymuş ve bu kulübü ziyaret edip bu işte emeği, yardımı olanları tebrik etmeği görev edinmiştim. Bu görev ancak bugün yerine getirilebilmiştir. Takdir ettiğimi ve kutladığımı buraya kaydetmekle övünüyorum. ORDU KOMUTANI M. KEMAL 3.5.1918”

Fenerbahçe’nin hatıralarının, kahramanlıklarının içinde yanacak kadar gözüm kara, alevlerin arasında dolaşıyordum... Fenerbahçe’ye ve Atatürk’e olan sevdamın ve tutkumun yanında yangınlar içinde yanmanın ne önemi vardı.

Ahhh avuçlarımla söndürebilsem, ayaklarımla bastırabilseydim o yangını. Tek düşüncem Atatürk’ün o muhteşem yazısının bulunduğu hatıra defterini kurtarabilmekti.

Güçlü alevler şimşekler gibi yalıyordu ellerimi, ayaklarımı, gözlerimi. Yanıyordum, ateşin kokusunu duymadan yanıyordum.

Ulu Önder Atatürk’ün Fenerbahçe şeref defterindeki hatırası…

Hatıra defterini gördüm sonunda, alevlerin içinde bir altın levha gibi parlıyordu. Aldım elime. Açtım baktım, Aziz Atatürk’ün yazısına bir şey olmuş mu diye... Öylece ilk günkü gibi duruyordu. Gözyaşlarım alevden damlalar gibi düştü önüme. Kutsal bir emanet gibi göğsüme sardığım Atatürk’ün yazısı olan hatıra defteriyle, bir rüzgâr gibi çıktım yangından... (Sevdamız Fenerbahçe- Uğur Dündar, Kırmızı Kedi Yayınevi) 

★★★

Kadıköy denilince akla Fenerbahçe gelir.

Kulübün adıyla ilçe adeta özdeşleşmiştir.

Ancak Kadıköy’de Galatasaray Kulübü’nün tesisleri de bulunur. Hem de Fenerbahçe’nin Faruk Ilgaz Tesisleri ile yan yana!..

Fenerbahçe Atatürk Stadyumu’nun girişinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, karşısındaki Yoğurtçu Parkı’nda da Fenerbahçe efsanelerinin; Lefter Küçükandonyadis, Can Bartu ve Alex de Sauza’nın heykelleri yükselir. Stadyumun diğer cephesinde de bu yıl 10 Kasım günü Başkan Ali Koç ile Kadıköy Belediye Başkanı Şerdil Dara Odabaşı tarafından açılışı yapılan dev Atatürk resmi göz kamaştırır.

Kalamış’ta ise tüm kulüplerin taraftarlarının gönlünde taht kurmuş “Taçsız Kral” olarak anılan Galatasaraylı Metin Oktay’ın heykeli vardır...

“Taçsız Kral” Metin Oktay’ın heykeli  Kalamış’ta… Oktay, Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısıydı.

O heykelde Metin Oktay’ın Atatürk’e sevgisini ve saygısını anlatan şu sözleri yer alır:

“Yazı tura atıldığında ben hep tura derim. Varsın gelmesin! Benim tek derdim, Mustafa kemal Atatürk’ün yüzü yere gelmesin!..”

Metin Oktay sadece muhteşem bir gol kralı değildi, gerçek bir Atatürk ve Cumhuriyet sevdalısıydı.

★★★

Suudi Arabistan’da oynanması planlanan Süper Kupa final karşılaşması öncesi, Suud yetkililerin her iki takım oyuncularının Atatürk portresini taşıyan 100. yıl formalarıyla ısınmaya çıkmalarını, Fenerbahçe’nin seremonide Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” sözlerinin yazılı olduğu, Galatasaray’ın ise “Ne mutlu Türk diyene” pankartıyla katılmalarını engellemeleri üzerine, Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ve Galatasaray Başkanı Dursun Özbek’in bu dayatmayı protesto ederek maçı oynamadan yurda dönmeleri muazzam takdir topladı.

Yeri gelmişken petrol zenginliğinden aldıkları güçle Atatürk’ün ve Türk’ün adını sileceklerini zanneden bedevilerin kimler olduğunu da anlatayım:

Londra’daki Kraliyet Savaş Müzesi’nde (Imperial War Museum) sergilenen silahlardan biri, üzerindeki irili ufaklı çok sayıda çentik nedeniyle, ziyaretçilerin hemen dikkatini çeker.

Londra’daki Kraliyet Savaş Müzesi’nde bulunan Osmanlı’ya karşı isyanda kullanılan piyade tüfeği.

★★★

“Lee-Enfield Rifle, 7.7 mm” etiketiyle tanıtılan bu piyade tüfeği, Çanakkale Savaşları sırasında İngilizlerden ele geçirildikten sonra Harbiye Nazırı Enver Paşa’ya hediye ediliyor. Enver Paşa da Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’e gönderiyor. Silahın son sahibi kim biliyor musunuz?

Şimdi sıkı durun!

“Arabistan Kahramanı” olarak ünlenen İngiliz casusu Lawrence!..

★★★

Çentikli tüfeğin tüyler ürperten öyküsü de Lawrence’ın eline geçmesiyle başlıyor!..

1’inci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu Mekke ve Medine gibi kutsal şehirlerin savunması için Cemal Paşa’yı görevlendiriyor. Hicaz’da ise Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in sülalesinden geldiklerini iddia eden Şerif ailesinin hakimiyeti sürüyor. Hicaz kutsal bir yer olduğundan Osmanlı’ya vergi ve asker vermiyor, buna karşılık Osmanlı Hazinesi’nden sürekli altın çekiyor! Hicaz’ın istediği altınlar, padişahın özel hediyeleriyle birlikte Saray’dan Surra Alayı adı verilen birlikler ve törenlerle yollanıyor. Şerif ailesi mensupları yaz aylarını Boğaziçi’ndeki muhteşem yalı ve köşklerde geçiriyorlar. Yani Osmanlı Sarayı’nca adeta baş tacı ediliyorlar...

★★★

Ama gelin görün ki Saray’ın bir dediğini iki etmediği bu aile, 2 Haziran 1916 günü, yukarıda anlattığım tüfeği ateşleyerek Osmanlı’ya karşı isyan başlatıyor. Sonra da silah, isyanın anısı olarak casus Lawrence’a hediye ediliyor.

★★★

Dipçikteki bazıları büyük, bir bölümü de küçük olan çok sayıdaki çentiğin dehşet verici hikayesine gelince...

Müzedeki resmi kayıtlara göre; büyük çentikler bizzat Lawrence’ın sıktığı kurşunlarla şehit düşen Türk subaylarını, küçük çentikler ise şehit edilen rütbesiz Türk askerlerini gösteriyor!

Böylece Lawrence bir bakıma Çanakkale’nin intikamını almış oluyor!..

Giderek yayılan Hicaz kalkışması öylesine vahşi bir isyana dönüşüyor ki asiler, Mekke’de hastanede yatan Türk askerlerini hasta yataklarında bile şehit etme acımasızlığını gösteriyorlar.

★★★

Buna karşılık Fahri Paşa komutasındaki bir avuç Türk askeri Peygamberimiz Hazreti Muhammed’in kabrini, onun sülalesinden geldiklerini söyleyip emperyalistlerle iş birliği yapan, sırtlarını İngilizlere dayayıp Osmanlı’yı sırtından hançerleyen hainlere karşı korumak için I. Dünya Savaşı’nın en zorlu mücadelelerinden birini veriyorlar...

Ve canları pahasına sürdürdükleri bu mücadeleyi insanın okurken gözlerini yaşartan bir marşla anlatıyorlar.

“Bırakmayız Medine’de yatanı, can veririz, kurtarırız vatanı...”

★★★

Çentikli tüfeğin kan donduran hikâyesi işte budur!

O tüfek, Çanakkale’de İngilizlerin başını çektiği tarihin en büyük emperyalist saldırılarından birini, Anafartalar kahramanı olarak ünlenen Mustafa Kemal’in komutasında, bedenini siper ederek, can vererek durduran kahraman vatan evlatlarımızca ele geçirildikten sonra Hicaz Emiri’ne gönderilen, onların da kalkışmada İngiliz casusuna vererek, Türk askerlerini şehit etmesini sağladıkları Arap ihanetinin simgesidir.

Bedevilerin dayatmalarına hâlâ bir anlam veremeyenler, hatta şaşıranlar varsa, bu tüfeğe ve üzerindeki çentiklere iyi baksınlar.

Onların gerçek yüzlerini apaçık görürler!..

★★★

Atatürk’ün büyüklüğüne bakın ki, burada yan yana gelemeyen Fenerbahçe ve Galatasaray’ı Arabistan topraklarında bir araya getirmeyi başardı!..

Hepinize güzel seneler dilerim...