Putin Trump’ı Ukrayna bataklığında oyalarken, Avrupa’nın kuzey sınırlarında sessiz sedasız yeni cepheler açıyor. The Wall Street Journal’ın Helsinki merkezli istihbarat haberi, Kremlin’in Finlandiya, Norveç ve Baltık sınırlarında 4 yeni üs kurduğunu ve NATO’ya karşı hazırlık yaptığını ortaya çıkardı. 

★★★

Şöyle özetleyelim: 

Putin, “Sınırlarımı çitle çevirip çiçek ekeceğim” demiyor. 

Çiçek yerine tank dikiyor.  

Asker sayısı: 1 milyon iken şimdi 1.5 milyona çıkarılıyor. Orduya yazılan her askere tek seferlik 20 bin dolar prim ödeniyor. Her ay 30 bin Rus genci askere yazılıyor.  

Tank üretimi: 2021’de yılda 40 tank (T-90M) iken, şimdi 300’e yaklaştı. Ve bu tankların hiçbiri Ukrayna cephesine gönderilmiyor.  

Askeri harcama: GSYİH’nin %6’sı. (Karşılaştırmalı olarak ABD %3.4, AB ortalaması %2.1). 

Topçu mühimmat üretimi: %20 artmış durumda. 

Yeni üsler, yeni ray hatları Finlandiya’yı 12 koldan işgal edebilecek şekilde düzenlendi. Asker sayısı 3 kat arttı. 

Danimarka İstihbaratı: “5 yıl içinde geniş çaplı bir Avrupa işgaline hazır olun” diyor. 

Kremlin’in huzur planı bu: Çok tank, bol top, yanında biraz da demir yolu döşemesi. 
Barış dolu (!) bir vizyon. 

★★★

İşte tam bu ortamda İngiltere’nin ağırbaşlı muhafazakâr The Economist dergisi çıkıp şöyle diyor:

“Korkmayın Avrupalılar. Erdoğan arkanızda.” 

Bu yeni söylem tesadüf değil. 

Çünkü Batı’nın eski kalıpları çatırdıyor. Demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü? Bunların üstü örtülüyor. Şu anda gündemde tek bir şey var: Güvenlik. 

★★★

Atlantik’in öte yanında ABD finans çevrelerinin takip ettiği The Wall Street Journal gazetesi de ikinci bir yazı ile The Economist’e adeta destek veriyor. 

Michael Doran imzalı makalede, “Türkiye’yi düşman gibi görmek aptallıktır” deniliyor. 
Üstelik sadece dostluk hatırına da değil. Şu satırlara yer vermiş: 

Türkiye, NATO’nun 2’nci büyük ordusuna sahip. 

Ukrayna’nın egemenliğini destekliyor. 

Kafkasya’da, Orta Asya’da, Ortadoğu’da Batı’nın sahada eli ayağı oluyor. 

İran’ı çevreliyor. 

Azerbaycan üzerinden Avrupa-Orta Asya koridorunu koruyor. 

Kısacası: Türkiye olmadan Batı, Rusya’yı çevreleyemez. 

Polonyalılar ve Rumenler bile “Aman ha Türkiye’yi küstürmeyelim” diyor. 

Batı medyasının Erdoğan güzellemeleri değerlerden değil, çıkar hesaplarından kaynaklanıyor. 

İngiliz ve Amerikan, her iki basın kuruluşu da “İttifaklar değerlerle değil, çıkarlarla kurulur” diyor.  

Ve evet, Erdoğan şimdi NATO’nun güvenlik şemsiyesinin en kalın direği sayılıyor. 

★★★

Demokrat The New York Times ise haftasonu çıkan baş yazısında “Yüz binlerce Türk, yıllardır görülen en büyük protestolarla sokakları dolduruyor. Bunu yapmak cesaret ister. Hükümet, birçoğu sahte davalarla yüzlerce protestocuyu tutuklayarak karşılık verdi. Onların cesareti, küresel sessizlikten daha fazlasını hak ediyor” dese de gazetenin bu çağrısı, korkarım karşılık bulmayacak.  

Batı’da demokrasi naraları maalesef kısık. Şu an çıkar marşları yankılanıyor.

Tam bir suç ziyafeti!

Guy Ritchie elini taşın altına koydu ve MobLand ile harika bir dönüş yaptı. 

İzlerken, onun filmlerindeki o kendine has suç dünyasını, hızlı akan diyalogları ve ‘şık’ şiddeti yeniden hissetmek mümkün. 

Başrolde Tom Hardy var; öyle oynuyor ki, sadece bakışıyla bile sahneyi ele geçiriyor. Karakterinin içindeki fırtınayı neredeyse koltukta hissediyorsunuz. Hardy’yi böyle izlemek, MobLand’ı çekici kılan en büyük etkenlerden biri.

Pierce Brosnan mafya babası. İrlanda aksanını ustalıkla taşıyor, karakterine ağırlık ve inandırıcılık katıyor. Kıyafetleri ise hayranlık verici. 

Ancak Helen Mirren için aynı şeyi söylemek zor… Yüzüne yansıyan yapaylık ve donukluk, karakterine soğukluk katmış. Botoks etkisi neredeyse hikâyeye sızıyor ve izleyiciyi rahatsız ediyor. 

Buna rağmen, MobLand, güçlü karakterleri ve temposu yüksek hikâyesiyle tam bir Guy Ritchie yapımı olmuş. BeIN Connect’te ve açıkçası, ekran başına geçip birkaç bölümde Londra’nın kirli arka sokaklarında kaybolmaya değer.