Biz ayrı dünyaların insanlarıyız” diye kült bir Türk filmi repliği vardır.

Tam bu cümleye uyan günlerden geçiyoruz ülkece.

İktidar tüm tuşlara aynı anda basmaya, gerginliği artırıp toplumu iyiden iyiye kutuplaştırmaya başladı.

Bazı kesimlerden öyle açıklamalar, öyle ifadeler geliyor ki, “nasıl böyle düşünebilir” diye insanın aklı almıyor.

Nasıl aynı gökyüzü altında yaşıyoruz, nasıl aynı nefesi alıyoruz insan cidden hayret ediyor…

***

Yunus Emre’nin en ünlü özdeyişlerinin başında gelir: Yaratılanı sev yaratandan ötürü.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da konuşmalarında sık sık bu söze referans verir.

Ancak bugünlerde “bir kesim” kendilerinde yaratılanın canını alma hakkını görür oldu.

Üstelik bunu da “imkan” diye tanımlıyorlar.

Yöneylem’in 13 Temmuz’da yayınlanan araştırmasına göre “Sahipsiz köpekler uyutulmalı/öldürülmelidir” diyenlerin oranı yüzde 6,7.

MetroPOLL’ün 17 Temmuz’da yayınlanan araştırmasına göre ise bu oran yalnızca yüzde 2,7.

Yasa toplumda karşılık bulamasa da iktidar tarafından akıl sır erdirilemeyen bir şekilde hararetle savunuluyor. 

Erdoğan “Kimse bize merhamet dersi vermeye kalkmasın” ifadesiyle, AK Parti’li milletvekilleri ise yasanın Meclis’ten geçmesi sonrası verdikleri zafer pozuyla hafızalarda.

“Bir canı alma hakkını kim, kendinde, nasıl bulur ve bununla nasıl gurur duyar” diye sorguladıkça, beyin yakan açıklamalar birbirini izliyor.

Yasanın hazırlandığı komisyonun başkanı AK Parti’li eski Tarım Bakanı Vahit Kirişci "Haniye'nin öldürülmesini kınamayanların köpek sevgisinden söz etme hakkı yok" diyerek kafaları karıştırdı mesela.

Neyi, nereden, nasıl kıyasladığına akıl sır erdirilemedi.

AK Parti Rize Milletvekili Harun Mertoğlu ise “Tek çözüm kısırlaştırma diyorsunuz ya, kendilerinin izni olmadan hayvanları kısırlaştırma yetkisini siz nereden alıyorsunuz?” diye muhalefete soru sorarak tartışmayı bambaşka bir boyuta taşıdı.

Canların öldürülmesini, topluca katledilmesini tartışma konusu yapmışken, “biz ne yaşıyoruz” dedirtti.

***

Haftalardır bu yasayı konuşuyoruz.

12 Temmuz’da komisyona geldi, 30 Temmuz’da Meclis’ten geçti.

Maddeleri inceleyecek 18 gün vardı.

CHP ise yasa geçtikten sonra yaklaşık 2 haftalık hazırlık süreci sonrasında 180 sayfalık detaylı bir dilekçe yazıldığını ve bu hafta yasayı yürütmesinin durdurulması ve iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğini duyurdu.

Belki de (bir umut) iptal kararı verilecek ama aradan geçen bu sürede çoktan katliam haberleri gelmeye başladı.

Önce Niğde’de sonrasında da Ankara Altındağ’da köpeklerin cansız bedenlerinin gömüldüğü toplu mezarlar ortaya çıkartıldı.

Belediyeler bu hayvanların doğal yollardan öldüğünü iddia etti.

Görgü tanıkları ise bazı hayvanların vücutlarında enjektörlerin bulunduğunu, bazı hayvanların vücut bütünlüklerinin bozuk olduğunu söyledi.

Bir köpeği uzuvlarını keserek öldürebilecek insanlarla nasıl aynı dünyada var olduğumuzu sorgulattı bu görüntüler.

Bu vebali birileri almıştı, ama bunu akıllar almadı.

Sokak hayvanları mı daha tehlikeli, bu zihniyetteki, bunu yapabilecek ruh halindeki insanlar mı, diye sordurttu.

Türk Psikologlar Derneği de uyardı.

Bu yasanın şiddete eğilimli kişilerin cesaretlenmesine zemin hazırlayacağı belirtildi.

“Daha korkunç şiddet olaylarının habercisi olabilir” denildi.

Göz göre göre bir toplum bu uçuruma nasıl itiliyor, ülke nasıl bir felakete sürükleniyor, bunun idrakına nasıl varılamıyor yine anlaşılamadı.

***

“Şiddet” böyle normalleştirilirken, bir yandan da “sansür” içselleştirilir, “yasaklar” hayatın her alanına sirayet eder oldu.

Geride bıraktığımız haftada öğrendik ki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın artık yeni bir düşmanı var: Dijital faşizm.

Buna karşı ulvi bir mücadele veriliyor.

Bu sırada da her şey mübah.

İsterlerse devletin varoluş sebeplerinden olan haklarımız, özgürlüklerimiz ikinci, hatta beşinci, onuncu plana itilebilir.

2016’daki OHAL döneminde yayınlanan 671 numaralı KHK ile internet sitelerini kısıtlamak zaten çok daha kolay hale getirilmişti.

Milli güvenlik ya da kamu düzeni söz konusuysa Cumhurbaşkanı talimatı ile BTK istediği adımı atabilir oldu.

Eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun metruk binalarla ilgili meşhur “Sen yık mahkeme kararı arkadan gelsin” sözü gibi…

Siteler kapatılıp gerekli kararlar 48 saatlik sürede arkadan çıkartılabiliyordu.

İfade Özgürlüğü Derneği’nin EngelliWeb raporuna göre 2006-2019 yılları arasında Türkiye’de 288 bin 310 siteye erişim engellenirken, 2024’ün sadece ilk 3 ayında bu sayı 1 milyonu geçti.

5 yıldaki artış yüzde 262 oldu. 

İktidar sürekli özgürlükleri artırdıklarını savunurken, Türkiye her yeni güne kapanan yeni sitelerle uyandı.

Rakamlar ortadayken Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdulkadir Uraloğlu “Asla bir yasakçı zihniyet içerisinde değiliz” diyerek yine aklımızla dalga geçti.

Ama bu kapsamda Instagram da 2024 Türkiye’sinde tam 8 gün boyunca kapalı kaldı. 

İlk bilgiler Hamas lideri Haniye ile ilgili taziye paylaşımlarının kaldırılmasına tepki olarak Instagram’ın kapatıldığı yönündeydi.

İktidara yakın medya hep böyle haberler yaptı.

One Minute” sonrasında bu kez de “Haniye için dünyaya kafa tutan lider” imajı perçinlendi.

Ama bu yönde bir mahkeme kararını 8 gün boyunca hiç görmedik.

Üstelik Instagram açıldıktan sonra bu paylaşımlar tekrar kaldırılmaya başlandı.

Ancak bu kesim, bu kez sessizliğe gömüldü.

Bakan Uraloğlu ise her konuşmasında katalog suçlarla ilgili içeriklerin yeterince kaldırılmadığını ve müzakerelerin bu kapsamda yürütüldüğünü söyledi.

Basına sızdırılan bilgilerin aksine, Haniye’ye hiç girmedi.

Kim, benim özgürlüğümü, fotoğraf bakmak, hayatımdan kesitler paylaşmak gibi basit bir hakkımı nasıl elimden alır diye akıl erdirmeye çalışırken iktidara yakın yazarlarsa konuyu yine bambaşka noktalara götürdü.

Üzülmeyin, bu adımı atabilen bir devletimiz var, burası Dingo’nun ahırı değil diye sevinin” temalı yazılar birbirini izledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’sa yapılan eleştirileri “ev zenciliği” diye tanımladı.

Sosyal medya platformlarının rezilliklerini eleştirmeyenler, estirdikleri faşizme laf etmeyenler, Türkiye’yi Batılılara şikayet sırasına giriyor. Özgürlükleri savunmak böyle olmaz. Bunun adı ‘ev zenciliği’dir. Batıdan çok batıcı, ev zencilerinin tek gayesi sahiplerine şirinlik yapmaktır” dedi.

***

Bir diğer engel çocukların oyun oynadıkları bir platform olan Roblox’a yönelikti.

Neyse ki buradaki mahkeme kararını gördük.

O kararda Roblox’a erişimin “çocukların istismarına neden olacak içerikler barındırdığı için” engellenmesinin talep edildiği belirtiliyordu.

Yasaklama gerekçesi olarak milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması gösteriliyordu.

Elbette çocuklarımız kıymetlilerimiz, korunmalı ama karar sonrası başlayan tartışmalar da yine kafaları karıştırdı.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin “Instagram ve Roblox gibi platformlar çocuklarımızın dijital bağımlılığa sürüklenmesine, kontrolsüz içeriklerle karşılaşmasına neden olabilmektedir. Dijital faşizme hep birlikte dur demeliyiz” dedi.

Bunu durdurma yolunun “kapatma” olduğu fikrine nasıl ulaşmıştı bilemedik.

Milli Eğitim Bakanı’nın STK dediği ve ısrarla savunduğu cemaat ve tarikatlara emanet edilen çocuklarımız son yıllarda maalesef uğradıkları cinsel istismar haberleriyle gündemde.

Karaman’daki Ensar Vakfı’na ait yatılı evlerde onlarca çocuk, binlerce kez cinsel istismara maruz bırakıldı.

Vakfın sorumluluğunun hiç üzerine gidilmedi.

MEB ise tartışmalı bu vakıflarla arasındaki bağları hiç kopartmadı.

Karara yönelik bu savunmalar, haliyle bir kez daha samimiyet sorgulattı.

Yine aklımızla alay edildiği hissi yarattı.

Son olarak AK Parti Milletvekili ve TBMM Dijital Mecralar Komisyonu Başkanı Hüseyin Yayman, "Milletimiz TikTok'un kapatılmasını istiyor" dedi.

"Bu, Türkiye için bir ulusal güvenlik meselesidir. Beni sokakta gören insanlar 'TikTok'u kapatırsan, cennetin kapısına aralarsın' diyor” diye ekledi.

***

Anlaşılan bu açıklamaların ardı arkası kesilmiyor, kesilecek gibi de görünmüyor.

Toplum ikiye ayrılmaya, farklılıklar körüklenip derinleştirilmeye devam ediliyor.

Arka arkaya gelen bu adımlarsa tüm bu politikaların “bilinçli” bir şekilde izlendiği izlenimini yaratıyor.