Güneydoğu’da kan davaları eksik olmaz. Cahillikten, kıskançlıktan, namus meselelerinden, karşılıklı adam öldürme, yaralama ile başlar. Özellikle aşiretler arasındaki kan davalarından 50 yıl, 100 yıl sürrenler var. Karşılıklı çok insan öldürülmüştür, o davaları barışla sonuçlandırmak da kolay olmamıştır.
Bugün DEM heyetinde yer alan Ahmet Türk de yıllarca kan davalarının acısını yaşamış bir isim. Kahramanlar, Necmioğullarıyla karşılıklı olarak yıllarca mücadele edilmiş. Yani, acıları bilen, yaşayan, günümüzde de kan davalarını sonuçlandırmak için çalışan bir isim. Artık aşiretlerden olay çıkmış, yaklaşık 45 yıldır devam eden PKK eylemlerini düşündüğümüzde binlerce şehidimiz yanında, 40 bine yakın bölücü terör örgütü mensubu da öldürüldü. Aşiretleri barıştırmak yıllarca sürüyor. Bunca şehidimiz varken, on binlerce terörist etkisiz hale getirilmişken bu iş Abdullah Öcalan’ın “Silahları bırakın” demesiyle çözülür mü? Açıkçası bölgede buna inanan yok.
O BİLE YILLAR SÜRÜYOR
Dün, Güneydoğu’da bir aşiretin önde gelen ismiyle konuştum. En büyük özelliği hemen her barış komitesinde yer almasıdır. Aşiretler ya da ailelerin nasıl barıştırıldığını, kan davalarını bitirmek için neler yapıldığını sordum. İşte anlattıkları:
“Bizdeki kan davaları cahillikten, kıskançlıktan, ekonomik nedenlerden, mal çalmaktan, namus meselesinden, bazen daha küçük olaylardan başlıyor. Toplumda bu tür olaylar çoktur. Ama bizim bölgemizde araya bir kan girerse, bunu durdurmak kolay olmuyor. Karşılıklı adam vurulur, mala zarar verilir. Bu olaylar sürüp gider.
Kimi aşiretler arasındaki davalar 50 yıl, 100 yıl bile sürdüğü oluyor. Toplumun yapısına göre gelişir, bu süreçte büyük acılara sebep olur. Can, mal kayıplarının yanı sıra psikolojik yönden de insanlar etkilenir. Kan davalarının olumlu sonuçlanabilmesi için aşireti ve kan davasının sebebini iyi bilmek lazım.
BEN, GÖNÜL HATIRIMI İSTİYORUM
Kan davalarını sonlandırmak öyle kolay olmaz. Taraflar da “Bizi barıştırın” demez. Ama üçüncü şahıslar durumu tahlil eder, zarar ve ziyanı algılar, giderler, gelirler, psikolojik baskı yaparlar. Bu üç ay, beş ay sürdüğü gibi üç yıl beş yılda devam eder.
O süreçte kan davalılarından birisi barışa olumlu bakıyorsa, barış elçilerine bugüne kadar uğradıkları can, mal kayıplarını, uğradığı haksızlıkları anlatır. Asla, “Bize para versin” denilmez. Bu çok ayıp sayılır. Karşı tarafa da gidilir. Onlar da kendi açılarından olayları anlatır. Araya girenler, iki tarafı tam olarak dinledikten sonra adam öldürmenin, yaralamanın, mala verilen zararlarla ilgili bir hesap çıkarır. Yani, bölgede her şeyin bir rayiç bedeli var. Eğer adam öldürme varsa onun karşılığı bellidir. Her yıl bu rakam değişir. Aracı şahıslar maddiyatı ortaya koyar.
İki aşiret ya da aileler arasında aracılar gider-gelir. Yemekler yapılır, o yemeğe yörenin önde gelen isimleri de katılır. Barışın sağlanması için taraflar olumlu baskı yapar. Sonuçta “Bu davayı biz bitireceğiz” deyip , “Ben gönül hatırımı istiyorum” der. Ardından tatlı dille “Benim dediklerimi kabul edeceksin, etmen gerekir” diye ekler.
MADDE MADDE YAZILIR
Barış heyetinde olanlar her iki tarafı da defalarca dinledikleri, her şeyin bedelinin ne olduğunu bildikleri için bunları madde madde yazar. Ama tüm bunlardan önce psikolojik ortamı yaratmak önemli. Örneğin ağa barışa yanaşıyor ama yeğeni kabul etmiyor. Bu kez kabul etmeyenleri ikna turları başlıyor.
Herkes barış için kıvama getirildikten sonra bir heyet kuruluyor. Barışı yapan ya da yapacak kişiler heyetlerini güçlendirir. Daha kalabalık bir grupla kimsenin kızamayacağı bir ortam yaratılır. Örneğin barış yapacak kişiler gelecek heyetin sayısını artırır. Mülki, askeri erkan, yörenin tanımmış kişileri başta olmak üzere o yemekte bulunur. En önemlisi her iki tarafın da psikolojik olarak barışa hazır olması lazım. Kabul oranı yüzde 60-70’se o barışa giden yol açılır.
ARADAN ÇEKİLMELER OLUR
Eğer barış şartları olgunlaşmadıysa adamlar birbiriyle uğraşır, öldürmeler devam eder. Barışı yapmak isteyenler durumu anlar, yapacağı barış daha kötüye gidecekse, aradan “Allah sizinle olsun, Allah selamet versin” der ve çekilir.
Eğer maddelerde mutabık kalınıp taraflar “Evet” diyorsa bir aşiret diğer aşirete yemek verir. O yemeğe toplu olarak gidilir. Yemek huşu içinde güzel söylemlerle, dini ve kültürel kelimelerle süslenir. Yemekler yenir, kahveler içilir, taraflar birbirini öper… Artık yeni bir dönem başlamıştır.
Barış yemeğinde kavurma mutlaka olur. Aradan bir hafta ya da 15 gün geçtikten sonra, bu kez karşı taraf yemeğe davet eder. Yemek yine kalabalık olur. O misafirlikten sonra taraflar arasında dostluklar yeniden başlar.”
PEKİ ŞİMDİ NE OLACAK?
PKK’ya silah bıraktırmak için Abdullah Öcalan’ın devreye sokulması gündemde. Mardin’de, Batman’da, Diyarbakır’da bu gelişmeler için farklı yorumlar yapılıyor. Onları dinliyorum:
“Konuyu Türkiye’nin meselesine çevirirsek, devasa bir sorunla karşı karşıya olduğumuz görülür. Barıştırma yöntemi aynı ama bu kez araçlar, gereçler, düşünceler, eğitim, kültür farklı olacak. Problem nedir tespiti yapılmadan bu sorunu nasıl çözeceksiniz? Olayın uluslararası yönü unutulmasın.
Yürütülen çalışmalara bölgede temkinli bakılıyor. Bu araçlarla bir sonuç alınamayacağı anlaşılıyor. Açıkçası heyete kimse güvenmiyor. AKP’nin de, MHP’nin de burada yerinin ne olduğu belli değil. Birçok sorunun cevabı yok. Öcalan’ın çağrısı artık yetmez. Keşke güzel bir ortam olsa da insanlar rahat konuşabilse. Kürtler, hiçbir zaman Türklerle savaşmak istemez. Bu çizginin üzerinde gidilmesi lazım.
İllerde oluşturulacak komisyonlar şehit aileleriyle görüşmeli. Gönülleri alınmalı. Konu çok ağırdır. Bunun üzerine gidilemezse, yarın ABD girer. Bazı siyasiler rüya mı gördü de birden uyandı?”
Konuşmanın sonunda, telefona bir kadın sesi geldi. “Ağam bizimle eğlenir” dedi.