MİLLİ MÜCADELE

Milli Mücadele ya da Kurtuluş Savaşı bir varoluş savaşıydı. Batı, Türk kavmini Asya’ya sürmek istedi. Türkler I. Dünya Savaşı’nda yenilen cephedeydi. Dünya jeopolitiği açısından stratejik bir konuma sahip petrol bölgesinin dışına atılmışlardı ama Boğazlar hâlâ Türklerin elindeydi. Ellerinden alınmalıydı. Mondros Mütarekesi gereği İstanbul, İtilaf Devletleri’nin donanmasıyla; İzmir ve havalisi Yunanlar; Adana Fransızlar; Maraş, Antep, Urfa önce İngilizler sonra Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Antalya ve Konya’da İtalyan; Samsun ve Merzifon’da İngiliz askerleri bulunmaktaydı.(1)

Mütareke hükümleri, İtilaf Devletleri’nin kontrolü dışında kalan daha farklı bölgelerin de zamanla işgalini mümkün kılacak bir muğlaklığı barındırıyordu. Bir yıla kalmadan İstanbul ve Trakya işgal edilecekti. Henüz imzalanmamıştı ama Sèvres Antlaşması ile işin rengi belli olacaktı. Türk’e bırakılan küçük bir bozkır alandan başka bir şey olmayacaktı. Bu ise varlık yokluk meselesiydi ve girişilen mücadele tam olarak, olmak ya da olmamak üzerineydi...

Mustafa Kemal Paşa, bu durumu görmüştü. Sınırları belli olmayan ülke, silahlı bir dayatmayla karşı karşıyaydı. Çözümü de silaha sarılmaktı. Genel durumu belki ondan başkaları da görmekteydi. Ama ne yapacağını bilen ve karşı stratejisi olan o idi. 

Ancak mücadelenin dayandırılacağı geniş halk kitlesi çok yorgundu. 1912’den beri aralıksız olarak devam eden savaşta, büyük yönetim hataları yapılmış ve insan kaynağı önemli ölçüde heder edilmişti. Her evde bir şehit veya gazi vardı. Hasta, sakat sayısı ciddi bir seviyedeydi. Sıtma, trahoma, verem çok yaygındı. Ayrıca padişah ve halifeye geleneksel manevi bağlılık farklı bir düşünce üretilmesini engellemekteydi.

Çözüm silahlı mücadeleden geçmekteydi. Ancak bunun için önce halk ikna edilmeliydi. Sonra seferber edilmeli ve silahlandırılmalıydı. Direniş örgütlü hale getirilmeli ve bir merkezden yönetilmeliydi. Ordunun ismi var cismi yoktu. Karabekir Paşa’nın 15. Kolordusu ve Ali Fuat Paşa’nın 20. Kolordusu dışında içi dolu birlik mevcut değildi.

Bundan sonra atılacak her adım buna hizmet etmeliydi.

Elde tek bir kaldıraç vardı: Milletin onurlu mazisi ve buna inanan bir liderlik.

Bu şartlar altında Mustafa Kemal Paşa kararını, “milli hâkimiyete dayalı, bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek” olarak tespit etmişti. Haysiyetli ve şerefli yaşamak bağımsızlığı elde etmekle mümkündü. Parola “ya istiklal ya ölüm”dü. Stratejisini, “Saltanat ve Hilafet” ile “İtilaf Devletleri’ne” doğrudan dokunmamaya dayandırmıştı. Tatbikat birtakım safhalara ayrılacak, doğacak durumlardan yararlanarak millet duygu ve düşünce olarak hazırlanacak; kademe kademe yürüyerek hedefe ulaşılacaktı. Bu, bir milli sır olarak vicdanında saklı kalacaktı.(2)

(Bekir Sami Bey)

Lider ve millet bütünleştikçe başarı geldi. Zorlu bir süreç yaşandı. Morallerin düştüğü ve yükseldiği dönemler ardı ardına yaşandı ama inanç hiçbir zaman kaybolmadı.

Ancak kabul etmek gerekir ki iç dinamikler taşıyıcı ve temel olmakla birlikte tek başına yeterli gelmeyebilirdi. Dış dinamiklerin de verilecek mücadeleye ortak edilmesi gerekecekti. Dış dinamiği oluşturan ana güç karşımızdaydı: İngiltere ve sahaya sürdüğü Yunanistan. Onlarla birlikte hareket eden Fransa ve İtalya’nın İngiltere ile arasındaki çelişkilerden yararlanmak bir dereceye kadar etkili olabilirdi.

Oysa harekete destek olacak bir dış dinamiğe ihtiyaç vardı. O da emperyalist kuşatmaya karşı duran Sovyetler Birliği idi. Onunla işbirliği, doğal müttefikliğin gereğiydi. Üstelik bu ilişki, doğuda bir büyük Ermenistan tehlikesini ortadan kaldırma olanağını da sunmaktaydı. Böylece doğu yanını emniyete alan ülkenin, güneye ve bilahare batıya yönelmesi zorunluydu. Yapılan da bu olacaktı. İç ve dış sürtünmeyi azaltmak; iç ve dış dinamikleri paralel kılarak hedefe doğru yürümek...

Bir noktanın daha altını çizmek gerekecek: Batılı ülkelerin kamuoyunun düşmanlığını kazanmamak da stratejik bir tercihti; çünkü anılan halklar savaştan bıkmıştı ve “savaş karşıtlığı” öne çıkan yaygın bir düşünce halini almıştı. Halkın bu tercihini hükümetleri üzerinde bir baskı aracına dönüştürmesini bilmek gerekiyordu. Nitekim atılan bütün adımlar bu stratejinin bir parçasını oluşturmaktaydı...

Çeşitli tarihçiler bu süreci farklı dönemlere ayırmaktadır. Bu çalışmamızda konu, üç ayrı dönem olarak ele alınmıştır: Birinci dönem toparlanma dönemidir. Yapılan bütün hazırlıklar, kongreler, Meclis’in açılması ve Meclis hükümetinin kurulması, iç isyanların bastırılması vb. faaliyetler esas olarak 1919- 1920 yıllarını kapsamaktadır.

İkinci dönem stratejik savunma safhasıdır. 1921 yılında yaşanan savunma savaşları, geri çekilme ve nihayet Sakarya’da düşmanı durdurmayı içine almaktadır.

Nihayet üçüncü döneme damgasını vuran stratejik taarruz aşamasıdır. Vatan topraklarının işgalden kurtulması ve işgalcilerin yurttan kovulmasıyla son bulmaktadır.

STRATEJİK SAVUNMA SAFHASI

Genel

Bu safha, 1921 yılındaki bütün faaliyetleri kapsamaktadır. Dört ana askeri faaliyeti içerir:

Ana hatlarıyla İnönü’de savunma; Kütahya-Eskişehir muharebelerinde savunma ve oyalama, Sakarya doğusuna çekilme; Sakarya’da Yunan ordusunun durdurulması ve Eskişehir-Afyon hattına kadar olan bölgenin yeniden kontrol altına alınmasıdır.

Bağımsızlık-Esaret Çatışması

Londra Konferansı’na katılım konusunda Ankara ile İstanbul’un esasta, fikirde, anlayışta anlaşmaları mümkün olmadı. Mustafa Kemal’e göre, Anadolu ve İstanbul, bağımsızlık ile esaretin, hürriyet ile mahkûmiyetin zıtlaştığı ve çatıştığı iki ayrı parça halinde kalmıştı.(3)

Bu nedenlerle Ankara Hükümeti, Hariciye Vekili Bekir Sami Bey başkanlığında kendi heyetini Roma’ya gönderdi ve heyet buradan İtalyan Dışişleri Bakanı tarafından müstakil olarak konferansa davet edildi. Konferans 27 Şubat-12 Mart tarihleri arasında yapıldı ve hiçbir neticeye varılamadı. Delegeler dönüş yolundayken Yunan taarruzları yeniden başladı

Savunma

Yunan kuvvetleri 15 Mayıs’ta İzmir’i işgali takip eden bir hafta içinde Menemen-Kemalpaşa-Torbalı hattına kadar ilerlemişti.

Yunan ilerleyişi Eylül 1919’da Milne Hattı olarak daha belirlenen hatta ulaşmıştı.

İtilaf Devletleri’yle Yunan Devleti arasındaki görüşmeler ve Yunanistan’ın iç politikasındaki gelişmeler, işgal alanını genişletme kararını doğurdu. Nisan 1920’de San Remo’da toplanan konferans Sevr kararlarının hazırlığını yapmıştı. Bu şartlar altında Yunan ordusu 22 Haziran 1920’de taarruza girişti, Temmuz ayında Bandırma-Bursa-Alaşehir-Nazilli hattına ulaştı. Ağustos ayında Uşak bölgesini de ele geçirdi.

Yunan taarruzunun Damat Ferit hükümeti tarafından nasıl görüldüğünü anlamak için biraz ayrıntıya girmekte fayda olabilir.

Adliye Nazırı Ali Rüştü Efendi’nin, Yunan taarruzunun nasıl karşılandığı ve protesto edilip edilmeyeceğini soran gazeteciye verdiği cevap (Peyam-ı Sabah, 12 Temmuz 1920) bulundukları cephenin serencamını gözler önüne sermektedir: “Hükümetimiz Mustafa Kemal taraftarlarını resmen mahkûm etmiş ve hilafetle vatana hain olduklarını ilan eylemiştir. Binaenaleyh vazifesi, asilere layık olduğu cezayı vermekti. O halde, kendi programımıza dahil bulunan bir hareketi (Yunan işgalini-A.Y.) niye protesto etmeli?”(4)

Yunan taarruzlarının başladığı günlerle milli kuvvetlerin hilafet ordusunu yendiği günler ucu ucuna çakışmıştı. Bir bela defedilirken yenisi devreye sokulmuştu. Anadolu’daki bütün kuvvet ve kudret iç ayaklanmaları bastırmakta kullanılmıştı. Batı cephesinin zayıflaması pahasına bu ayaklanmalar bastırılmıştı.(5)

Ayrıca iç isyanları körükleyerek ve organize ederek milli hareketin önüne geçilemeyeceği anlaşılmıştı. Eldeki tek askeri güç Yunan ordusuydu. O halde ileri sürülmeliydi!

(2. İnönü Muharebeleri, 30 Mart 1921 durum)

Yunan İkilemi: Elde Olanla Yetinmek ya da Genişlemek

Yunan kuvvetleri ulaştıkları bu hatlarda bir süre kaldı; çünkü Yunanlar müteakip stratejileri konusunda ikilem yaşamaktaydı: İşgal bölgesini genişletmek ya da İtilaf Devletleri’nce kendilerine verilen bölgeye çekilmek. Kasım 1920’de seçimler yapıldı. Seçimlerin sonucunda Venizelos kaybetti ve Kral Konstantin iktidara geldi. Venizelos’un seçim kararı üzerinde yukarıda belirtilen ikilemin etkili olduğu ileri sürülmektedir; zira Venizelos, işgal bölgesini genişletip genişletmeme konusunda halkın tercihini öğrenmek istemiştir. (6)

Kral Konstantin, Ankara’nın daha fazla toparlanmasını istemiyordu. İtilaf Devletleri’nin desteğini almaya ihtiyacı vardı. Venizelos taraftarlarının da desteğine gereksinim duyuyordu. Bu şartlar altında taarruz etmeye karar verdi. Aslında Ankara aynı tarihlerde Çerkez Ethem olayının sancılarıyla meşguldü. Ethem’in durumundan istifade etmek de uygun olurdu. Sabahattin Selek, Yunan taarruz kararının Ethem olayıyla bağlantılı olmadığını ileri sürmektedir. (7)

Bu düşünceye bütünüyle katılmak mümkün değildir. Zira İnönü’de yapılan taarruzun karakteri aceleyle yapılmış bir harekât izlenimi uyandırıyor. Biraz da Bursa ve Uşak’a kadar ilerleme esnasında karşılaştığı zayıf kuvvetlere karşı elde ettikleri kolay zaferler, hatalı muhakemelerinde etken olabilir.

1. İnönü muharebelerine katılan Süvari Yüzbaşı Midillili Ahmet, Yunan Ordusunun Çerkez Ethem’in harekâtından haberdar olduğunu, zira Bursa’dan İnönü istikametinde taarruza başladığında, Yunan uçaklarının Ethem’e ait “Zabitler geliyorum” şeklinde başlayan bildirisini Gediz’den Kütahya’ya dönmekte olan Batı Cephesi birlikleri üzerine attığını yazmaktadır. (8)

Bu tarihten sonra ağırlıklı olarak kuzeyde Bursa-Eskişehir, güneyde Uşak-Afyon istikametinde taarruzlarına devam ettiler. Bursa-Eskişehir istikametindeki ilerlemeleri 1921’in ocak ve mart aylarında iki defa İnönü mevziinde durduruldu.

Anadolu’nun Kalbine Yönelme

Yunan ordusu 1921 yazında aldığı takviyelerle hem Bursa-Eskişehir istikametinde hem de Uşak-Afyon istikametinde taarruz etti. Güneydeki ilerlemeleri Afyon’a ulaştıktan sonra Eskişehir istikametine yönelmek yerine Konya istikametine yöneldi. Ancak yapılan karşı hamleler sonucu geri atıldılar.

Yunan ordusu Kütahya-Eskişehir muharebelerini kazandı. Mustafa Kemal, Sakarya doğusuna çekilme emrini verdi.

Yunan kuvvetleri ilerlemelerini sürdürdü. Sakarya doğusunu savunan kuvvetlerimize taarruz etti. Ağustos-Eylül 1921’de 22 gün süren boğazlaşma sonucu savaşma azim ve iradesini kaybeden Yunan kuvvetleri yenildi. Ancak Türk ordusu, Eskişehir-Afyon hattına çekilen Yunan ordusunu takip edecek durumda değildi. Yunan kuvvetleri bu bölgede savunma için tertiplendi.

1. İnönü

Düşman İnönü’de durdurulmuş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır. Ethem kuvvetleri de zorlu bir süreç yönetimiyle; başlangıçta öngörülmemiş olmasına rağmen, iki ayrı kuvvet kullanma stratejisiyle yenilgiye uğratılmıştır.

Kurtuluş Savaşı’nın toparlanma döneminin 1920 sonu itibariyle tamamlanmıştır. Ancak esas toparlanma hem I. İnönü yengisi(9) hem de Çerkez Ethem kuvvetlerinin dağıtılmasından sonra olmuştur.

1. İnönü’de Yunanların yaşadığı yenilgi, Ankara’nın Londra Konferansı’na davet edilmesinde başat rol oynamıştır.
 
2. İnönü

Yunan birlikleri Bursa-Eskişehir ve Uşak-Afyon istikametlerinde 23 Mart 1921’de ilerlemeye başlamıştır. 27 Mart’ta kuzeyde İnönü mevzileriyle temasa geçmiştir. Kanlı muharebeler sonucunda bu hatta durduruldu ve 31 Mart’ta geri çekildi. Güney cephesinde ise harekâtı hızla gelişti. 27 Mart günü Afyon düşman eline geçti. Güney Cephesi’ndeki kuvvetler ikiye ayrıldı. Afyon doğusunda iki tümen, Afyon kuzeyinde bir tümen ve bir süvari tümeni iki ayrı komuta halinde kaldı.

Türklerin 300 yıllık geri çekilmesinin sonu, ileri atılmanın ilk durağı...

İnönü’deki zaferden sonra Refet Paşa emrine verilen kuvvetlerle Afyon kuzeyinden güneye doğru; Albay Fahrettin Bey komutasında Afyon doğusundan batıya doğru 8-12 Nisan tarihlerinde Aslıhanlar Muharebesi icra edildi. Ancak başarı elde edilemedi. 12-15 Nisan tarihlerinde de Dumlupınar mevziini işgal eden Yunan kuvvetlerine karşı Dumlupınar Muharebeleri yapıldı, düşman bu mevzinin gerisine atılamadı.

2 Nisan 1921’de Genelkurmay Başkanı Vekili Fevzi Çakmak Paşa Meclis’in sürekli alkışları arasında muharebeyi anlattı. O gün verilen bir önergeyle orgeneral rütbesine yükseltildi. Fahri Belen’e göre, “O, kesin sonuç yerini doğru kestirerek ve kuvvetleri o bölgeye yığarak bu alkışlara layıktı”.

Belen, “Genelkurmay’ın verdiği kararlarda şüphesiz Mustafa Kemal Paşa’nın da hissesi vardı. Fakat eski Yıldırım Ordular Grup Komutanının rütbesi hâlâ tuğgeneraldi” diye yazacaktı.(10)

Elbette II. İnönü önemli bir zaferdi. Bazen bu muharebenin öneminin hafife alındığı oluyor. Muharebelerde şehit, yaralı, esir, kayıp sayısı toplam 4.950’dir. (11) Yunan zayiatı ise 5.040’tır. Bunun 1.900’ü İnönü’ye taarruz eden 3. Kolordu birliklerine aittir. (12)

Sonuçları itibariyle de önemlidir. Değerlidir. Eğer erken bir yenilgi gelmiş olsaydı Atatürk ve arkadaşlarının işi daha da zor olacaktı. Bebek erkenden boğulabilirdi. Bazen bir şeyin önemini “olmasaydı ne olurdu” diye irdelemek daha doğrudur.

Elbette Mustafa Kemal kararlıydı. Teşkilat da kurulmuştu. Ama süreçten bu denli güçlü çıkabilirler miydi? Cevabı zordur. Nitekim Yunan ordusu aldığı yenilgiye rağmen daha kuvvetli olarak gelecek ve ancak Sakarya’da bin bir zahmetle durdurulabilecektir. O da yetmeyecek, Büyük Taarruz için üstüne bir yıl daha kuvvet geliştirme mücadelesi verilecektir. O nedenle büyük moral kaynağı olan İnönü Muharebeleri’nin sonuçları önemlidir.

Kütahya-Eskişehir Muharebeleri

Yunan kuvvetleri, Türk cephesini güneyden kuşatmış ancak alınan tedbirler sonucu nihai amacını gerçekleştirememiştir. Eskişehir’den Sakarya’ya çekilme esnasında etkili takip yapamayarak Türk ordusunu imha etme fırsatını kaçırmıştır. (13)

Türk ordusu da daha az zayiat vererek geri çekilebilirdi; ya da daha iyi bir savunma tertibiyle daha etkili savunma yapabilirdi. Başlangıçta yapılan hatalı savunma tertibi alınan tedbirlerle giderilmiş ve düşmana kuvvet kaptırılmamıştır. Ancak Eskişehir gibi stratejik bir merkez düşmana terk edilmiştir. Özellikle firarların çokluğu moral açısından yıkıcı etki yapsa da, yüksek düzeyde sevk ve idare becerisine sahip Mustafa Kemal ve Fevzi Paşa durumu toparlamış ve müteakip görev için orduyu hazırlama konusunda üstün bir beceri göstermişlerdir. İsmet Paşa’nın başlangıçtaki hatasına rağmen savunma muharebelerini ve geri çekilmeyi sevk ve idaresi takdir edilmelidir.

Ek olarak belirtmeliyiz ki, savaş içinde pişmiş bir subay kadrosu, büyük deneyim kazanmıştır. İnönü muharebelerinde tümen komutanlığı yapanlar, Kütahya-Eskişehir muharebelerinde grup komutanlıkları yapmışlardı. Müteakip Sakarya’da aynı görevi yapacaklar, Büyük Taarruz’da kolordulara komuta edeceklerdi. Mesleki becerisi yüksek bu kadronun yüksek dayanışma içinde bulunması başlı başına kuvvet çarpanı etkisi yaratacaktır. İçlerinden 3. Grup Komutanı Albay Arif ise yaptığı sevk ve idare hatalarının bedelini grup komutanlığından ayrılarak ödedi. Belki de Mustafa Kemal’e en yakın isimdi; ama onun kitabında yakınlık uzaklık değil, liyakat diye bir kavram vardı. Herkes işini gerektiği gibi ve çok iyi yapmalıydı...

Yunan Cephesindeki Gelişmeler

İngiltere Başbakanı Lloyd George’a göre, Kütahya-Eskişehir muharebelerinden sonra, “Yunanistan artık Sevr Antlaşması’yla kendisine verilenle yetinemez; daha büyük taviz elde etmeli”ydi. (14)

Cesaret aşısı büyük yerdendi. Hedefi de büyütmek gerekti. Yunan ordusu, bir zafer kazandığını düşünmekteydi.

Doğrudur. Türk ordusunu yenmişti. Ancak bu gerçek ve nihai bir zafer değildi. Zira Türk ordusu imha edilememişti. Bu durumun bilincinde oldukları için bir ikilemle karşı karşıya kalmışlardı. Ya bulundukları hatlarda kalacaklar ve işgal ettikleri bölgelerle yetineceklerdi ya da Türk ordusunu imha edebilmek için doğuya doğru ilerleyeceklerdi. Takip için bir plan hazırlandı. (15)

Ancak General Papulas bu kararı tek başına vermek istemedi. Kararı vermek üzere 28 Temmuz 1921 günü Kütahya’da, Kral Konstantin başkanlığında “Savaş Meclisi” toplandı. Toplantıda Kral haricinde, Başbakan Gunaris, Harbiye Bakanı Theotokis, Başkomutan Papulas, Genelkurmay Başkanı Dusmanis, Kurmay Başkanı Pallis ve askeri danışman Stratigos hazır bulundular. Askerler takip kararına ilişkin bazı risklere temas etseler de ileri harekâtı onayladılar. (16)

Yunan Küçük Asya Ordusu, Ankara’ya yürüyecekti. Papulas’a göre karar siyasiydi.(17)
Hatta Yunan Genelkurmay Başkanı Dusmanis, harekâtın Kızılırmak’a kadar yürütülmesini dillendirdi. Savunma Bakanı da cevaben “Sen yavaş yavaş İran’a gitmemizi istiyorsun” diyerek tepki verdi. (18)

Yapılacak harekâtın siyasi hedefi, Ankara Hükümeti’ne Sevr hükümlerini kabul ettirmekti.

Sakarya Muharebesi

Yunan ordusu, Türk ordusunu sol yanından kuşatmak istedi. 23-30 Ağustos 1921 tarihleri arasında kuşatmayı başaramadı. 31 Ağustos’tan itibaren cepheyi yarmayı denedi, bu denemesini 5 Eylül gününe değin sürdürdü. Bunda da başarılı olamadı. 6 Eylül’den itibaren ulaştığı hattı tahkim etmeye başladı.

14 gündür devam eden çarpışmalar sonucunda 25 km. derinliğe nüfuz edebilmişti. Bu, onlar için bir Pirus zaferiydi. Türk ordusu tabiri caizse Yunan ordusunun savaşma azim ve iradesini kırmıştı. Ancak kendisi de önemli ölçüde güç kaybetmişti. Bu nedenle hemen bir karşı taarruz yapamadı. Buna rağmen 10 Eylül’de genel karşı taarruza geçti. 13 Eylül 1921’de Sakarya Nehri’nin doğusu Yunan askerinden temizlendi.(19)

21 gün geceli gündüzlü (22 gün de denir) süren ve tarihimize subay savaşı olarak da geçen Sakarya Meydan Muharebesi zaferle noktalandı.

Sakarya bir nevi Çanakkale idi. Geri çekilen düşmanın bir daha askeri olarak yeniden gelmeye cesaret edemeyeceği türden bir sonuç doğurdu. 2. Dünya Savaşı esnasında Hitler’in Türkiye’ye saldırmama kararında, bu sonucun etken olduğu ileri sürülür.

Sakarya aynı zamanda Türkler için 300 yıldır devam eden geri çekilmenin son, ileri atılmanın ilk durağı oldu.

DİPNOTLAR

1 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, s. 27. 
2 Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, s. 31-40. 
3 Atatürk, Nutuk, s. 431. 
4 Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da (1919-1921), s. 61. 
5 Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da, s. 59.
6 Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı (1919-1923), s. 280. 
7 Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali, 2. Cilt, s. 495:499. 
8 Yüzbaşı Midillili Ahmet, Birinci İnönü Muharebesinin İç Yüzü, s. 22. 
9 Zafer 
10 Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, s. 314. 
11 Selim Erdoğan, Sakarya, Türk Bitti Demeden Bitmez, Kronik Kitap, s. 331. 
12 Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, s. 347. 
13 Türk İstiklal Savaşı, Batı Cephesi, 4’üncü Kısım, s. 550, 551. 
14 Celâl Erikan, Kurtuluş Savaşı Tarihi, s. 240. 
15 Selim Erdoğan, Sakarya, s. 120, 121. 
16 Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, s. 409. 
17 General Papulas’ın Hatıratı, Çev: İbrahim Halil, Harb Akademileri Basımevi, 2. Baskı, s. 8. 
18 Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, s. 409. 
19 Türk İstiklal Harbi, II. Cilt, Batı Cephesi, 5. Kısım, 2. Kitap, s. 462:464.

Türk Halkı, Uşak Muamelesine Tahammül Edemez

Yeniden Teşkilatlanma ve Tertiplenme

Başkomutan, Batı Cephesi Komutanlığı’na ve Milli Savunma Bakanlığı’na iki direktif verdi: Biri takip harekâtı, diğeri ordunun yeniden teşkilatlanmasıyla ilgiliydi. Takip konusuna etkili olunamadı. Mevcut güç erimişti ve cephane tükenmişti.

Ordunun yeniden teşkilatlanmasına ilişkin emir, özet olarak kolorduların kurulmasına ilişkindi. Her biri üçer tümeni olan dört kolordu kuruldu. Sırasıyla Albay İzzettin, Albay Selahattin Adil, Albay Kâzım Özalp, Albay Kemalettin Sami kolordu komutanlıklarına atandılar. Dörder alaylı üç süvari tümeninden oluşan süvari kolordusu teşkil edildi. Komutanı Albay Fahrettin Altay oldu. Albay Halit Bey komutasında Kocaeli Grubu oluşturuldu.(1)

Genel seferberlik ilan edildi. TBMM’ye sunulan takdir listeleri aynı gün onaylandı.

Başkomutan, 14 Eylül günü yayımladığı bildiride şu hususlara vurgu yaptı:

Milletin hayat ve istiklaline kast eden düşman Sakarya gerisine atılmıştır. Ordu, sönmez bir azim ve yiğitlikle, vazifesini yapmaya devam etmektedir. Bu başarının ardında Anadolu halkının fedakârlığı yatmaktadır. Hür yaşamak ve saygı duyulmaktan başka kaygısı olmayan millet, meşru haklarını mutlaka elde edecektir. Ancak silahlar esas amaç gerçekleştirildikten sonra bırakılacağı için millet fedakârlığa devam etmelidir. (2)

Bu arada ilginç nokta, Yunan Ordu Komutanı General Papulas’ın yaşadığı başarısızlığı başarı gibi göstermiş olmasıdır. Güya Türk ordusu Sakarya doğusuna yeterince atıldıktan sonra Yunan ordusu kendi isteğiyle Sakarya batısına çekilmiş ve savunma düzeni almıştır(!). Ona göre, “Bu nazik ve zor girişimin bu kadar başarılı olmasına sebep, Türk ordusunun Sakarya harbinden önceki yenilgisidir”. (3)

Fevzi ve İsmet Paşalar, 14 Eylül günü TBMM Başkanlığına, Atatürk’e Mareşal rütbesi ve Gazilik unvanı verilmesini öneren telgraf çektiler. Meclis adına  2. Başkan, Başkomutan’a 17 Eylül günü kutlama telgrafı yolladı. (4)

Başkomutan 18 Eylül günü Ankara’ya döndü.

Meclis’te 19 Eylül günü yaptığı konuşma derslerle doluydu. Öncesiyle ve sonrasıyla “Sakarya Melhame-i Kübrası” yani “Büyük ve Kanlı Sakarya Muharebesi”ni özetledi. Başkomutan’ın ifadelerinden öne çıkan diğer hususlar şöyledir:

 - Fevzi Paşa’ya büyük övgüde bulundu: Gayretini öne çıkarmış, isabetli ve kıymetli tedbirlerine, manevi hasletinin ferahlatıcılığına yer vermiştir. “Adı geçenin hizmetleri, fevkalade takdire ve alkışlanmaya değerdir.”

- İsmet Paşa’nın komutanlığının hakkını verdiğini belirtti. Zekâsına, azmine, sevk ve idare becerisine vurgu yaptı.

- Grup, tümen, alay vb. komutanlarının fedakârlık, kahramanlık ve dirayetlerini vurguladı.

- Subayların kahramanlıklarını anlatabilmek için “bu muharebe subay muharebesi” tanımlaması yaptı; kalp ve vicdanı ile takdir etti.

- Erlerin kahramanlıkları için ölçü bulamadığını belirtti: “Türk neferi Anadolu muharebelerinin manasını anlamış, yeni bir ülkü ile muharebe etmiştir.”

“Böyle bir milleti bağımsızlığından mahrum etmeye kalkışmak hayal ile meşgul olmaktır”

Yeni ülkü ile açıklanmak istenen “vatan” kavramıydı...

 - “Böyle bir milleti bağımsızlığından mahrum etmeye kalkışmak hayal ile meşgul olmaktır.”

- Milli Savunma Bakanı Refet Paşa’ya da özel bir övgüde bulundu.

- Düşmanı mağlup etmek için sahip olunan kuvvet ve kudretin kaynağı mücadelenin haklılığındaydı: “Hakikaten, biz, milli sınırımız içinde hür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz.

- Hıristiyan halka adilane davranılmakta, aynı şekilde davranılmaya devam etme garantisi verilmekteydi: “Hıristiyan unsurlardan olanların İslam vatandaşlardan bir farkı yoktur. Aynı hukuka sahiptir ve sahip kalacaktır.”

- Harp taraftarlığı yoktu, barış taraftarlığı vardı: “Şüphesiz hukukumuzu temin edinceye kadar silahımızı elden bırakmayız.” Savaş, barış için yapılmaktaydı.

- Herkes bilmeliydi ki: “Türk halkı, TBMM ve onun hükümeti, uşak muamelesine tahammül edemez.”

- Müteakip adımın işaretini verdi: “Ordumuz, vatanımız dahilinde bir tek düşman neferi bırakmayıncaya kadar takip, baskı ve taarruza devam edecektir.” (5)

(Ankara, 20 Eylül 1921)

Gazilik Unvanı

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya TBMM tarafından 19 Eylül 1921’de “mareşallik” rütbesi ve “gazilik” unvanı verildi. Teşekkür konuşmasında, “(...) Dolayısıyla taltiflerinizin hakiki muhatabı yine ordunuzdur” demiştir. (6)

Bir gün sonra 20 Eylül’de orduya bir bildiri yayımladı. Bildirinin özünde savaşın diğer bütün savaşlara nazaran hayati önemi; askerlerine duyduğu derin saygının ifadesi vardı. Bu asil, civanmert ve kahraman askerlere kurtuluşu görmek nasip olmalıydı. Yani “henüz vazife bitmedi” dedi. (7)

Mustafa Kemal, Meclis’te yaptığı tarihi konuşmada, “Başkomutan olarak ilk manevi vazifemi yaptığımı zannederim” demiş ve devam etmiştir: “Ondan sonra maddi, mühim vazifelerim vardı. Onlardan biri, harp ve muharebe karşısında millete aldırmaya mecbur olduğum vaziyet idi.”(8)

Harp yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla birbirine karşı karşıya gelmesi ve çarpışmasıydı. Başkomutan, bu yüzden, “Bütün Türk milletini, cephede bulunan ordu kadar, fikren, hissen ve fiilen muharebe ile ilgili kılmalıydı”. Çünkü ona göre, gelecekteki harplerde başlıca başarı şartı, savaşı kamuoyuna maletmekten geçecekti. (9)

Gerçekten de halkından destek görmeyen savaşlar, ülkeler ve ordular için yıkım getirmiştir. Örneğin ABD ordusunun Vietnam savaşını kaybetmesine yol açan etmenlerden biri kamuoyu desteğini kaybetmiş olmasıdır. Yunanistan, Küçük Asya Seferi’ne çıkarken kendi içinde bile tam desteğe sahip değildi. Nitekim General Metaksas, “Yunanistan küçük ama onurlu ve müreffeh bir memleket olmak durumundadır, maceraya lüzum yok, İzmir’e çıkılmamalıdır” diyerek daha baştan karşı çıkmıştı.(10) Dahası, Anadolu içlerine doğru yapılacak harekâta da karşı çıkmıştı.

Atatürk’ten her gün yeniden çıkardığımız ders: Savaş haklı olmalı, hayati olmalı ve meşru olmalıdır. Millet, ordusuna tam destek vermelidir.

Zayiat Durumu

Türk ordusunun zayiatı 277’si subay, 5.436’sı er, toplam 5.713 şehit; 1.058’i subay, 17.422’si er, toplam 18.480 yaralı; 23 subay, 805 er, toplam 828 esir; 27 subay, 8.602 er, toplam 8.629 kayıp; 4 subay, 5.635 er, toplam 5.639 firar olarak belirlenmiştir. Toplam zayiat 1.389 subay, 37.900 er olmak üzere 39.289’dur. Şehit ve kayıpların toplamı (304 subay, 14.038 er) toplam 14.342’dir. (11)

Yunan ordusunun zayiatı 3.758 ölü, 18.955 yaralı, 354 kayıp olmak üzere toplam 23.067’dir. (12)

Yunan Genelkurmayı’nın kayıtlarına göre ise toplam zayiat 22.567’dir. (13)

Yunan tarihçi Spiridonos’a göre, Yunan Hükümeti’nin büyük güçler karşısına hemen çıkmak için düzenlediği Sakarya Seferi, 1921 yazında Yunanların bulabilecekleri çözümler içinde en kötüsüydü. Askerler iyi savaşmışlarsa da, kolordular arasında senkronizasyon gerçekleştirilememiştir. Yunan ordusunda felaketlere sebep olan gecikmeler yaşanırken, bu durum Türk ordusunda yaşanmamıştır. Uçaklardan elde edilmiş olan istihbarat çoğu kez hatalı olduğundan dolayı, hatalı kararlar alınmıştır. Tüm bunların sonucu olarak, Yunan askeri taarruz yeteneğini kaybetmiştir. (14)

Sakarya Meydan Muharebesinin Sonuçları

Siyasi sonuç: Fransa ve Sovyetler Birliği ile anlaşma getirdi. İtalya, Batı Anadolu’da işgal ettiği alanlardan çekildi. Bu şu demekti: Doğu Cephesi tam olarak emniyet altına alınmıştı. Güney Cephesi bir anlamda yarım savaş stratejisiyle zafere ulaştırıldı. Böylece kaynak öğütmekten kaynak sağlayan bir alan haline geldi; çünkü Mersin limanından yararlanma olanağı doğdu. Yeni asker kaynağı elde edildi. Çukurova’dan beslenme imkânı sağlandı. Bölgenin demiryolu bağlantısı önemli bir avantajdı.

Artık savaş tek cepheli hale getirilmiş oldu. En büyük sonuç buydu.

Sosyal ve siyasi alanda Ankara’ya destek arttı. Askeri anlamda yüksek moral ve kazanma duygusu, firarlar dahil her şeyi etkiledi.

Belki de en önemlisi, liderlik üzerindeki mutabakat pekişti.

Ayrıca, Enver Paşa’nın Anadolu’ya dönme beklentisini de büyük oranda ortadan kaldırdı...

Büyük Taarruz’a Giden Yol

(Sakarya Meydan Muharebesi'nde Türk topçular)

Sakarya Savaşı’ndan Büyük Taarruz’a kadar geçen süreyi nihai savaşa hazırlık devresi olarak nitelendirmek yerinde olacaktır.

Başkomutan, İtilaf Devletleri’nin adil bir barış önerisiyle gelmeyeceğini biliyordu. Bunu sağlayacak yegâne gücün Türk ordusunun süngüsü olduğunun bilincindeydi. Ancak hiçbir zaman barış istemekten geri durmadı. Bunun belgesi, 20 Kasım 1921 tarihinde Moskova Sefareti’ne yazdığı mesajdır.

Bu mesaj, Sovyet siyasetinin esaslarını ortaya koymaktadır. Buna göre, dostluğun şüpheye düşmesine fırsat verilmeyecek; karşılığında “mümkün mertebe çok silah ve para almak” esas olacaktır. Fransızlarla yapılan antlaşmanın kendilerine zarar getirecek hiçbir maddesi yoktur. Misak-ı Milli’de ısrar edilecektir. Bu, Sovyetler’in de yararınadır.

Ancak konumuzla ilgili yanı, mesajın 4. ve 5. maddelerinde açıkça yer almıştır: İngiltere’ye, Misak-ı Milli çerçevesinde barışa hazır olduğumuzun bildirilmesidir.(15)

Başkomutan barış arayışlarını içtenlikle benimsemiştir. İtilaf Devletleri’nin 22 Mart tarihli mütareke önerisine ilişkin 24 Mart 1922 tarihli Bakanlar Kurulu görüşmesinde açık bir tavır sergilemiştir: “(...) Dolayısıyla vereceğimiz cevap olumsuz değil, olumlu olacaktır. Müttefik devletlerde iyi niyet yok ise neticede olumsuz muamele onlardan vaki olmalıdır. Biz, yalnız onların teklif ettiği şartları kabul edemeyeceğimizden, karşı şartlar ileri süreceğiz. (...) Mütareke teklifini prensipte kabul ediyoruz. Ancak ordunun ikmalinden ve hazırlanmasından bir an geri kalınmayacaktır.”(16)

Netice alamayacağını bildiği için savaş hazırlığından geri durmamıştır: “Tam bağımsızlığımız temin olununcaya kadar düşmanlarla vuruşmak ve onları mağlup edeceğimize dair olan kati kanaatle muharebeye devam etmek...”(17)

Mütareke teklifine cevap hazırlanırken barış teklifi gelir. Teklif, Sevr’de önerilenlerden hallicedir! 5 Nisan 1922’de mütareke ve barışa ilişkin ana hatları aşağıda yer alan cevap verilir: Mütareke önerisi esas olarak kabul edilmiştir; fakat mütareke ile birlikte İzmir dahil, işgal edilen Anadolu toprakları dört ay içinde boşaltılmalıdır. Mütareke koşulları kabul edildiği takdirde, barış tekliflerini incelemek için, delegeler üç hafta içinde görüşmelerin yapılacağı şehre gönderilecektir.(18)

Müttefiklerce bu öneriye verilen yanıt “ret” olmuştur. Barış konusunda atılan adımlar sonuçsuz kalmıştır.

Savaş kararı meşru olmalıdır. Bütün barış arayışları boşa çıkmış olmalıdır. Savaşın sorumlusu ise karşı taraf olmalıdır.

Bunun için, verilmiş olan karar taarruzdur. Ancak taarruz tam hazırlıkla yapılabilecektir. Başkomutan’a göre yarım hazırlıkla, yarım tedbirle yapılacak bir taarruzu yapmamak yapmaktan daha iyidir. Netice alıcı bir taarruzu yapmak ise üç vasıtanın hazır hale getirilmesiyle mümkün olacaktır: Birincisi millettir. İkincisi Meclis’tir.

Üçüncüsü ordudur.(19)

Bu noktada, güncelliğini koruyan bir boyut taşıdığı için Atatürk’ten bize kalan en büyük derslerden birine yer verelim. Dikkat edilirse millet her şeyin önünde ve üstünde bir varlık olarak karşımıza çıkmaktadır; çünkü meclis ve orduyu yaratan kaynaktır. Meclis, hükümet, yargı, ordu, diğer kurumlar... Tamamı milletin varlığının devamını, refahını, huzurunu, güvenliğini, hukukunu güvence altına almanın vasıtasıdır.

O nedenle Atatürk, “iç cephe esastır” demiştir.(20)

Başkomutan artık bütün gayretini bu üçlünün önümüzdeki günlerin zor koşullarına yanıt verecek hale getirilmesine hasredecektir. Eğer bu üçlü doğru yönetilemezse doğru işler yapamaz ve doğru sonuçlar alamazdı. Bunun yolu liyakati her seviyede egemen kılmaktan geçmekteydi. Bunda başarılı olduğu içindir ki, başarılı olacaktı.

Özellikle orduya ilişkin hazırlıklara yer vereceğiz; ancak bu dönemin toptan bir özetini yapmak yerinde olacaktır. Başkomutan’ı merkeze alan bu özette ülkede ve çevrede yaşanan gelişmelere yer vereceğiz.

Başkomutan

(Çay, Afyonkarahisar, 30 Mart 1922)

Başkomutan Cephede

Başkomutan, “ordunun taarruz kararı”na ilişkin olarak 6 Mart günü Meclis’te bir konuşma yaptı. Aynı gece Batı Cephesi birliklerini denetlemek üzere yola çıktı. Bütün komutanlarla görüştü. Ordunun hazırlık seviyesi hakkında fikir edindi. Ankara’ya 17 Nisan’da döndü.

40 günlük bu süreçte Başkomutan bütün subaylarla temas etti. Çeşitli durumlar vererek manevralar yaptırdı. Birliklerin hazırlık seviyesini tespit etti. Komutan ve subaylarla yaptığı konuşmalarda adeta hem onların zihinlerini zafere hazırladı hem de muharebelere ilişkin tasavvurlarını ilk ağızdan aktardı.

Bu arada 14 Mart günü Akşehir’den Çay’a giderken 1. Ordu Komutanı’yla birlikte olduğu; “Orada trende İhsan Paşa ile görüştük. O, Afyon güneyinden taarruz fikrindedir”şeklinde defterine bir not düştüğü anlaşılmaktadır. Öneriyi kayda değer bulduğu bellidir.(21)

Henüz cephedeyken, Lenin’e 10 Nisan’da yazdığı mektupta, “Sovyetler’le dostluğun her zaman Ankara’nın temel politikası olacağını” ifade etti. Bu mektubun iki devlet arasındaki ilişkilerde önemli bir yeri oldu.

İngilizler Mayıs 1922 başında yaptıkları bir değerlendirmede, askeri durum üstünlüğünün Yunanlardan yana değiştiğini ileri sürmektedir. Ancak çarpışmalar yeniden başlarsa ne Türkler ne de Yunanlar başarı kazanabilecektir.(22)

Meclis’i Bilgilendirme

Başkomutan, Meclis’te 18 Nisan 1922 günü yaptığı konuşmada, Batı Cephesi’ne yaptığı ziyaret hakkında bilgi verdi. Esas olarak İtilaf Devletleri’nin yaptığı mütareke önerileri ve ordunun hazırlık durumuna temas etti. Şu ifadelerinin altını çizmeliyiz:

(...) Düşman durumunu yakından inceledim. Ordularımızı baştan nihayetine kadar teftiş ettim. (...) Emin olabilirsiniz ki, ordumuzun hiçbir neferi müstesna olmamak üzere, tamamı takip ettiğimiz mukaddes davayı tamamen idrak etmiştir. Ordularımız Türkiya’nın düşmanlarını anlamıştır, dostlarını da tamamen anlamıştır. Ne için muharebe ettiğini biliyor ve hangi neticeyi elde edinceye kadar muharebe zaruretinde olduğunu büyük bir sükûn ve vicdanla takdir ediyor. Arkadaşlar, yüce Meclis’inizin malum olan elim müşkülat içinde vücuda getirmeye muvaffak olduğu or- dular, gerçi Viyana surlarına dayanan eski Osmanlı ordularından biri değildir. Ancak sahip olduğu yüce ve insani mefkûre (ülkü) itibariyle onlardan daha yukarı meziyette, kıymette bir çelik parçasıdır (Yaşasın sesleri) (Şiddetli alkışlar). Türkiya Büyük Millet Meclisi hükümetinin ordusu istilalar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun veya bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır (Alkışlar). İnsanca ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin aynı mefkûreyle (ülkü) mütehassis (duygulanmış) ve yalnız onun emrine tabi ve sadık öz evlatlarından meydana gelen muhterem ve kuvvetli bir heyettir (Alkışlar).(23)

Böylesine güzel ve coşkulu bir konuşmada demedikleri dediklerinden daha önemliydi: Ordu henüz savaşa hazır değildi; ama hazır olma yönünde bir iradesi vardı. Savaşma azim ve iradesinin öneminin altı çizilmelidir. Askerin ne için savaştığını anlaması çok önemlidir. Başarı için vazgeçilmezdir. Bunun haberini vermesi önemliydi; çünkü askeri moral ve motivasyon olarak en üst seviyeye çıkaracak olan inancıdır. Bu inanç ne için savaştığının bilincinde olmasına ilişkindir.

Yunan Ordusuna İlişkin İddialar

O günlerde Yunan ordusunun çekileceğine ilişkin söylentiler Ankara’da ilgi uyandırmaktaydı. Bu bir aldatmaca mı yoksa gerçekleşme olasılığı olan bir durum muydu? Doğruluk payı varsa bu çekilme nereye kadar olacaktı? Bursa’ya kadar mı, İzmir’e kadar mı, yoksa Anadolu’nun tamamen tahliyesini mi kapsamaktaydı? Bu sorulara cevap ararken İstanbul’un Yunan ordusunca işgali gündemdeydi. Cepheden Trakya’ya kuvvet kaydırma söz konusuydu! Haberlerin doğruluğu var mıydı? Varsa kuvvetin büyüklüğü neydi?

Bütün bunların yanında Edirne ve Kırklareli’nin Yunanistan’a bırakılacağına dair karara varılması ne anlama gelmekteydi?

Süresiz Başkomutan

Başkomutanlık Yasası’nı görüşen Meclis, 20 Temmuz günü Başkomutanlığın süresiz olarak Gazi Mareşal Mustafa Kemal’in üzerinde kalmasına karar verdi. Karar öncesinde konuşan Başkomutan, “Ordumuzun manevi kuvveti en yüksek derecededir. Ordumuzun maddi kuvveti de fevkalade bir önleme ihtiyaç hissetmeksizin milli emelleri tam bir güvenle elde edecek seviyeye ulaşmıştır. Bu sebeple artık böyle bir yetkiyi sürdürmeye lüzum ve ihtiyaç kalmadığı kanaatindeyim” diyerek aslında taarruz zamanının geldiğini örtük bir şekilde müjdelemişti.(24)

Başkomutan aynı gece cepheyi denetlemek üzere Ankara’dan ayrıldı. Ayrılışından önce Fransız askeri ataşesiyle görüştü ve bazı bilgi talebinde bulundu.(25)

Cemal Paşa, Tiflis’te bir Ermeni tarafından vurularak şehit edildi. Bu ölümü, 4 Ağustos’ta Enver Paşa’nın şehadeti izledi.(26)

Taarruz Planı (Sad Planı)

Uzun zamandır üzerinde çalışılan “Taarruz Planı” artık olgunlaşmaktaydı. 27/28 Temmuz 1922 gecesi Akşehir’e çağrılan ordu komutanlarıyla plan üzerinde görüşme yapıldı. Takip eden günlerde Başkomutan, Genelkurmay Başkanı ve Batı Cephesi Komutanı plan üzerinde görüşmeye devam etti. Başkomutan 6 Ağustos günü Ankara’ya döndü ancak burada fazla kalmadı. 17 Ağustos’ta gizli olarak cepheye hareket etti. Her şey olgunlaşmış, son kararlar verilmişti. Konya’ya ulaştı. Burada çok değer verdiği Demiryolları Genel Müdürü Albay Behiç Erkin’in evinde kaldı.

DİPNOTLAR

1,2 Türk İstiklal Harbi, II. Cilt,Batı Cephesi, 5. Kısım, 2. Kitap, s. 278, s. 289, 290. 3 Dusmanis, Küçük Asya Harbinin İçyüzü, s. 159’dan aktaran TİH; II. Cilt, Batı Cephesi, 5. Kısım, 2. Kitap, s. 282. 
4 Utkan Kocatürk, KAG, s. 265. 
5,6,7 Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 11, s. 401:412.s. 407:412. s. 413, 414. 
8,9 Atatürk, Nutuk, s. 463. s. 464. 
10 İlber Ortaylı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, s. 160. 
11 Selim Erdoğan, Sakarya, s. 332. 
12 Genelkurmay Başkanlığı, Sakarya Meydan Muharebesi, Harp Tarihi Broşürü, Gnkur. Basımevi, s. 54. 
13,14 Nilüfer Erdem, Yunan Tarihçiliğinin Gözüyle Anadolu Harekâtı, s. 423. s. 425. 
15,16 Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 12, s. 94. s. 343. 
17,18,19,20 Atatürk, Nutuk, s. 473. s. 490, 493.s. 478:480. s. 480.
21 ATASE Başkanlığı, Atatürk’ün Not Defterleri VIII, Ankara, 2008, s. 46. 
22 Bilâl Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Cilt-IV, s. LXIV. 
23 Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 12, s. 382, 383. 
24 Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 13, s. 155. 2 Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 13, s. 157.