Dünkü yazımızda Mustafa Kemal Paşa’yı istifaya götüren süreci özetlemiştik. Bugün kendisinin 1918’de tekrar 7. Ordu Komutanı olarak atanarak bölgeye gelişini, yaşananları ele alacağız. Tabii diplomalı cahillerin bunları öğrenmek gibi bir niyetleri olmadığını biliyoruz. Biz işimizi yapalım ve öğrenme hevesi olanların açlığını gidermeye çalışalım…

Mustafa Kemal Paşa Karlsbad'da gördüğü tedavinin ardından İstanbul'a döndüğünde bir sürprizle karşılaştı. 7. Ordu Komutanlığı kendisine tebliğ edildi. Nablus'taki ordu karargâhına geldiğinde 1 Eylül 1918’di. Süratle birliklerini denetledi. Durumun vahametini satırlara şöyle döktü: “Suriye’yi baştan başa bir daha etüt ettim, muharebe hatlarını baştan sona gezdim. Kumandan, zabit, efradımızı gördüm. Sonuç şöyle özetlenebilir: Suriye acınacak bir hale gelmiştir. (...) Düşman birlikleri ve araçlarıyla kuvvetli, biz onun karşısında pamuk ipliği.” 

İki eski arkadaşı, ordunun iki kolordusunun başındaydı: Cephenin sağında Albay İsmet Bey’in 3. Kolordusu, solunda Ali Fuat Paşa’nın 20. Kolordusu vardı. 7. Ordunun sağında yani deniz tarafında 8. Ordu, solunda yani Şeria Nehri tarafında 4. Ordu savunma için tertiplenmişti. Kutsal topraklarda ise Fahrettin Paşa savunma halindeydi. Esasında Şam'da bir yıl önce yapılan komutanlar toplantısında kutsal toprakların boşaltılması askeri bir zorunluluk olarak karara bağlanmış ancak siyasi nedenlerle bu karardan cayılmıştı. Tabii sonradan bunun ne kadar yanlış ve pahalıya mal olduğu anlaşıldı ama iş işten geçmişti. 

Mustafa Kemal Paşa askerliğin gereklerini siyasi gereklerin önüne koyma dersini çok iyi aldığı içindir ki Kütahya-Eskişehir Muharebelerini kaybeden orduyu tereddüt etmeden Sakarya doğusuna çekme kararı vermiş, bu konuda ikilem yaşayan Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya, “Biz önce askerliğin gereğini yerine getirelim, siyasi yanını sonra hallederiz” demişti.

Liman Paşa’nın hataları

General Falkayn'dan Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığını (YOG) devralan Liman von Sanders Paşa düşmanın doğudan yani Şeria Nehri tarafından taarruz edeceğini değerlendirmiş, savunma tertibini de buna göre aldırmıştı. Oysa düşman batıdan gelecekti. Üstelik 8. Ordu Komutanı Cevat Paşa’nın, 22. Kolordu’nun 4 km. geriye çekilerek arkadaki bataklığın gerisinde tertiplenme önerisini de dikkate almamıştı.

İngiliz ordusundan kaçan bir Hintli askerin, düşmanın 19 Eylül’de deniz kıyısından saldıracağına dair verdiği bilgiyi de önemsememişti.

Gerçekte bütün bunlar doğru değerlendirilmiş olsaydı da sonuç pek farklı olamazdı. Yaklaşık 90 km. genişliğindeki cepheyi savunmak için daha fazla kuvvete ihtiyaç vardı. 

Tarafların güçlerindeki dengesizlik

Bütün cephede General Allenby ordusu büyük bir üstünlüğe sahipti. İngiliz ordusunun 78 bin tüfeği, 21 bin kılıcı, 450 topu vardı. Süvari üstünlüğü de önemli başka bir etkendi. Havada kesin üstündü ve muharebelerin seyrinde çok önemli rol oynadı. Ayrıca denizden harekâtı destekleme olanağı vardı.

Osmanlı ordusu 28 bin tüfek, 2.600 kılıç, 354 topa sahipti. Derinlikte tertiplenmiş himaye kuvveti ya da karşı taarruz yapacak ihtiyat birliği yoktu.

Sonuç olarak bütün cephede İtilaf kuvvetleri Türk kuvvetlerinin 3 katıydı. Türk kuvvetleri cepheye hemen hemen eşit olarak yayılmıştı. Oysa İngiliz komutan, kuvvetlerini netice almak istediği noktada toplayacak ve cepheyi yaracaktı. 

General Allenby kuvvetlerinin çoğunu 8. Ordu bölgesinde tertiplemek suretiyle bütün cephede 3’e 1 olan kuvvet üstünlüğünü bu bölgede 7’ye 1 oranına yükseltti. Nihayet bu ordunun 22. Kolordu karşısındaki taarruz gücünü 1’e 14 misline çıkardı. I. Dünya Savaşı’nın hiçbir cephesinde böylesine bir üstünlük sağlanamamıştı.

Böyle bir güç karşısında yarılmayacak bir cephe yoktu. Taarruz zamanını da kendilerince uygun bir zaman dilimi olarak belirledi. Zira Osmanlı Devleti, Toros tünellerinin hizmete açılması için tren akışının 10 gün boyunca durdurulmasını planlamıştı. İngilizler bu istihbaratı aldı ve planlamalarına dâhil etti. Ekim ayında bölge yağmurlu olacağı için birliklerini yağmur ve çamurun etkisine maruz bırakmadılar. 
Ayrıca Türk ordusunun geri bölgesinde Arapları kullanarak özellikle Dera bölgesinde 16 Eylül günü karışıklık çıkarttı. 30 kadar uçak bu bölgede hem tecrit harekâtı icra etti hem de istihbarat desteği sağladı. Demiryolları tahrip edildi. İngiliz casusu Lawrence, bir kısım Arap aşiretiyle birlikte eşgüdümlü hareket ediyordu. 

Asıl taarruz başlıyor (19 Eylül 1918)

İtilaf Ordusu’nun üç kolordusu taarruz kademesinde, süvari kolordusu ihtiyatta olarak taarruz düzeni almıştı. Asıl taarruzu batıda 21. Kolordu ve Süvari Kolordusu yaptı. Merkezde 20. Kolordu, sağ kanatta ise Chaytor Grubu görevliydi.  
General Allenby’nin ordusu, 8. Osmanlı Ordusu’nun 22. Kolordusu cephesini çok kısa sürede yardı. Hemen bütün cephede komuta yerleri topçu ya da uçaklarca ateş altına alındı. İletişim sorunu daha ilk gün etkisini gösterdi.

Süvari birlikleri de iki farklı maksatla taarruza iştirak etti. Kuzeye Liman von Sanders Paşa’nın Nasıra’daki karargâhına yönelenler çevirme yaptı. Daha erken doğuya dönenler Tulkerem’deki 8. Ordu, Nablus’taki 7. Ordu komuta yerlerini hedef alan kuşatma kollarıydı.  

Cephesi yarılan 8. Ordu birliklerinin bir kısmı kuzeydoğuya doğru çatışarak çekildi. İhtiyattaki 46. Tümen’in taarruzları bu çekilmeyi himaye etmeye çalıştı. 

İlk gün 7. Ordu bölgesini başarıyla savundu. Ancak 19 Eylül gecesi 10 km. kadar geriye çekildi. 4. Ordu’nun Şeria doğusundaki unsurlarına herhangi bir saldırı olmadı. 

20 Eylül günü sabahı Liman von Sanders Paşa’nın Nasıra’daki karargâhı baskına uğradı. Telsiz telgraf istasyonu kendi mürettebatı tarafından imha edildi.    Liman von Sanders Paşa ve bir kısım personel hayatlarını zor kurtulabildiler. Şam’a varıp birlikleriyle irtibat kuruncaya kadar da Türk kuvvetleri başsız kaldı. O gün 2 bin Osmanlı askeri esir düştü.

8. Ordu dağılmıştı. Küçük çaplı çatışmalar oluyordu. Kurtulan unsurlar kuzeydoğuya doğru çekilmesi gerekirken 7. Ordu bölgesine, doğuya doğru çekiliyordu. 

E. General Şükrü Mahmut Nedim, İngilizlerin gözünden savaşın ilk iki gününe ilişkin taktik resmi çok net yansıtmış: “General Allenby, 36 saat içerisinde süvarileri sayesinde Türklerin tüm geri çekilme yollarını kesmeyi başardı. 20 Eylül tarihinden itibaren her taraftan kuşatılan Türk birliklerinin içine düştükleri torbanın ağız ipleri İngiliz süvarilerince çekilmeye başlandı.” (Şükrü Mahmut Nedim, Filistin Savaşı, s. 150)

Ayrıca ilginç bir değerlendirmesi var: “Nablus istikametine doğru çekilen 7. ve 8. Orduların iki geçiş yolu vardı. Biri kuzeydoğu istikametinden Bisan’a, diğeri güneydoğu istikametinden Damiye köprüsüne kadar uzanıyordu. Ancak, çekilme harekâtından önce, 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, Nablus-Bisan arasında üçüncü bir yol açtırmış ve bu yolun her türlü araç geçişine müsait olmasını sağlamıştı. Türk birliklerinin geri çekilmesi için sadece bu yol açık kalmıştı. Bu yol bile kesilme tehdidi altındaydı. Çünkü İngilizler süratle bu yola doğru ilerliyorlardı.” (agy)

Bu noktada Mustafa Kemal Paşa’nın olabilecekleri görüp kısa sürede geri çekilme yolu inşa ettirmesi, onun engin öngörü ve tedbir alma kapasitesini yansıtmaktadır.

Mersinli Cemal Paşa’nın komuta ettiği 4. Ordu çekilme emrini öğleden sonra aldı ama harekete geçmek için 21 Eylül akşamını bekledi.  Oysa hemen hareket etmeli ve Şeria Nehri üzerindeki geçitleri tutarak çekilen birlikleri himaye etmeliydi. Ama öyle yapmadı. Bedeli de ağır oldu.

Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz sonrası esir edilen General Trikupis’e, “Yenilmeyecek komutan yoktur, siz görevinizi yaptınız, müsterih olun” demişti. Maksadı adı geçeni teselli etmek de olsa, O, savaşın iki temel bacağının yani maddi ve manevi unsurlarının yeterince güçlü ve hazır olmadığı takdirde komutanlık becerisinin yetersiz kalacağını biliyordu. I. Dünya Savaşı boyunca yaşadıklarından öğrenmiş, okullarda öğrendiklerinden dolayı da Napolyon’un bile yenildiğini örnek olarak vermişti. 

Bütün bu yaşananları kaç kişi biliyor? Oysa bizim tarihimiz ve hepimiz bilmek zorundayız. Osmanlı’nın yaşadığı dramı günümüzde Filistinliler yaşıyor. Acaba sebebi nedir, bu bir kader midir, diye neden sorgulanmıyor? Çünkü kaynağından öğrenme yani gerçeği bilme ve sorgulama kültürü inanç merkezli toplumlarda gelişmiyor. Hele hele cumhuriyet kültürü tu kaka edilmiş ve cehalet örgütlü hale gelmişse… Ulusal kahramanlar bile birilerinin oyuncağı haline geliyor. Özellikle “Keşke Yunan kazansaydı” diyenlerin ve onların ardıllarının… 

Bu acı muharebenin devamı yarın…