Birkaç haftadır “taca çıkan” normalleşmenin yansımalarını AK Parti kulislerinden yazıyordum. CHP’den ise sadece “son anketlerde” hala önde çıkması üzerine birkaç not iliştirmiştim. 

Son birkaç haftada kamuoyuna sızan ve paylaşılan onca anketten CHP hep birinci parti olarak çıktı. Bazı anketler farkı birkaç puan olarak gösterirken, 3-5 farklık bandı işaret eden sonuçlar da gördük. 

Bu anketlerin ortaya çıkmasından hemen önce ise CHP’nin eski lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kimi açıklamalarını izledik. Bu açıklamaların bir kısmı Türkiye’deki genel siyasi hava üzerine olsa da bir kısmı açıkça CHP’nin mevcut politikalarını ve CHP’nin mevcut lideri Özgür Özel’in stratejisini eleştiriyordu. 

Bu hafta itibarıyla ise katliam yasası ve ekonomik kriz gibi gündemlerin yanı sıra CHP’nin Eylül ayında yapılması beklenen tüzük kurultayı tartışmalarına şahit olmaya başladık. İddiaya göre Kılıçdaroğlu cephesi hazırlık yapıyordu ve “normalleşme” tartışması salona yansıyabilirdi.  

Sıralı bakıldığında hayli farklı bir şema. 

Önce normalleşme, sonra itirazlar, peşi sıra anketlerde CHP’nin güncel birinciliği ve tüzük kurultayı ile tartışma içeren bir kapanış. 

Bunların hepsi birkaç ay içinde oldu ve CHP’nin birinci parti olarak anket sonuçlarına yine damga vurmasından daha fazla ele alındı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elindeki figür ve çözüm darlığı sebebi ile aylar geçmesine rağmen oylarını artıramaması da arada kaynamaya başladı. 

Partinin “bir kanadı” olarak işaret edilen kimileri “Normalleşme ile Erdoğan vakit kazandı” derken, anket sonuçlarını işaret edenler “İletişim önemli, kaybetmiyoruz” yanıtını verdi. 

Tüm bu kısa özet, CHP’nin hangi sınavı vermesi gerektiği sorusunda düğümleniyor. Parti, aşağıdaki dört seçenekten birini dikkate almak zorunda. 

1-40 yılın en başarılı döneminde “önceki başkan/kadrolar hesaplaşması” yapılmaya itilecek.

2-Normalleşme/baskı eğrisine devam edilecek.

3-Erdoğan’ın figür, çözüm ve nitelik eksikliği çektiği bu dönemde mevcut kadrolarını parlatmaya devam edecek. 

CHP lideri Özel ilk seçiminden zafer çıkaran stratejisi, normalleşme adımları, belirli aralıklarla düzenlediği mitingleri ve yavaştan ısıttığı erken seçim talepleri ile yürüyor. 

Daha bilinmeyen kısım ise belediyelerde… 

İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları da hayli fazla ekiple iletişim halinde.

Onlar da danışman kadrolarından hemşehri dernekleri hakimiyetlerine, Kent Konseyi’ne davetlerden genel siyaset çıkışlarına kadar ciddi ağırlık merkezleri. 

Nasıl hazırlandıklarına örnek olması açısından birkaç isim verelim.

İlga edilen veya içi boşaltılan ortak kent platformlarını yeniden kurup ayağa kaldıran İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları, davette bulunarak kent konseyi koltuklarında yol gösterici, danışmanlıklarda ise belirleyici oldu.

Mesela Ekrem İmamoğlu… Son danışmanları Gelecek Partisi’nde siyaset yapmış Serkan Özcan ile İyi Parti’de siyaset yapmış Ece Güner. 

Kent Konseyi’nde de dikkat çekici tercihler var. Ekonomistler, şehir plancıları, hukukçular, yazarlar ve sanatçılar yer alıyor. Emre Alkin, Mert Fırat, Nazan Moroğlu birkaç örnek sadece…

Kendisini ülkücü olarak tanımlayan birçok isimle de temasta İmamoğlu. Son olarak Zabıta Daire Başkanı olarak Trabzon’un eski Emniyet Müdürü Metin Alper’i tercih etmesi de bu temasların sonucu olarak görülüyor. 

Keza Mansur Yavaş…

Ankara Kent Konseyi’nde Zeki Sezer, Ayfer Yılmaz gibi eski bakanlar da var, Onur Kurulu’nda Ömer Koç, Mehmet Haberal gibi isimler de.

Dahası var.

Yavaş’ın 2019’da mazbatayı teslim aldığı AK Partili eski başkan Mustafa Tuna da orada. 

Görünen o ki, tepede Özel’in attığı adımlar ve yaptığı hamleler, iki belediye başkanı tarafından belediye kadroları ve yakın temas kurullarıyla da besleniyor. 

Her tercih, geleceğe yatırım. 

Bu yüzden CHP’nin geçmiş/iç hesaplaşmalardan çok güncel anket sonuçları ile alakadar olması ve tüm siyasi figürleriyle yürümesi kendileri açısından en pragmatik seçenek gibi duruyor.