Adı konulmamış “süreç”in Güneydoğu illerimizde yarattığı hava nasıl? Mardinli akil insanlardan emekli öğretmen Abdullah Kapan’la, gelişmeleri yakından izleyen, yorumlayan avukat Sertaç Eke’yle, yörede olup bitenleri okuyan meslektaşlarımla konuştum. En çok dikkatimi çeken, DEM Parti milletvekillerine duyulan öfke oldu. Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk, Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan, bazı ilçe belediye başkanları görevden alındığında, CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bazı genel başkan yardımcıları, milletvekilleri uygulamayı protesto etmek, DEM’lilere destek olmak için il ve ilçelere gitmelerine rağmen, benzer sıkıntıyı yaşayan CHP’liler olunca, DEM’liler bunu “yok” sayıyor.

İstanbul’da CHP’li belediye başkanları birer birer tutuklanırken, DEM Eş Başkanları, milletvekilleri, hatta il örgütünden kimsenin CHP’lilerin yanında durmaması en çok eleştirilen konuların başında geliyor. Hakkında her gün soruşturmalar açılan Ekrem İmamoğlu’nun ve diğer başkanların yalnız bırakılması eleştirilirken, “Demokrasiye sahip çıkılacaksa hep birlikte çıkılmalı. Niçin haksızlığa uğrayan CHP’li başkanın yanında yoklar” sözlerini sıkça duydum.

DUR BAKALIM NE OLACAK?

“Süreç”in bölgenin ana konusu olduğu söylenemez. Bu konuyu gündeme getirenler, “temkinli ve tedbirli” konuşuyor, sözlerini “Dur bakalım ne olacak” diye bitiriyorlar. Açıkçası, Suriye’deki gelişmeler, özellikle Rojova’nın statüsünün ne olacağıyla daha çok ilgileniliyor. Tutuklu örgüt mensupları ve onlarla bağlantılı olduğu öne sürülen siyasilerin durumu da merak ediliyor.

İçeriği bilinmese de, “İyi şeyler olacak” beklentisi içinde olanlarda da bir güvensizlik var. Halkın isteği demokratik bir şekilde herkesin hak ve hukukunu koruyan Anayasal haklara kavuşulması. ABD ve İngiltere’nin planlarının önemli olduğunu düşünüyorlar.

Bölgemizde yaşanan siyasal dönüşümler, yalnızca Türkiye’nin iç barışını tesis etme yönündeki çabaları, bölgesel dinamiklerden ve uluslararası aktörlerin stratejilerinden bağımsız düşünülemez. MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin çağrısıyla gündeme gelen İmralı görüşmeleriyle somut bir aşamaya ulaşan süreç, ülkemiz adına hem büyük bir fırsat hem de gelecek açısından kritik bir dönüm noktası olarak görülüyor. 

SÜREÇ DOĞAL MI, YAPAY MI ?

Konuşmalarımızda sıkça kullanılan “barış” sözcüğü oldu. Barış ancak adalet üzerine inşa edilirse kalıcı olur. Sadece ateşkes ile sağlanan sessizlik, gerçek bir barış değildir; aksine, bastırılmış bir sorunun ilerleyen yıllarda daha büyük krizlere yol açmasına sebep olabilir.

Hiç şüphesiz, terörün sona ermesi, silahlı yapıların faaliyetlerini durdurması ve toplumsal barışın sağlanması herkesin temennisi. Avukat SertaçEke, bölgede yaşananları bize şöyle yorumladı:

“Sürecin zamanlaması dikkat çekicidir. Bir yandan barış ve kardeşlik söylemleri güç kazanırken, diğer yandan siyasi kutuplaşmanın derinleşmesi, bazı kesimlerde sürece yönelik kaygılara neden oluyor. Kayyum atamalarının hızlandığı, muhalif siyasi liderlerin, akademisyenlerin tutuklandığı ve basın özgürlüğü tartışmalarının yaşandığı bir dönemde, sürecin demokratikleşme bağlamında ne ölçüde etkili olacağı konusunda farklı görüşler ortaya çıkıyor. Bu yönü ile sürecin doğal bir süreçten çok, yapay bir süreç olma ihtimalini güçlü kılıyor.”

ULUSLARARASI BOYUTU VE BÖLGESEL DENGELER

Türkiye’de yürütülen süreci, yalnızca iç politik gelişmeler çerçevesinde değerlendirmek, eksik bir bakış açısı olur. ABD ve İsrail’in başta Suriye ve İran’a karşı yürüttüğü stratejiler, yalnızca ekonomik yaptırımlarla sınırlı kalmayıp askeri ve siyasi hamlelerle bölgedeki dengeleri değiştirmeye yönelik kapsamlı planlar içeriyor. Suriye, bu stratejinin en kritik noktalarından biri haline geldi. Irak’takine benzer “Bölgesel Kürt Yönetimi” kurma çabaları açıkça gözleniyor. Gelişmeleri yakından izleyen Sertaç Eke’nin yorumu şöyle oluyor:

“Bu noktada, PKK’nın Türkiye’deki faaliyetlerini sonlandırma ihtimali ile Suriye’deki olası kazanımları arasındaki bağlantı dikkate alınmalı. Çünkü terör örgütünün taleplerini ve politik duruşunu belirleyen en önemli faktörlerden biri, bölgesel dengelerin kendi lehlerine nasıl şekillendiğidir. Türkiye açısından en kritik nokta, sürecin doğrudan, önce Suriye, gelecekte de İran’a karşı bir hamle olarak okunup okunmayacağı. Bölgedeki istikrarın korunması, ancak Türkiye’nin kendi ulusal çıkarlarını önceleyen, dış baskılardan bağımsız bir strateji geliştirmesiyle mümkün.” 

BÖLGE HALKININ BAKIŞI  VE TOPLUMSAL TEPKİLER

Bölge halkı, yıllardır silahların susması umuduyla yaşarken, defalarca kesintiye uğrayan süreçlerin yarattığı hayal kırıklığını da içinde taşıyor. En temel arzu huzur, adalet ve güven içinde yaşamadır. Ancak bölge insanı, geçmişin gölgesinde, ihtiyatlı bir bekleyiş içinde. Bunun nedenini Sertaç Eke şöyle anlattı:

“Çünkü daha önce de umutlar doğmuş, fakat bu umutlar, siyasi dalgalanmalar ve güven zeminini zayıflatan adımlar nedeniyle boşa çıkmıştı. Bu sebeple, halkın barış sürecine bakışı, yalnızca bir tarafın attığı adımlarla değil, sürecin ne kadar şeffaf, samimi ve sürdürülebilir olduğuyla doğrudan ilişkili. Örgüte yakın çevrelerin bile sürece mesafeli durduğu ancak gelişmeleri yakından takip ettiği ve temkinli oldukları görülüyor.”

Bugün verilecek kararlar, yalnızca bugünü değil, geleceği de belirleyecek. Gerçek ve kalıcı bir bir süreç ancak halkın iradesiyle ve adaletin rehberliğinde inşa edileceği göz ardı edilmemeli.