ANALİZ

Güvenli seçimin ruhuna Fatiha


Tek adam rejiminin sakıncalarını anlatırken bunlar hep konuşuldu aslında.
“Ben dememiş miydim?” havasına girmek istemiyorum ama ben de çok söyledim bunları.
31 Mart 2019 Pazar günü tarihi bir seçim yapacağız.
Muhalefet bu kez çok umutlu.
Özellikle Ankara ve İstanbul’u kazanarak AKP iktidarına ama aslında doğrudan saraya ağır bir darbe vurulacağına inanıyor.
Bu gerçekleşirse Erdoğan büyük yara alır.
İktidardan elbette düşmez ama kimyası bozulur, zaten çok zor yürüttüğü yönetme yetisini büyük ölçüde kaybeder.
Tabii “gerçekleşirse” kelimesini altını çizerek yazmak istiyorum.
Çünkü bunun gerçekleşmemesi için her şey yapılıyor.
Seçimler herkes ve her kurum için belli kurallar içinde yapılacak.
Ama bir kişi bu kurallara uymak zorunda değil.
Ve o kişi kurallara uymadığında her şey çok farklı olacak.
Yüksek Seçimi Kurulu’nun açıkladığı ve kamuoyunda “seçim yasakları” olarak bilinen metinde şöyle yazıyor;
“Seçim propagandasının başlangıç tarihinden oy verme gününü takip eden güne kadar olan süre içinde, devlet, katma bütçeli idareler, il özel idareleri, belediyelerle bunlara bağlı daire ve müesseseler, iktisadi devlet teşekkülleri ve bunların kurdukları müesseseler ve ortaklıkları ile diğer kamu tüzel kişilikleri ve Bankacılık Kanunu’na tabi teşekküllere ait kaynaklardan yapılan iş ve hizmetler dolayısıyla, (açılış ve temel atma dahil) törenler tertiplenmesi, nutuklar söylenmesi, demeçler verilmesi ve bunlar hakkında her türlü vasıtayla yayınlarda bulunulması yasak olacak.”
Bu tür önlemler seçimlerin adil geçmesi için özellikle iktidara karşı alınmıştır.
İdari erki elinde tutanlar seçimlerde avantaj sağlamasınlar diye vardır bu kurallar.
Bu yasaklar “kamu yararına çalışan dernek ve vakıfları da” kapsar ki seçmenin oyunu etkileyebilecek girişimlerde bulunulmasın.
Yine aynı süre içinde bakanlarla milletvekilleri yurtiçinde yapacakları seçim propagandasıyla ilgili gezilerde makam otomobilleri ile devlete ait araçları kullanamaz, protokol gereği olan karşılama ve uğurlama törenlerini gerçekleştiremez yemek davetleri de veremez.
Her seçim öncesi Tayyip Erdoğan’ın kazanması için mutlaka bir “hukuki!” önlem alan Yüksek Seçim Kurulu, bu kez de yine sahne aldı ve sarayın hiçbir yasağa uymak zorunda olmadığını açıkladı.
Erdoğan bir protokol cumhurbaşkanı değil.
İcrayı ve devletin tüm erkini tek başına elinde tutuyor.
Bu durumda Türkiye’deki bütün kişi ve kurumlara yasak koyup da sadece Erdoğan’ı serbest bıraksanız hiçbir seçim yasağının uygulanması mümkün olmayacaktır.
Partisi adına bütün gezi, açılış, tören, davet, organizasyon ve propaganda konuşmalarını sadece Erdoğan yapıyor.
Ona hiçbir yasak uygulanmayınca ortada yasak da kalmıyor.
Muhalefet başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere devletin bütün gücüne karşı mücadele etmek zorundadır ki bunu hakkıyla başarabilmesi herhalde çok zordur.
Muhalefet eğer bu koşulları kabul ederek seçime giderse seçim yapmanın veya yapmamanın bir anlamı kalmaz ama belki biz seçimler için “Fatiha” okuruz.

YENİ ÖĞRENDİM

Bedelsiz başvuruları önceki beş uygulamanın toplamına iki kat fark atmış


Milliyetçiliğin hatta “fetih hayallerinin” tavan yaptığı bir dönemde “ibret verici” bir bilgi düştü önüme.
Bu bilgiyi Meclis’in en çok soru soran milletvekili Ömer Fethi Gürer’in Milli Savunma Bakanı’na sorduğu soru üzerine öğrendim.
Gürer, Hulusi Akar’a “Bedelli askerlik uygulamasından kaç kişi yararlanıyor?” diye sormuş. Kasıma kadar 713 bin 653 başvuru olduğunu belirterek “634 bin 80 kişi ödeme yaparak askerlik şubelerine dekontlarını teslim etmiştir. Her yıl askerlik yükümlülüğüne giren yaklaşık 700.000 kadar kişi bulunmaktadır” demiş.
Hulusi Akar 2018 yılına kadar bedelli askerlik uygulamasının beş kez uygulandığını ve 397 bin 97 kişinin bundan yararlandığını da belirtmiş.
Demek ki toplumda “savaşalım, hadlerini bildirelim, mahvedelim onları” sesleri yükseldikçe bir taraftan da “askerlikten sıyırma” çabaları da artıyor.

ÇOK GÜLDÜM

Pazartesi fıkrası


İki idam mahkûmu başlarını kesecek olan celladın peşinden infaz yerine doğru yürüyormuş.
Mahkûmlardan biri “Şeytan diyor ki” demiş diğerine, “Git şu cellat denen herifin kafasına geçir bir tane.”
Diğer mahkum hışımla dönmüş “Hay Allah müstahakını versin” demiş “Adam olmayacaksın sen, başımıza ille bir dert mi açmaya çalışıyorsun yine?”
Bu fıkrayı anlattığımda politik çıkarımlar yapmak isteyenler oldu. Hiç sesimi çıkarmadım. Bilmem belki siz de bazı politik çıkarımlar yaparsınız. Karışmam ben.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Hep “ben” demiş de sor bakalım neden demiş?


Son seçimlerde CHP listesinden Meclis’e giren AKP’nin “kurucu beşlisinden” biri olan Abdüllatif Şener eski partililerini çok kızdırdı.
Bütçenin sonuna gelindiğinde CHP adına kürsüye çıkan Şener kendisinin de yönetimde olduğu dönemle bugünü karşılaştırarak AKP’ye ağır eleştirilerde bulundu.
Yandaş/fedai medya Abdüllatif Şener’in sözlerine verilecek cevap bulamayınca çok iyi becerdiği “kişilik kirletme” operasyonuna soyundu.
Neymiş; Şener 30 cümlede 40 kere ben demiş.
Konuşmayı dinlerken çok dikkat etmemiştim sonra okudum. Doğru.
Ama istifa edene kadar AKP iktidarında ekonomiyi yöneten Şener bakın bunu nasıl demiş;
“Cumhurbaşkanı ‘Tuvalet 1 milyon liraydı bir liraya düşürdük’ demişti. O, 1 milyon lirayı, 1 liraya düşüren benim. Eğer ben olmasaydım Sayın Cumhurbaşkanı, 1 milyon liralık tuvaleti 1 liraya düşürdüğüyle övünemezdi. 2008-2018 arasında hiçbir başarı öykünüz yoktur. Dolar, ben geldiğimde 1 lira 60 kuruştu, 2007’de bırakırken 1 lira 17 kuruşa düştü. Siz şimdi 5 lira 30 kuruşa çıkardınız. Faiz 62’ydi, 18’e bırakarak gittik, şimdi 22-24 bandında dolaşıyor. 2003 ila 2007 arasında Türkiye’nin ortalama büyüme oranı yıllık yüzde 7’dir. Ben bıraktıktan sonra, 2008-2018 arasında yüzde 3 civarındadır. Sizin hepinizin bana minnet borcu var. Ben olmasaydım hiçbiriniz burada olmazdınız. Altından benim olduğum dönemi çıkarırsanız çırılçıplak kalırsınız.”
Yanlış mı Şener’in söyledikleri?
Dolar faiz bu düzeyde değil miydi?
Cevap bulamayınca “Bu adam ne çok da ben diyor böyle” diyorlar.