Yıl­maz Er­do­ğan ve Cem Yıl­ma­z’­a kö­tü bir ha­be­rim var

Rus­sell Cro­we­’un bir TRT di­zi­si­ni an­dı­ran “Son Umut / Wa­ter Di­vi­ne­r” isim­li fil­mi­nin frag­ma­nı geç­ti­ği­miz haf­ta ya­yın­lan­dı. Bu fil­min bi­zi il­gi­len­dir­me ne­de­ni bil­di­ği­niz gi­bi Cem Yıl­maz ve Yıl­maz Er­do­ğa­n’­ın oyun­cu kad­ro­sun­da yer al­ma­sı ve Türk si­ne­ma­sı­nın ni­ha­yet o Holl­ywo­od’­da bek­le­nen çı­kı­şı ya­pa­ca­ğı­na da­ir inan­cı­mız.
Ne ya­zık ki yi­ne Tür­k’­e Türk pro­pa­gan­da­sı ola­rak ka­la­cak. Fil­mi Ame­ri­ka­lı­la­r’­ın iz­le­ye­ce­ği bi­le şüp­he­li çün­kü.
Ola­yı baş­tan ala­lım.
Rus­sell Cro­we ilk yö­net­men­lik de­ne­me­si olan “Wa­ter Di­vi­ne­r”­ın 10 da­ki­ka­lık bir bö­lü­mü­nü ge­çen ma­yıs ayın­da Ame­ri­ka­’nın en bü­yük ya­pım­cı­sı Har­vey We­ins­te­in‘­e iz­le­ti­yor. We­ins­te­in top­lam 75 Os­ca­r’­ın sa­hi­bi, 303 ke­re de aday ol­du. Ay­nı za­man­da Ame­ri­ka­’nın en önem­li da­ğı­tımcı­la­rın­dan bi­ri, Holl­ywo­od’­da Tan­rı se­vi­ye­sin­de.
Can­ne­s’­da­ki gö­rüş­me­den son­ra Holl­ywo­od ba­sı­nın­da We­ins­te­in’­in film­den çok et­ki­len­di­ği, bü­yük ih­ti­mal­le da­ğı­tı­mı üs­te­le­ne­ce­ği­ne da­ir ha­ber­ler çı­kı­yor. Film­le­ri sa­de­ce Os­car ya­rı­şı­na gö­re se­çen, hat­ta ba­ğım­sız film­le­ri bi­le is­te­di­ği gi­bi ye­ni­den kur­gu­la­ta­cak ka­dar güç­lü We­ins­te­in‘­in eli si­hir­li. Öy­le ag­re­sif kam­pan­ya ya­pı­yor ki, en güç­lü aday­la­ra kar­şı Os­ca­r’­ı onun ya­pım­la­rı ka­za­na­bi­li­yor. “S­ha­kes­pe­are in Lo­ve­”ı ha­tır­la­ya­nı­nız yok ama en iyi film ödü­lü­nü al­mış­tı.
We­ins­te­in’­ın fil­mi al­ma­sı de­mek ha­ki­ka­ten de fil­min ödül se­zo­nun­da id­di­alı olac­ağ­ı an­la­mı­na ge­lir; Cem Yıl­maz ve Yıl­maz Er­do­ğa­n‘­a en azın­dan kır­mı­zı ha­lı­da yü­rü­me fır­sa­tı do­ğu­ra­bi­lir. An­cak bu ko­nu bir da­ha hiç gün­de­me gel­mi­yor.
Ta ki ay­lar son­ra, 9 Ka­sı­m’­da Cro­we­‘un at­tı­ğı bir twe­et’­e ka­dar. Fil­mi me­ğer­se War­ner Bros. al­mış ve viz­yon ta­ri­hi bel­li ol­muş. Bu ay­nı za­man­da We­ins­te­in’­ın fil­mi al­ma­dı­ğı an­la­mı­na da ge­li­yor. Bel­li ki be­ğen­me­miş, zi­ra da­ğı­tım­cı­lar bu fil­me sa­hip ol­mak için ka­vuş­ma­dı. Bel­li ki ara­dan ge­çen za­man­da Cro­we zar-zor fil­mi viz­yo­na so­ka­cak bi­ri­ni bul­du.
War­ner Bros. da­ha ön­ce bir­lik­te ça­lış­tı­ğı Cro­we­’a jest ol­sun di­ye fil­mi da­ğıt­ma­ya ka­rar ver­miş sa­de­ce.
Türk iz­le­yi­ci­le­ri, Avus­tral­ya ve Ye­ni Ze­lan­da­’y­la bir­lik­te bu yıl so­nun­da fil­mi iz­le­ye­cek. Ama Ame­ri­kan iz­le­yi­ci­si ta 24 Ni­sa­n’­da ka­vu­şa­cak. O da sa­de­ce bel­li baş­lı şe­hir­ler­de (Los An­ge­les ve New York), bü­tün ül­ke­de viz­yo­na gir­me­ye­cek. Ocak ayı Holl­ywo­od tak­vi­min­de Os­car ada­yı ol­mak için ye­te­ri ka­dar iyi ol­ma­yan film­le­re ay­rı­lır. Şu­ba­t’­ta Sev­gi­li­ler Gü­nü ve­si­le­siy­le aşk film­le­ri viz­yo­na gi­rer. Mart-Ni­san ise va­sat ro­man­tik ko­me­di­le­re ve el­de­ki ka­lan mal­ze­me­le­re ada­nan ölü bir se­zon­dur. Viz­yon, Ma­yıs ayın­da bü­yük büt­çe­li ak­si­yon film­le­riy­le do­lu ola­ca­ğın­dan Ni­sa­n’­da ade­ta özel­lik­le sa­lon­la­ra ni­te­lik­li film gir­mez.
İş­te Rus­sell Cro­we­‘un fil­mi böy­le bir or­tam­da da­ğı­tı­la­cak, da­ğı­tıl­dı­ğı gi­bi unu­tu­la­cak. Za­ten o frag­ma­nı gö­rür gör­mez in­sa­nın unu­ta­sı ge­li­yor.
Üz­gü­nüm.

Türkler için New York rehberi-2

Sushi sever misiniz?

Sushi modasının yeni başladığı yıllarda bir tanıdığım “Ben genelde balıksız olanlarını seviyorum” demişti. Hala hatırlar gülerim; lokantaya gidip “Çikolatalı sufle istiyorum ama sufle’siz olsun” diyen müşteriyi hatırladığım gibi.
Türkler balıksız sushi’yi aştılar, çiğ balık yeme fikri de eskisi kadar itici gelmiyor.
Reha Muhtar’ın Show TV’de özel garsonu vardı, her öğlen bir tabak hazırlar, yarısına Çin yemeği, yarına sushi koyardı. Bir gün garson işten atıldı, sebebi kendi deyimiyle “Reha Bey’in ‘şuşisine’ yanlış soya sosu getirmesi”ymiş.
Bu kadar ince ayrıntılara bile dikkat eder oldu sushi sever Türkler.
New York’a geldiklerine koşa koşa gittikleri yerlerden biri de Soho’daki küçücük bir sushi lokantası. Daha İstanbul’da bilet rezervasyonu yaparken Sushi Tomoe’ye gitmeyi hayal ediyorlar, kendilerinden geçiyorlar.
Tomoe’nin New York belediyesinin hijyen karnesinden B, sonra da C alması hiç rahatsız etmiyor Türk turisti. C notu doğrudan mutfakta fare var demeye eşdeğer, öyle söyleyeyim.
Tam kulaktan kulağa yayılan, hiçbir özelliği olmamasına rağmen Türk turistin öve öve bitiremediği bir yer Tomoe.
Sushi’nin New York’ta ilk moda olduğu yıllarda ünü duyuldu, oradan dünyaya yayıldı... İçeride sadece turist var. Fareleri saymıyorum.
Tomoe seven Türk turistin yolu Japonya’ya düşenleri var; Uzakdoğu’da aç kaldıklarından bahsediyorlar, Amerika’da Tokyo’dan daha iyi sushi olduğunu...
McDonald’s eğer Amerikan hamburgerinin doruk noktasıysa bu zihniyete göre, Tomoe de tabii ki Tokyo’dan iyidir.

Ne İsa’ya ne Musa’ya

CNN’in acı hali

Geçen hafta Ferguson’daki yağma olaylarını Amerikan CNN‘den izlerken sıcak haberde usta bir kanalın nasıl kendi evindeki haberleri ahmakça verdiğini görüp öfkeleniyordum. Hani kalitesizlikte CNN Türk‘le yarışır.
CNN sıcak haber ve canlı yayından beslendiğini biliyor, o yüzden de Malezya’daki uçak haberi gibi konuyu uzattıkça uzatıyor. İşin kötüsü, izleyenlerin de kendilerinden sürekli haber olmadığı zaman bile haber vermelerini beklediğini düşünüyor.
Ferguson yayını rezildi; tek öfkelenen de ben değildim. Anchor’lardan Don Lemon’ın sahadan yaptığı yayındaki yorumları bütün medya sitelerinin tepkisini çekti. Kendisi de siyah olan Lemon her fırsatta kendi ırkını eleştirmekten geri kalmadı, hatta bir babaanne misali “Havada marijuana kokusu var” bile dedi. Protestoculardan biri canlı yayında Lemon’ın kulaklığını çıkardı.
Bir başkası “Fuck CNN” diye canlı yayında bağırdı.
Ertesi gün CNN’e tepkiler devam etti. Defalarca yayına başkalarının kanala küfürlü tepkileri yansıdı.
Bunun sebebi sıcak haberde nitelikli okurun sosyal medyadan olayları daha yakın takip etmesi mi acaba? Ancak orada da ciddi bir bilgi kirliliği oluşuyor.
Kesin olan tek şeyse artık izleyicinin yayın dakikası doldurmak için canlı yayındaki boş laflara karının tok olduğu.

Polise karşı gösteriler New York’ta

Amerika’nın içinde bir küçük ülke

Federal yapıyı anlamayanlar Amerika Birleşik Devletleri’nin tek parçadan oluşan bütün bir ülke olduğunu düşünür. Oysa bu koca kıtaya yayılan eyaletler topluğunun her biri birbirinden farklı kanunlara sahip olduğu gibi, yaşam alanı olarak da bambaşka ülkelerdir adeta.
Hepsi dışarıdan bakanın Amerika diye genelleştirdiği dev bir çatının altında birleşmiştir sadece. Ve bu çatının da doğal olarak ortak sorunları vardır.
İşte, polisin ırkçılığı birbirinden net bir şekilde farklı New York ve Missouri eyaletlerinde ortada. Yazın 43 yaşında bir siyahı öldüren beyaz polisin bu cinayet birkaç gün önce, tıpkı Michael Brown olayında olduğu gibi yine yanına kâr kaldı. Üstelik bu sefer polisin öldürme anının görüntüleri de vardı.
Amerika’nın adalet sisteminin çığırından çıkması, polisin bütün suçlarının yanına kâr kalması halklar arasında doğal olarak infial yaratıyor. Bizde de böyle değil mi?
Ancak bizde polis ve devlet kurumları korunuyor, ölenler yuhalanıyor. ABD’de ise çarpık düzen nasıl düzeltilir diye kafa yoruyor devletin başındakiler.
Geçen hafta Manhattan‘da yine protesto yürüyüşleri vardı. Protestocuların değimiyle halk köprüleri ele geçirdi. Birbirinden bağımsız gruplar yürüyüşe geçip belli meydanlarda toplandı ve adalet için slogan attı.
New York’u ülkenin diğer ‘iç ülkelerinden’ ayıran fark bu gösterilerde de ortaya çıktı: Siyah bir gencin ölümü için yürüyen kitle şehrin farklı kimliklerini de yansıtıyordu. Missouri’deki protestocular gibi siyahların arasında tek tük beyazlar yoktu... Aksine pek çok beyaz, Asyalı, Hintli, Ortadoğulu, hatta Hasidik Yahudiler siyahlarla birlikte dayanışmaya katıldı, birlikte yürüdü.
Sırf şu görüntü bile neden bütün dünyanın başkentinin New York olduğunu, bu küçük şehrin neden herkesin ilgisini çektiğini, nasıl bir ütopya olduğunu anlamaya yeterdi.
Tabii eklemekte fayda var, Amerika hiçbir zaman New York demek değildir.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.