Televizyonda sabah haberlerini sunan kadın gazeteciyi izliyorum. Bileğinde kelepçe var. 1 aydır her sabah kadın ekrana prangalı çıkıyor. Batıda bir ülkede daha örneğine rastlamadım. Kimse bunu sorgulamıyor. Ama o ısrarla ve onurla program yapıyor.
Sunduğu haber, belediyeye kayyum, başkanlarına gözaltı haberi. Sonraki habere geçiyor. Oradaki heyet, cezaevleri arasında mekik dokuyor. Heyetteki isimlerse defalarca içeri girip çıkmış ‘terörist’ vekiller. Sıradaki haber ‘Yenidoğan çetesi...’ O davanın kadın avukatı da gözaltına alınmış. Sonraki haberde genç teğmenlerin ihracı konuşuluyor. Diğer bir haberde ise maden istemeyen fistanlı teyzeleri, ‘açız’ diyen emekli amcaları jandarma alıp götürüyor.
Tüm bunlar her demokratik ülkede olan normal şeyler...
★★★
Tarihte toplumsal ve siyasi düzenin, bireyler üzerindeki kontrolünü artırdığı dönemler çok. Roma İmparatorluğu da buna örnek.
Julius-Claudius Hanedanlığı, ilk beş Roma imparatoru Augustus, Tiberius, Caligula, Claudius ve Neron için kullanılır. MÖ 27 yılından MS 68’e kadar 100 yıl Roma İmparatorluğu’nu yönettiler. Hanedanın sonu Neron’un intihar etmesiyle geldi. İç savaş ve politik kaos başladı.
★★★
O dönemde herkes kamuya alındı, memur oldu. Tek tip yaşam devletleştirildi. İnsanların içinden geldiği gibi davranması, doğaçlama yapması engellendi. Üç beş kişi toplaştı mı, lejyonerler başlarında bitiverirdi. Yeni bir tohum filizlenemezdi.
Böylece herkes devlet için, imparatorun düzeni için yaşamak zorunda bırakıldı. Ama sonunda kendi toplumunu vergilerle eze eze posasını çıkardıktan sonra, insanların verdikleri yetmeyince, devlet makineler misali paslandı ve dökülmeye başladı.
Servetler daha da küçüldü, doğurganlık daha da azaldı. O zaman devlet gereksinimlerini karşılamak için halkın üzerine daha da çöktü. Toplum köleleştirilmeye başlandı. Devlet hizmetinin dışında bir yaşam kalmadı. Yaşamın büyük kısmının bürokrasiye bağlanması da çöküşü hızlandırdı.
★★★
O da yetmeyince, bu kez savaş düzeneği harekete geçirildi. Toplum askerleştirildi. Ama sefalet durmadı.
Bir sonraki aşamada, çarkları döndürmek için artık sırada yabancıları çağırmak vardı. Onlar vatandaş yapıldı. Önce Dalmatlar (Dalmaçya kıyısındakiler) ardından Germenler (Almanlar) askere alındı. Ve yabancılar devleti ele geçirdi. Toplumdan ilk baştaki halktan artakalanlar, kendileriyle hiçbir ilişkisi olmayan halklara köle olarak yaşamak zorunda kaldılar. Germenler, bugünkü Almanya’yı Roma’dan kopardı.
Devlet, hayatın her alanına nüfuz ettiğinde işte böyle olur. Tarih bunu söylüyor.
Ama neyse ki içim rahat, bizde kesinlikle böyle bir durum yok.
‘Paradigma’ ne, bilen var mı?
Bir paradigmadır gidiyor. İlk ‘İmralı’dan çıktı. Şimdi spikerlerin, uzmanların, siyasilerin ağzında hep paradigma…var. Allah aşkına paradigmanın ne olduğunu anlayan var mı... Bildiğini sanan da 3-4 cümlede anlatamaz. Peki nedir bu paradigma?
Paradigma, aslında bir bakış açısı, bir düşünce kalıbıdır. Ama gel gör ki, basit bir meseleyi karmaşık göstermek isteyenlerin can simidi oldu. Sözüm ona bilgili görünmek için ağızlarına alıyorlar. Ama işin özüne bakıldığında klişeden ibaret.
Sokaktaki insanın derdi paradigma değil. Pazardaki domatesin fiyatı, çocuğun okul masrafı, maaşıyla ay sonunu getirebilmek. O yüzden bazen süslü kelimelerden, entelektüel şovlardan sıyrılıp hakiki sorunlara dönmek gerek. Çünkü insanlar paradigmalarla değil, gerçeklerle yaşar. Asıl mesele bu.