İsmine 8 rakamı eklenen bir seri filme taze soluk getirmek pek kolay değil elbette. Ama bu artık giderek TV dizisine dönmüş seride özellikle beşinci filmden itibaren Jason Bourne filmlerinin ritmi ve hikaye kurgusunu da ödünç aldılar. Ekibe yeni yıldız oyuncular eklemeyi ihmal etmediler. “Hızlı ve Öfkeli”nin yedinci filmi, başrol oyuncularından biri olan Paul Walker’ın zamansız ölümünün de etkisiyle sevilen oyuncuya veda duygusuyla ülkemizde de olağanüstü bir ilgiyle karşılanmıştı. Basit bir ‘soygun çetesine giren gizli polis’ klişesinden yola çıkan ilk filmden beri, çetenin başındaki Dominic Torreto’nun sözünü ettiği aile bu filmde de genişliyor ve kahramanların hareketlerinde onun korunması en belirleyici oluyor. Bu her filmde giderek genişleyen ailenin içinde güzel kızlar, polisler, katiller ve hırsızlar var. Çalıyorlar ama çalışıyorlar da! Aslında bütün dertleri kimse bize dokunmasın, aileye de kimse yan gözle bakmasın, biz dünyanın çeşitli ülkelerinde takılalım, heyecan peşinde koşalım ve lüks hayatımıza bakalım!
Diğer yandan artık kendine ait formül bir yapısı oluştu “Hızlı ve Öfkeli” filmlerinin, jenerik sırasında gözümüze gözümüze sokulan güzel popolu kadınlar yüksek volümlü motor ve müzik sesleri eşliğinde sunulmaktalar. Sonra Dominic elbette bir yarışa girer, sonra diğer kahramanların ne yaptığına bakarız, sonra filmin tehdit kişisi ortaya çıkar. Çözülmesi gereken problem çeşitli aksiyonlarla çözülür. Sonunda da aile toplanır, hep beraber mangal ve bira!
Bu yeni filmin tehditi, bir hacker çetesinin güzel lideri Cipher (güzeller güzeli Charlize Theron), Dominic’e şantaj yaparak onu kendi ailesiyle karşı karşıya gelmeye zorluyor. Ekip Almanya’daki bir hırsızlık olayından sonra Dominic’in ihanetiyle ikiye ayrılıyor. Sonrası New York ve Rusya’daki aksiyon sahneleriyle sürüyor.
Kimse “Hızlı ve Öfkeli” filmlerinden hayatın anlamını çözmesini beklemiyor elbette. Amaç fazla zekice olmasa da iyi, aksiyonlu bir hikaye eşliğinde ünlü oyuncuları izleyip eğlenmek. Bu çerçeveden bakınca Küba’da geçen yavan bir yarış sekansıyla açılan film neler olup bittiği tam da gösterilmeyen ve oldu bittiye getirilen Almanya soygunuyla sürüyor. New York sokaklarındaki otomatik pilota geçen arabalar sürüsüyle yapılan kovalamaca sahneleri bilgisayar destekli olsa da keyifli olmuş. Özellikle de araba yağmuru sahnesi gerçekten iyiydi. Fragmanın en büyük bombası olan Rusya’da geçen denizaltı sahnesi de serinin bu halkasının ‘yuh artık’ dedirten abartısı. Serinin her filminde bir tane böyle sahne oluyor zaten alıştık artık.
Ancak bütün bu kalabalıklaşan ekip bir süre sonra acayip bir anlatım hızına zorluyor bütün filmi. Adeta birbirlerinin üstüne binen sahnelerle her şeyi kestirmeden halleden bir senaryosu var filmin. “Hızlı ve Öfkeli 8”, daha çok yıldız oyuncu, daha büyük bütçe, daha çok parçalanacak araba, daha uzun bir süre, daha hızlı bir tempo ve daha abartılı aksiyon sahneleri şeklinde ilerliyor. Böyle giderse bir uzay mekiğinin de dahil olduğu devam filmi de izleriz yakında.
2 yıldız
Hızlı ve Öfkeli 8
Yönetmen: F. Gary Gray
Oyuncular: Vin Diesel, Jason Statham, Dwayne Johnson
136 dakika
Samimi, komik ve duygusal!
Müfit Can Saçıntı’nın “Çocuklar Duymasın” dizisindeki Mustafa Ali karakterini ya da performansını izlememiştim ama Birol Güven’in yarattığı bu karakterin yine Saçıntı tarafından canlandırıldığı ve yönetildiği “Mandıra Filozofu” filmlerini izledim elbette. Özellikle ilk film, yıllardır komedi yazarlığı yapan Müfit Can Saçıntı’nın kendine ait yarı naif-yarı isyankar tavrını ortaya çıkaran sevimli bir filmdi. Ama esas şimdi kendi yazıp yönettiği “Yaşamak Güzel Şey”de tümüyle kendisini gösteriyor kanımca. Saçıntı’nın mizah anlayışı bugünün bazı gençleri için ‘eski usül’ gelebilir. Ama inanın bize yeni diye yutturulan bazı ucuz komedilerden çok daha dürüst bir komedi bu.
Hastalığı yüzünden yakında öleceğini öğrenen reklam yazarı bir adamın ölmeden önce yapmak istediklerini listeleyip onları teker teker gerçekleştirmeye çalışmasını izliyoruz filmde. Aslında defalarca yapılmış bir konu olabilir bu. Ama Saçıntı günümüz Türkiye’sinin ihtiyaç duyduğu bir yerden anlatıyor bu meseleyi. Özellikle İstanbul’un korkunç hızlı ritminin içinde, insanı sürekli tüketime ve alışverişe yönlendiren kapitalist sistemin içinde elindeki küçük telefonunun ekranına hapsolmuş şehir insanını komik ve duygusal hikayesiyle uyandırmaya çalışıyor.
Elbette “Yaşamak Güzel Şey”, daha incelikli bir film olabilirdi. İşyerinde ve gündelik hayatında çok fazla sesini çıkarmayan Müfit adlı bu adamcağızın babasıyla barışmasını, kızı ve karısıyla iyi vakit geçirmeye çalışmasını, işyerinde ezilmesine karşı çıkışını, hatta kendisine atarlanan otobüs şoförünü son derece haklı ifadelerle savuşturmasını keyifle izliyoruz.
Ama bu sahnelerde bazen Müfit sahnedeki muhatabından çok, seyirciye mesaj veriyor hissi yaratıyor. Bu diyaloglar bazen ölçüyü aşıyor, hem sahneyi uzatıyor hem de filmin dilini didaktikleştiriyor. Saçıntı’nın bol bol yakın plan kullanması ve karakterlerini kameraya çok yakın oynatması da alışık olmayan seyirciyi bir parça zorlayabilir en başta.
Ama filmin içine girdikçe Müfit’in gayesini ve yakalamak istediği huzuru anlıyor ve samimi buluyorsunuz. Saçıntı’nın bazı akıllıca esprileri ve Müfit’in karısını canlandıran Yasemin Çonka’nın nihayet hakettiği alanı televizyondan sonra sinemada da açabileceğini kanıtlayan performansının da katkısıyla film giderek daha da sevimli bir hal alıyor.
Özellikle “Recep İvedik” komedilerinden sonra, komedi kalitesi düşük, manasız ve ucuz prodüksiyon üretimlerinin cirit attığı sinema ortamımızda “Yaşamak Güzel Şey”, samimiyeti, sevimli hikayesi ve oyuncu performanslarıyla aradan sıyırıyor kendisini.
3 yıldız
Yaşamak Güzel Şey
Yönetmen: Müfit Can Saçıntı
Oyuncular: Müfit Can Saçıntı, Yasemin Çonka, Zihni Göktay
106 dakika
Sakız mı sekiz mi?
İsmine 8 rakamı eklenen bir seri filme taze soluk getirmek pek kolay değil elbette.