Kaybedecek hiç bir şeyi olmayan takımlar, her türlü riski alarak oynarlar. İlk maçı farklı kaybetmiş, umutları yok denecek kadar az gözüken S.Gilloise, bütün riskleri aldı. Pres, hücumda kanatları kullanma, duvar pası arayışı ve şut girişimleri ile gol arıyordu Belçika ekibi.
Ryan Kent ile Tadic çok farklı oyuncular. Kent, bire bir oyunda kötü değil, ama Tadic kadar hücum bölgesinde üretim anlamında katkısı az. İsmail Kartal oyuna tedbirli başladı. Rakibin boş bıraktığı alanlara çabuk ataklarla gitmeyi planlamıştı. Bu plana göre atak girişimleri oldu. S.Gilloise, gol beklentisi ile Fenerbahçe ceza sahasında daha çok gözükünce, Kadıköy’de baskı kuran Belçika takımı oldu.
İkinci devre başlangıç itibarı ile her an bir şey olacak hissi veren gerilim filmleri gibiydi. Fenerbahçe’nin enerjisi düşüktü ve bunu çözen rakip, bir ara bunaltmaya başladı. Djiku ve Oosterwolde bu anlarda sakin kalıp, önemli dokunuşlar yaptılar.
Samuel ve Ferdi çoğu zaman savunma bölgesinden çıkamadı. Fred, sakatlık dönüşü formunu yakalamış değil. Topu bu kadar rakibe bırakırsan, kaçınılmaz gerçekle yüzleşirsin. Rasmussen golü attığında, malumun ilamı olmuştu.
Duran toplarda bu kadar tehlike yaşanmamalı. Neredeyse her kornerde kabus gördü Fenerbahçe savunması. Yenik duruma düşünce, bilinç altına acaba bir gol daha yersek ne olur düşüncesi yerleşir. İyi ki, ilk yarıda Belçika takımı gol bulamamıştı. Yoksa tura ortak olabilirlerdi.
İşin aslı, Djiku’nun topu çizgiden çıkardığı an oldu. O top ağlara gitse, işin şekli değişirdi.
Önemli olan ilk maçta yakalanan büyük avantajı zor da olsa korumak oldu. Böyle iyi sistemi olan takımları elemek hiç kolay değil. Bunu bir kez daha gördük.