Her yaz aynı şeyleri yazmak zorunda kalıyoruz: Ormanlarımız yine yanıyor… Televizyon kanallarında, sosyal medyada alevler, panik içinde koşuşturan insanlar, küle dönen evler, kaçamayan hayvanlar ve bir kez daha “orman yangını çıktı” cümlesi. Artık ezberledik. Ama sebebi belirsiz olan her yangın, kalplerimizde yeni bir yara izi bırakıyor.
Yüzölçümü, coğrafyası ve iklim koşulları farklı olsa da yangın çıktığı yerde yakıyor, yıkıyor, yok ediyor. Geçen yıl Kaliforniya’da çıkan orman yangınları, sadece ABD’nin değil dünyanın gündemini sarsmıştı. Oysa benzer tablo Türkiye’de her yıl sahnede. Farklı kıtalarda aynı felaket ama bambaşka tepkiler, farklı sonuçlar…
Kaliforniya 2024 yangın sezonunda 8 binden fazla yangın yaşadı, 425 bin hektarlık alan kül oldu. Binlerce yapı yandı, onlarca insan hayatını kaybetti. Devlet acil durum ilan etti, 2,5 milyar dolarlık yangın fonu oluşturuldu. Ulusal Muhafızlar devreye girdi. Yangına sadece itfaiye değil, matematikle donatılmış algoritmalar, uydular, yapay zekâ destekli hava takibiyle müdahale edildi. Amerika yangını bir güvenlik meselesi olarak ele aldı. Biz ise hâlâ “rüzgârın yönü değişti, çok sıcaktı, ulaşım zordu” açıklamaları yapıyoruz.
★★★
Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı 1 Haziran'dan bu yana 569’u ormanlık 890’ı orman dışı alanlarda olmak üzere toplam 1459 yangına müdahale edildiğini açıkladı. Rakama bakın!
Şimdi ise gözümüz Bilecik’te, Hatay’da, İzmir’de… Türkiye genelinde son bir haftada çıkan yaklaşık 200 yangından 68’i orman yangını ve 4’ü tehlikeli boyutta. Bazıları aynı gün, neredeyse aynı saatlerde başladı. Bilecik’te binlerce dönüm yandı, cezaevi tahliye edildi, köyler boşaltıldı. İzmir’in Menderes ve Seferihisar ilçeleri arasındaki büyük yangında 132 konut zarar gördü, 50 binden fazla kişi tahliye edildi. Hatay’ın Antakya ilçesinde çok sayıda hayvan telef oldu, mahalleler tahliye edildi, tarım alanları yok oldu.
Aynı anda bu kadar çok orman yangınının çıkması ne doğa yasalarıyla ne de istatistiksel olasılıklarla açıklanabilecek kadar normal değil. Evet, sıcaklıklar artar, rüzgâr kuvvetlenir, kuru zemin yangın riskini yükseltir ama aynı anda 20'den fazla ilde yangın çıkması sadece “hava sıcak” diye geçiştirilemez.
★★★
Kim yaktı? Neden bu kadar çok yerde aynı anda? Rant mı? Sabotaj mı? İhmal mi? Ve en önemlisi, bu yangınları gerçekten önlemeye çalışıyor muyuz?
Yangının sebebinin “tarlalarda kontrolsüz ateş yakılması” olduğu söyleniyor. Bazı yerel kaynaklar ise sabotajdan, organize bir kundaklama ağından söz ediyor. Sosyal medyada dönen iddialar ise çok daha karanlık…
Piknik ateşi, anız yakımı, sigara izmariti… Bunlar gerçekten de yangınların bir kısmının kaynağı olabilir ama hepsi bu değil. Özellikle rant baskısı yüksek bölgelerde (İzmir, Antalya, Bodrum çevresi gibi) çıkan yangınlar hakkında kamuoyunda yaygın bir şüphe var. Geçtiğimiz yıllarda yangın sonrası “orman vasfını yitirdi” denilerek yapılaşmaya açılan yerler halkın güvenini zedeledi ve her yeni yangında, akıllara “Yine bu alanı ranta mı açıyorlar?” sorusu geliyor. Ve işin acısı, yangın bittikten sonra oraya otel dikilirse kimse şaşırmıyor.
★★★
Peki, yangınlar için önlem alınıyor mu? Alınıyor ama yetmiyor. Türkiye’de yangın söndürme ekiplerinin çabası asla küçümsenemez ama sistem hâlâ yangın sonrası çalışıyor. Yangın öncesinde orman yollarını temizleyen, ormanı gözeten, erken uyarı yapan, köylüyle iş birliği kuran bir altyapımız hâlâ yok denecek kadar az. Oysa yerel halkla birlikte çalışan bir orman koruma sistemi kurulabilir. Ormanlarda nöbet tutan gönüllüler desteklenebilir.
Orman yangınlarıyla mücadele, sadece Orman Bakanlığı’nın değil, belediyelerin, üniversitelerin, hatta köylünün sorumluluğunda olmalı. Tıpkı ormanları paylaşmak gibi, onları korumak da ortak olmalı.
Ayrıca ormanları korumak için artık sadece uyarılar yetmiyor, etkili ve caydırıcı yasalara da ihtiyaç var. Her yıl binlerce hektar orman yok olurken, bunu kasıtlı yapanlar ya bulunamıyor ya da hafif cezalarla kurtuluyor. Ormana zarar verenlere ciddi yaptırımlar uygulanmazsa, bu felaketler tekrar edecek. Dahası yangın çıkan alanlarda yapılaşma kesin olarak yasaklanmalı ve bu kurallar anayasal güvence altına alınmalıdır.
Ama ne yazık ki bizde hâlâ ormanlar yalnız. Yanarken de yalnız, yeşerirken de.