KOMİK

Yoksa ilk yerli yolcu uçağımız aslında bir uzay gemisi miydi?


Bazen Erdoğan’ın konuşmalarına, ardından yandaş ve yalaka takımının konuya balıklama atlamasına bayılıyorum.
Ne diyor AKP Genel Başkanı, “CHP çatlasa da patlasa da uzaya gideceğiz.”
Nereden çıktı bu laf?
Anlatayım; Havacılık ve Uzay Teknolojileri Genel Müdürlüğü kapatıldı yerine Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile “Uzay Ajansı” kuruldu. Sarayın teknolojiye bakan kişisi Mustafa Varank, “Bu CHP her şeye karşı, şimdi de Uzay Ajansı’nı kapatmak istiyor” diye bir patırdı kopardı. AKP Başkanı da seçim kampanyasında fırsat bilip “CHP uzaya gitmemize bile karşı” dedi.
Oysa işin aslı şöyle;
Uzay Ajansı bu iktidarın aklından fikrinden çıkan bir şey değil. Uzay artık bir hayal değil. Pek çok ülke; ki aralarında Türkiye de var, uzaya uydular göndererek iletişim, güvenlik gibi hizmetlerde kullanıyor.
Bazı ülkeler daha da uzaklara gidiyor. Bir süre sonra tıpkı dünyada olduğu gibi uzayda da bazı hukuki kuralların uygulanması gerekecek.
İşte Uzay Ajansı’nın temel işlevi bu;
Şimdi ve gelecekte Türkiye’nin uzaydaki olası çıkarlarını korumak ve kollamak.
Elbette içinde uzaya gitmek için gereken hazırlıkların falan yapılması da var. Asıl işlev uzayla ilgili hukuki gelişmelerde geri kalmamak. Bu açıdan bakınca Uzay Ajansı çok önemli bir işleve sahip kurum niteliğinde. Erdoğan bu kadar önemli bir konuyu Meclis’ten kanunla çıkarmak yerine Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile “bir çırpıda” hallediverdi.
CHP ise; özellikle bu ajansın yapısında görev alacakların seçilmesi, görev süreleri ve alacakları ücretlerin belirlenmesinin kararname ile olamayacağını, bunun kanunla düzenlenmesi gerektiğini belirterek Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Yani CHP Uzay Ajansı’nın kapatılmasını istemiyor.



Kurallara uyulmasını, bu kadar önemli bir kurumun oldubitti ile ve tamamen iktidarın keyfine bağlı biçimde çalışmasının yanlış olduğunu ileri sürüyor. AKP iktidarı ise her zaman olduğu gibi olayı çarpıtarak “CeHaPe zihniyetinin” tüm gelişmelere karşı olduğu algısını pekiştirmeye çalışıyor.
Bu haberle ilgili araştırma yaparken dikkatimi şu çekti; başta Anadolu Ajansı olmak üzere tüm yandaş-tetikçi medya teknoloji konularına bakan Mustafa Varank’ın “CHP Uzay Ajansı’nı kapattırmak istiyor” sözlerini haber yapmış.
Hepsi Varank’ın “CHP Anayasa Mahkemesi’ne başvurarak, Türkiye Uzay Ajansı Kurulum Kararnamesi’ni iptal ettirmek istiyor. Biz bilim diyoruz, teknoloji diyoruz, onlar hâlâ eskileri karıştırmak istiyorlar. Bizim önümüze set çekmek istiyorlar” sözlerini manşetlerine taşımışlar.
Ancak hiçbirinde CHP’nin neden Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğunun ayrıntısı yok. Her zamanki gibi iktidar sözcüsünün CHP ile ilgili çarpıtılmış açıklamalarına yer verip konuyu CHP’ye sormadıkları gibi merak bile etmemişler. İktidar konuyu öyle bir sunmaya çalışıyor ki, zannedersiniz Türkiye uzay gemisi yapacak, bunu uzaya gönderecek ama CeHaPe zihniyeti buna karşı.
Bu komikliğe gülerken aklıma 2015 seçimlerinde ülkenin dört bir yanına asılan “Yerli Uçağımız Göklerde” afişleri geldi.
Malum 2015 yılından beri, o yerli yolcu uçakları hâlâ yere inmedi.
Bu kadar zamandır havada dolaşmaları mümkün olmadığına göre, ister misiniz o uçaklar aslında uzay gemisi gibi yapılmış olsun ve şu anda uzayda yeni yerler keşfetmeye gitmiş olsun.
Olur mu olur; AKP yarın “Uzay gemimiz bir kara delikten geçerek 1 milyar ışık yılı uzaktaki bir gezegene kondu” açıklaması yapar mı?
Yapar tabii. Nasıl olsa inanan çok olacaktır.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Deniz Müzesi’ni gezdim


Kaç yıl oldu hatırlamıyorum bile, babam elimden tutup Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’ne götürmüştü beni.
Oradaki gemi maketlerinden, toplardan, duvarlara asılı savaş resimlerinden çok etkilenmiştim.
Sonra bir daha gitmek kısmet olmadı. Derken Deniz Müzesi tadilata alındı. Eski ve tarihi binanın yanına bir de kocaman modern bina inşa edilmeye başlandı. Bu nedenle uzunca bir süre kapalı kaldı. Yıllarca önünden geçtim. Her geçtiğimde de, “Burayı, yeni haliyle bir kere daha görmem gerek” diye düşündüm.
Hatta bir keresinde önünden geçerken beni tanıyıp durduran müzede görevli bir subay ısrarla davet etmişti.
Önceki hafta kardeşim Cem’le Beşiktaş’ta buluşup kahvaltı ettikten sonra bir başka randevum için hayli zamanım olduğunu görünce “İşte tam sırası” diyerek Deniz Müzesi’ne girdim. Doğal olarak çocukluğumdaki müze ile çok farklı olmuş.
Sadece saltanat kayıklarını bile görmek çok hoş bir duygu.
Türk denizciliğinin ilk günlerinden itibaren bugüne kadar müthiş bir tarihi zenginlik izliyorsunuz müze geziniz boyunca.
Bazı yerlerdeki ışıklandırma biraz içimi karattı ama sergilenen eserlerle ilgili görsel bilgilendirmeler, sesli anlatımlar gerçekten çok güzel olmuş. Boş zaman bulduğunuzda ya da tatil günleri bu müzeyi gezmenizi öneririm.

OKURDAN MESAJ

Hâlâ bozulmayan tek gıda kaldı


Adı bende saklı bir okurumdan çok hoş bir mesaj aldım.
Sizlerle de paylaşmak istedim;
Can Bey; Geçenlerde uğradığım marketin şarküteri reyonunda “kara kovan balı” dediğimiz baldan gördüm.
Bütçemize uyduğu için her zaman süzme kavanoz bal alırdım. “Bu sefer adam gibi bal yiyelim “ dedim.
Bir dalak (bal peteklerinden her biri) aldım. Yedim ama balın bal tadı yoktu. Kavanozda aldığım normal süzme ballar ondan daha fazla bala benziyordu.
Markete tekrar uğradığımda reyon görevlisine durumu ilettim.
Balı için “ayranım ekşi” dedirtemedi. Reyonda olaya şahit olan bir kadın müşteri “Evet, yediğimiz her gıda hileli” dedi. “Tavuk civcivlikten 20 günde kesilecek hale geliyor. Veriyorlar hormonu, antibiyotiği. Yumurta ona keza. Bakliyatların, tahılların genetiğiyle oynandı, sebzeler hormonlu” diye devam etti.
Ben, “Tadı bozulmayan bir gıda kaldı” dedim.
Kadın merakla ne olduğunu sordu. Ben “turşu” dedim. “Neden?” diye sordu “Çünkü henüz tuzu bozamadılar” dedim. “Tuz her hatayı bozulmayı önler. Onu bozmayı becerirlerse zaten her şey bitecek, tuz kokacaktır.”
Zaten “Ya tuz kokarsa” diye atalar boşa demezler.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Başımıza bir de “Atatürk’le savunma yapma” telaşı çıktı


Seçim çalışmaları sırasında bakıyorum da AKP’liler kendilerini Atatürk’le savunma telaşına vurdular.
Örneğin Erdoğan başkanlık sistemine yönelik eleştirilere karşı “Aslında Gazi Mustafa Kemal başkanlık sistemiyle yönetmiştir. Ama kimse bunu dillendirmiyor” dedi.
Tarihi pek bilmeyince böyle oluyor işte.
Bana biraz kızdı ama İlber Hoca’yı işte bunun için göreve çağırmıştım. Erdoğan bu konuda fazla bilgili olmadığından ötürü böyle konuşuyor sanıyorum.
Oysa öncelikle şunu bilmeli; kendisi Atatürk değil.
İkincisi Atatürk bu devletin kurucusu, sağlığı boyunca Cumhuriyet ilkelerini koydu, devrimleri yaptı ve genç Cumhuriyet’i genç nesillere emanet etti. Şimdikiler gibi hazıra konmadı.
Diğer yandan AKP’nin Ankara adayı Mehmet Özhaseki de kendini Atatürk’le savunmaya kalkmış.
“İthal aday” söylemine karşı; “Bir yerde doğmak Allah’ın takdiri. Kimse bu dünyaya Cenab-ı Hak ile pazarlık ederek gelmiyor. Allah, nerede dilerse orada yaratıyor. Fatih, Sinop’ta doğmuş, İstanbul’u fethetmiş. Atatürk, Selanik’te doğmuş, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş. Ne yapalım yani, onların doğum yerini de mi suç edelim?” dedi.
Neresini düzelteyim bu cümlenin bilemedim.
Ama kendisine de şunu söyleyeyim; öncelikle ne Atatürk, ne de Fatih’siniz. Sizinle ilgili ithal aday sözleri doğduğunuz yerle ilgili değil. Daha önce Kayseri’de başkanlık yaptınız. Partinizin Ankara’dan aday olacak adam bulamayıp başka bir kentin başkanını getirdiğini anlatmak için söylendi o sözler.