Sevgili okuyucularım, dünkü yazımda Kıbrıs Barış harekatı sırasında kendi uçaklarımızın Kocatepe Muhribi’mizi yanlışlıkla nasıl batırdığından söz etmiştim. Şimdi olayların 40. yılı.
Kocatepe Muhribi harekatın ikinci günü (21 Temmuz) uçaklarımız tarafından bombalanıp batmış, Adatepe ve Mareşal Çakmak muhripleri ise bu saldırılarda ağır yara alıp Anadolu yönüne doğru kaçmak zorunda kalmışlardı. Bu olay sonrasında, gemilerimizi bombalayan pilotlarımızdan (o tarihte binbaşı) Zeki Kılıç’la bir söyleşi yapmıştım. Şimdi bu olayın perde arkasını Kılıç’ın anlatımıyla sizlere iletiyorum:
“Ankara Mürted Üssü’nde kol komutanı idim. Birliklerimiz 20 Temmuz’da Kıbrıs’a çıkmıştı, 21 Temmuz’da da çıkarma devam ediyordu. O sabah bize haber verildi. Düşman gemilerinden oluşan bir konvoy Baf’a doğru yol alıyor. Biz o bölgeyi harp sahası ilan etmiştik. Dost ve düşman hiçbir gemi oraya giremezdi. Uçaklarımıza gemilere karşı kullanılacak özel mermi ve bombalar yüklendi ve öğle saatlerinde konvoyu vurmak üzere havalandık.
Birinci kol lideri Binbaşı Namık Kemal Aşıcı. Ben ikinci kol lideri idim... Deniz savaşı olacağı zaman komutan gemisinde bizim özel eğitim görmüş bir arkadaşımız mutlaka olur ve o havacı arkadaşımız bizi yönlendirir. Denizde yirmi tane aynı tipte ve aynı bayraklı gemi bile olsa hiç fark etmez. O arkadaşımız bizi yönetir ve biz de vuracağımız gemiyi aralarından çeker çıkarırız. Bunu yaparken kendi gemilerimize en ufak bir zarar bile vermeyiz...
Bize savaş harekat merkezinden emir verilmişti Baf Limanı’nda gördüğünüz bütün yüzer cisimleri batırın diye. Ama gemilere irtibat subayı verilmemiş...
Baf’a doğru havalandık, havada gazları açtık. Ankara’dan Baf 24 dakika sürüyor. Bir muhrip bize uçaksavarla salvo ateşine başladı. Ancak hedefimiz o değildi. Hedef Baf’a çıkarma yapacak konvoyu yok etmekti. Onun için biz bu ateş eden gemiye saldırmadık. İşte olaylar burada başlıyor. Baf’ın hemen yakınında üç savaş gemisi vardı. Gözlerimizle gördük onları orada. Limanın neredeyse içindeler. Bize uçaksavar ateşi açtılar. Çevremizde filmlerde falan gördüğümüz şarapnel parçaları tıkır tıkır dolaşıyordu. Onların arasından dalıyorduk. Gemilere roket taarruzu yaptık, sonra top taarruzuna geçtik...
Sonra biz bu gemilerde Türk Bayrağı olduğunu gördük. Ama bize hiç kimse bunlar Türk gemisidir, ateş etmeyin demedi. Cephanemiz bitmiş, yakıtımız azalmıştı ve dönüşe geçtik. Ama son anda Türk Bayrağı’nı ve panosunu gemilerde gördüğümüz için, içimizde bir burukluk oluşmuştu. Kendi kendimize acaba diye soruyorduk ama bir yandan da harp sahası ilan edilen o bölgede bizim gemilerimizin olmayacağını düşünüyorduk...
Savaş gemilerimizle uçaklarımız arasında telsiz bağlantısı yoktu...
Biz döndük Mürted ana üssümüze ve komutanlarımıza gemilerde Türk Bayrağı gördüğümüzü söyledik. Araştıralım dediler. Biraz sonra bunların Yunan gemisi olduğu bize bildirildi ve yeniden kalkış emri geldi...
Emir şöyleydi: Bunlar düşman gemisi. Kalkın ve kalan varsa batırın. Eğer gemi göremezseniz Baf Limanı’nı yok edin. O sevinç dakikalarını size anlatamam. Bunların Yunan gemisi olduğunu öğrenince bütün arkadaşlar, 12 pilot birbirimizle kucaklaştık, şapkalarımızı havaya fırlattık. İçimizdeki kuşku yok oldu. Uçaklarımız yeniden yüklenmişti. O moralle uçaklarımıza koştuk. İkinci göreve daha büyük coşkuyla gidiyorduk şimdi...
Düşman radarlarına yakalanmamak için çok alçaktan uçuyorduk. 20 metre falan...
Yukarıdan bir baktık ki, isabet alan gemilerden biri (az sonra batacak olan Kocatepe) yanıyor. Diğer iki gemi ise (Adatepe ve Mareşal Çakmak) kaçmış. Görevimizi yaptık ve Baf Limanı’na hasar verdik. Düşman çıkarma yapmasın diye orasını mahvettik...
Yaralı kuşa taş atılmaz. Yanan gemiye artık yeniden saldırmadık...
O kargaşada kimin (hangi pilotun) isabet sağladığı belli olmaz. Orası tam bir ana baba günü. Yani kıvırıp kıvırıp tekrar ateş ediyoruz. Gemiler de bize ateş ediyor. Ama kim vurdu, onu bilmek mümkün değildir. Oraya gidenler hepimiz tecrübeli arkadaşlardık. Yani bombaları karavanaya atmadık...
Hatta alçaldığımız sırada biz onlara top atışı yaparken, gemilerden de su bombası atıyorlardı. Bu bombalar suyu 50-60 metre yükseltiyor. Yani o su sütununa çarparsak rahat paramparça oluruz. Hatta o anda içimden geldi ve telsizle pilot arkadaşlara dedim ki ‘Yahu bunlar bizi Kleopatra gibi su sütunlarının arasında dolaştırıyorlar.’ Aynen bu lafı ettim!
Sonra diğer filolar kaçmakta olan o iki gemiye yeniden taarruz etmişler. Ayrıca o yanmakta olan gemi de batmış. Batanın Kocatepe, kaçanların da Adatepe ve Mareşal Çakmak olduklarını sonradan öğrendik. Kaçan o ikisi de isabet almışlar...

* * * *

İkinci saldırıyı da yaptıktan sonra Ankara’da Mürted Üssü’ne döndük. Yine alarmdayız ve uyumuyoruz. Ertesi sabah da Kıbrıs’a bir kara görevine (kara hedeflerini bombalamaya) gideceğiz. O sabah erken saatlerde onların bizim gemilerimiz olduğunu kesinlikle öğrendik ve çok büyük üzüntü yaşadık...
Sabah 9’da Hava Kuvvetleri Komutanı orgeneral Emin Alpkaya üsse geldi ve Deniz Kuvvetleri ile yaptığı konuşmaların teyp kayıtlarını bize dinletti. Bu bant herhalde devlet arşivindedir...
Alpkaya dedi ki “Kendilerine yirmi defa sordum, ilk taarruz sırasında pilotlarımızın bu gemilerde Türk Bayrağı ve panosu gördüklerini söyledim. O bölgede kesinlikle Türk gemisi olmadığını ve bunun bir Yunan aldatmacası olduğunu söylediler. Ayrıca bu cevabı bize vermeleri tam üç saat sürdü ve bu süre içerisinde zaten olan oldu...”
Gerçeği öğrenince hepimiz, bütün havacılar mahvolmuştuk. O büyük sevinç bir anda yok olup gitti. Ama bu hata bizim değildir. Bize Baf yakınlarında gördüğünüz bütün yüzer cisimleri batırın diye emir verilmiş. Diyelim ki ben orada gemilerde Türk Bayrağı’nı gördüm ve uçaklarıma ateşi kestirdim. Meğer o gemiler düşmana aitmiş ve bizi aldatmak için Türk Bayrağı çekmişlerse. Bu durumda bir pilot üstlerine nasıl hesap verir?..
Havada uçarken öteki pilot arkadaşlarla aramızda bir görüş alışverişi veya tartışma olmadı. Uçak kritik bir araçtır. Hele savaş durumunda daha da kritiktir. Böyle bir durumda yanınızda uçan bir arkadaşınızı üzemezsiniz. Çünkü onun geri dönüşü olacak, kendini emniyete alacak ve inişi olacak. Onun için havada böyle bir tartışmaya girilmez. Ama indikten sonra tartışmamızı yaptık ve komutanlığa bildirdik...

* * * *

Denizde böyle bir Yunan konvoyu yoktu. Biz görmedik. Ama elektronik bir aldatmaca değildi o. Konvoy aslında var. Belki Rodos açıklarına geliyor ve sonra geri dönüyor. Burada bizim keşif uçaklarımızın büyük hatası var. Konvoy Rodos açıklarında keşfediliyor ama sonra takip edilmiyor. Oysa taarruz uçakları hedefe gönderilmeden önce keşif uçaklarının alçalıp hedefin resimlerini çekmesi gerekir. (Olayımızda keşif uçakları Deniz Kuvvetleri’ne ait.) Çünkü keşif uçakları kıvrak uçaklardır. Nihayet kendisine birkaç kez ateş ederler ama vuramazlar. Bir iki manevra ile sıyırır gider. Böyle yapsa geminin ve yedi sülalesinin ismini okur ve dönüp gelirdi...
Vicdan azabını hatayı yapanlar çeksin. Bunun sorumlusu gemileri oraya gönderenler ve kendi gemilerinin nerede olduğunu bilmeyenlerdir. Ben bu olayda denizcileri suçluyorum...”

* * * *

Bu ilginç soru-yanıt söyleşinin özetinde sizlere Kocatepe’nin nasıl saldırıya uğrayıp batırıldığını, pilotumuz Zeki Kılıç’ın ağzından verdim.
Bu olayda kim haklı kim haksız, havacılar mı denizciler mi haklı, hatayı kim yaptı, bizim bilmemiz elbette ki mümkün değil. Devlet arşivindeki kayıtlar belki bir gün açıklanır ve gerçekleri öğreniriz.
Bir savaş kargaşası yaşanırken olan olmuş, ordumuz Kıbrıs’a çıktıktan bir gün sonra bir savaş gemimiz kendi uçaklarımız tarafından batırılmış, iki gemimiz ağır yara almış 54 denizcimiz şehit düşmüştü.
Harekatın 40. yılında bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

* * * *

Emin Çölaşan’ın notu: Yarınki yazımda, uçaklarımızın saldırısında ağır yara alan Adatepe Muhribi’nin ikinci komutanı Deniz Yarbay Mehmet Kolburan’ın anlatımını aktaracağım. Olayı bu kez de denizcilerin gözüyle irdelemiş olacağız.