Sevgili okuyucularım, biz yakın tarihimizden bile kopmuş bir toplum olduk. Geçmişimizi bilmiyoruz.
Pek çoğumuz bugünlere nasıl ve neler pahasına ulaştığımızın farkında bile değil. Sadece günümüzü yaşamaya çalışıyoruz.
Bırakın lise mezunlarını falan, üniversite bitirmiş gençleri bir sınava sokun bakalım, acaba yüzde kaçı bu konularda yeterli bilgiye sahiptir.
Geçenlerde bir ortamda gençlerle birlikte olduk. Epeyce muhabbet sonrasında laf döndü dolaştı, bu söylediklerime geldi.
Onlara sordum:
Kaç ulusal bayramımız var?
Sekiz üniversite öğrencisinden sadece biri bilebildi!
Burada tarih sırasıyla sayayım, bilmeyenler öğrensin:
- 19 Mayıs 1919. Mustafa Kemal Paşa milli mücadeleyi başlatmak için Samsun’a çıktı.
- 23 Nisan 1920. Ankara’da Büyük Millet Meclisi açıldı.
- 30 Ağustos 1922. Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan Ordusu’na büyük darbe vuruldu, zafer kazanıldı.
- 29 Ekim 1923. Cumhuriyet ilan edildi.

* * *

30 Ağustos 1922 Türk tarihinin çok önemli bir dönüm noktasıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde yeniden düzenlenen Türk Ordusu 26 Ağustos günü taarruza geçti. Bütün hazırlıklar gizli tutulmuştu.
Sabah saat 04.30’da askerlere son sıcak yemek verildi. Bulgur pilavı ve çay.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa taarruzun başında.
İlk aşamada Afyon ele geçirildi. Ordumuz ilerliyordu.
Hemen ardından, yitirdiğimiz bütün yerleri geri almaya başladık.
30 Ağustos günü gerçekleşen Başkomutanlık meydan muharebesinde Yunan Ordusu’na son darbe vuruldu. Yunan Ordusu paniklemiş, kaçıyordu.
Bütün komuta kademesi esir edildi. Başkomutanları Trikupis huzura getirildi. Mustafa Kemal Paşa kendisine kahve ikram edip şunu söyledi:
“Üzülmeyin general, siz görevinizi fazlasıyla yaptınız. Esir düşmek her askerin başına gelebilir. Siz burada bizim konuğumuzsunuz.”
Sonra haritanın başına geçtiler. Trikupis’e hangi taktik hataları yaptığını uzun uzun anlattı.

* * *

Duracak zaman değildi. Hemen ardından meşhur emrini verdi:
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Ordumuz hayvan sırtında, ya da yürüyerek her yönde ilerliyordu. Hedef 1919’dan beri Yunan işgali altındaki İzmir’i kurtarıp düşman ordusunu denize dökmekti.
Türk askeri 9 Eylül 1922 günü İzmir’e girerken Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları olayı Belkahve’den dürbünle izliyordu.
Şimdiye kadar geçtikleri her beldenin kaçmakta olan Yunan askerleri tarafından yakılıp yıkılmış, masum sivillerin yine öldürülmüş olduğunu görmüşlerdi.

* * *

1 Eylül günü Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya çektiği telgrafta şöyle diyordu:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları, zalim ve mağrur bir ordunun muharebe birliklerini kısa zamanda imha ettiniz. Sahibimiz olan Büyük Türk Milleti artık geleceğinden emindir...”
9 Eylül günü İzmir’e girdiklerinde karşılarında Yunan Ordusu’nun son döküntüleri vardı. Hepsi kaçıyordu.
Hükümet Konağı’na Türk Bayrağı çekildi. Bazıları merdivenlere, çiğnesin diye ayağının altına Yunan bayrağı sermişti. Mustafa Kemal Paşa çok kızdı:
“Bayrak bir milletin namusu ve onurudur. Kaldırın yerden onu.”
İki gün sonra İzmir’in Ermeni ve Rum mahallelerinde büyük yangın çıktı. Bugünkü fuar alanı, Konak, Pasaport, Alsancak ve çevresi tümüyle yandı.
Günlerce devam eden yangını sabotajcı Ermeniler ve Rumlar çıkarmıştı.

* * *

Mustafa Kemal Paşa 10 gün İzmir’de kalıp işleri düzene soktu ve şöyle dedi:
“Anadolu seferi yüz akıyla sonuçlanmıştır. Bundan sonra diğer işlerimize bakacağız. Diğer işlerimiz daha da önemlidir...”
Ne demek istediğini sonraki yıllar gösterdi.
Ankara başkent yapıldı, Lozan Anlaşması’yla kapitülasyonlar kaldırıldı, Cumhuriyet ilan edildi, saltanat ve halifelik kaldırıldı, devrimler birbiri ardına yapıldı, Türkiye bağımsız ve uygar bir ülke oldu.
Hasta adam Osmanlı’dan kalan enkazın üzerine pırıl pırıl yeni bir devlet kuruldu.

* * *

Bundan 93 yıl önce cephede savaş veriyorduk. Karşımızda düzenli bir düşman ordusu vardı.
Şimdi yine bir savaş veriyoruz ama bu kez savaşın niteliği değişti. Karşımızda bir değil, çok sayıda düşman var.
Üstelik günümüzün düşmanları sinsi!
Bir bölümü Kürtçülük ve bölücülük, bir başka bölümü ise şeriatçılık maskesi taşıyor.
Şimdi hangisinin nereden, nasıl ve ne zaman vuracağını bilemiyoruz.
Belki daha da tehlikelisi, sinsi düşmanlarımız arasında şunlar da var:
Ülke yönetimini ele geçirenlerin koruması altındaki hırsızlar, namussuzlar, vurguncular, rantçılar, rüşvet yiyenler, halkın din duygularını sömürenler, siyaseti camide yapanlar...
Ve Atatürk’e dil uzatmaya yeltenen utanmazlar...
93 yıl önce düşman belliydi ve işte oradaydı.
30 Ağustos büyük zaferinin 93. yılında Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, Garp Cephesi Komutanı İsmet İnönü ve bütün silah arkadaşlarını saygıyla, rahmetle, özlemle anıyorum.
Elden giden vatanımızı bize onlar yeniden kazandırdı.