Sevgili  okuyucularım, hepimiz şu veya bu mesleğin içinde olmuş ya da olan kimseleriz. Mesleğimizi yaparken bizi etkileyenler de, hiç etkilemeyenler de vardır.      Gazetecilikte beni en çok etkileyen dostlarımın başında, aramızdan önceki sabah ayrılan Ünal İnanç vardı.
Yıl 1983. Milliyet gazetesindeyim. Derya Sazak’la aynı odayı paylaşıyoruz. Ben ara vermeden bir kitap üzerinde çalışıyorum ve sessizlik istiyorum.
Gazeteye o güne kadar ismini bile duymadığım bir polis adliye muhabiri alınacağını ve bizim odada çalışacağını söylediler. Adını sorduğumda Deli Ünal dediler.
Bizim odaya verilmesi kasıtlıydı. Polis adliye muhabirleri polis telsizi dinlerdi ve amaç beni gürültüyle taciz etmekti. Odasına girip itiraz ettim, kavgalı olduğum istihbarat şefi dikkate bile almadı. O sırada yanında tanımadığım biri vardı. Bir bacağı kasığına kadar alçıda olan, koltuk değneklerini kucağında tutan şişman biri...
İstihbarat şefi (ismini vermiyorum) kalleş ve arkadan vuran biriydi... Bağırmaya başladı:
“Ne var yani kardeşim, polis adliye muhabirlerini niçin böyle küçümsüyorsun!..”
O tanımadığım adamın yanında tartışmayı uzatamazdım ve kaçarcasına odama gittim. Biraz sonra kapı açıldı, koltuk değnekleriyle yürüyen ve benim itirazımı ister istemez duyan adam içeri girip kendini tanıttı:
“Ben Ünal İnanç. Bu odada çalışacakmışım.”
Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Demek ki istihbarat şefi bana onun yanında bir kalleşlik daha yapmıştı.
Ünal’a çay ısmarladım... O gün bana yaşam öyküsünü saatlerce anlattı.
Film gibiydi, romanlara konu olurdu.
32 yıllık dostluğumuz o gün başladı ve öldüğü güne kadar hiç kopmadı.
(Bu ilginç olayların öncesini ve sonrasını Önce İnsanım Sonra Gazeteci isimli kitabımda isimleri de açıkça vererek anlatmıştım.)

* * *

1938 doğumlu Ünal Baba’yı tanıdıkça daha çok sevdim. Yaşadıklarını öğrendikçe gazeteci arkadaşlardan rica ettim:
“Bu bulunmaz yaşam öyküsünü kendi ağzından dinleyip kitap yapın.”
Bazıları işe soyundu ama sonunu getiremedi çünkü Ünal Baba konuları dağıtıyordu.
Geçmiş yıllarda asker-polis-MİT üçlüsü neredeyse onun emrindeydi. Bir habere ulaşamasın, mümkün değildi! Yazdığı her haber bomba gibi patlardı.
Ama daha da önemli olan onun geçmişteki, gazeteci olmadan yaşadıkları idi...
Casusluk iddiasıyla tutuklanıyor... İşkence altında sorgulanırken bir banka soygunu da üzerine yıkılmak isteniyor.
Tanışları aracılığı ile deli raporu veriliyor ve sekiz yıl boyunca kendi deyimiyle “Tımarhanede”, Bakırköy’de yatırılıyor.
Orada delilerle tanışıyor, bazılarıyla ilişkisi çıkınca da sürüp gidiyor.
Tımarhaneden taburcu edilince Ankara’ya gelip Kızılay’da Şanço Panço isimli meyhaneyi açıyor.
Meyhanenin çoğu müşterisi gazeteciler ve sanatçılar. Sürekli olarak hesaba yazdırıp para vermedikleri için Ünal Baba iflas ediyor.
Ancak meyhanede çalışanların bir bölümü de delilerden oluşuyor! Onların eline bıçak, kasatura falan verip gelenlere “Bu deli artık akıllandı, kimseyi öldürmez” diyor.
Sonra yeniden gazeteciliğe geri dönüyor.
Hayatı süper renkli geçen bir adam.
İlk tanıştığımız gün birkaç saat boyunca bana yaşam öyküsünü anlatırken aklım durmuştu.

* * *

Ünal konuşur, lafını esirgemezdi. Okur yazar adamdı. Ankara Batıkent’teki binasında muhteşem bir arşivi vardı. 50 bin’e yakın kitap, dosyalar ve arşiv belgeleri.
Bazen orada bizi ağırlar, sonra düzmece Ergenekon davasına dahil edilen siyasetçileri, asker ve gazetecileri konuk ederdi.
Günün birinde Ergenekon’dan gözaltına alınma sırası ona da gelmişti! Bacakları ve kalçaları sakattı. Emniyet’teki tuvaletler ise alaturka idi. Ünal’ın tuvalete girip büyük abdestini yapması mümkün olmuyordu. Durum vahimdi.
İlk günlerde rica etti: “Bana ya oturacağım bir alafranga tuvalet gösterin, ya da parasını vereyim, lâzımlıklı bir koltuk satın aldırın.”
Hastaydı ve ıstırap içindeydi... Sonunda lâzımlıklı koltuk bulunup alındı.
Çıkınca bir kitap yazdı ve başına gelenleri anlattı: “Lazımlık.”
Sonra mahkemeden tebligat geldi. Ayaklarına elektronik kelepçe takılacak, evinden dışarı çıkmayacaktı. Ancak ellerinde elektronik kelepçe kalmadığı için takamadılar! Haftada iki kez polisler gelip evde olup olmadığını kontrol ettiler.
“Terörist (!)” bir süre böyle ev hapsinde yaşadı.

* * *

Sağlığı giderek bozuluyordu. İstanbul’da akciğer ameliyatı geçirdi, yeniden Ankara’ya döndü. Ameliyat sonrası görüşmelerimizde iyi görünüyordu ama sonraları giderek kötüleşti. Telefonda sesi artık zayıf çıkıyor, konuşmayı kısa kesiyordu. Birkaç gün önce aradığımda konuşmamız sadece 30 saniye kadar sürmüştü... Ve içimden “Eyvah” demiştim.
Biz gazetecilerin “Ünal Babası” da ardında bıraktığı sevgi seliyle aramızdan böylece ayrılıp gitti.
İyi dosttu, yardımsever adamdı. Kitaplara ve filmlere konu olacak nice olaylar yaşamıştı.
Mustafa Kemal Atatürk’ün bir askerinin daha cenaze namazı bugün Kocatepe camisinde kılınacak. Allah rahmet eylesin, ışıklar içinde yatsın.