Sevgili okuyucularım, geçmiş yıllarda Suriye’nin başında Hafız Esad isimli bir diktatör vardı.
Bu adamın en büyük özelliği Apo’yu kendi başkenti Şam’da koruma altına almış olmasıydı.
Apo Şam’da yaşıyor, Suriye Hükümeti’nden her türlü desteği alıyor ve Türkiye’deki terör eylemleriyle can yakıyordu.
Bir uyardık olmadı, beş uyardık olmadı... Rica ettik, istirham ettik, ısrar ettik yine olmadı.
Adam bildiğinden şaşmıyordu.
Sonunda sabır taşı çatladı. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş 1998 yılında Hatay’a gidip komşu Suriye yönetimini uyarmak zorunda kaldı:
“Bu tutumunuz devam ettiği takdirde ordumuzla müdahale etmeye kararlıyız. “
O günlerde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel Meclis’te aynı doğrultuda bir konuşma yaptı ve çok sert sözler söyledi.
Hepimiz milletçe arkalarında idik.
Hafız Esad işin şakası olmadığını anlamıştı! Apo’ya sahip çıkmayı sürdürdüğü takdirde başına iş açılacak, Türk Ordusu ülkesine ağır zarar verecekti. Bunu göze alamadı ve Apo’yu sınır dışı etmek zorunda kaldı.
Sonrasını biliyoruz.
Kenya’da ele geçirilen Apo Türkiye’ye getirildi, yargılandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

* * *

Hafız Esad 2000 yılında öldükten sonra yerine oğlu Beşar Esad geçti. Hemen ardından Türkiye’de AKP iktidarı dönemi başladı.
Artık Suriye ile herhangi bir sorunumuz kalmamıştı. İki ülke arasında dostluk ilişkileri sürüyordu.
Aramızdaki yaklaşık 900 kilometrelik sınırda önemsiz kaçakçılık hadiseleri dışında en ufak bir olay bile olmuyordu.
Terör derseniz, hiç yoktu çünkü Suriye geçmişten dersini iyi almış, Beşar Esad babasının yolunu izlemeye kalkışmamıştı.
Tayyip’le Esad bu süreçte çok yakın iki dost oldular. Artık karılı kocalı birbirlerini ziyaret edip kucaklaşıyorlar, birlikte tatile çıkıyorlar, dostluk ve kardeşlikten dem vuruyorlardı.
Tayyip düzenlediği mitinglerde Esad’a övgüler düzüyor, ondan “Kardeşim Esad” diye söz ediyor, Türkiye ile Suriye ilişkilerinin böyle olumlu ve kardeşlik havasında gitmesinden duyduğu mutluluğu her seferinde dile getirmekten kaçınmıyordu.
Bir “Dünya devinin (!)” bunları söylemesi çok önemliydi... Çünkü Tayyip, kendisini artık dünya devi, dünyanın en önemli liderlerinden biri olarak görme havalarına girmişti.

* * *

Ne olduysa işte o günlerden birinde oldu... Tayyip’e ABD’den bir talimat geldi:
Biz Esad’ı devirmeye karar verdik, kendini ona göre hazırla ve Esad’ı düşman ilan et!”
Yıl 2011... Tayyip Esad’a ufak ufak bindirmeye başladı.
Burada açık konuşalım, Suriye rejiminin Türkiye ile ilgili herhangi bir sorunu yoktu.
Suriye’nin ucu Türkiye’ye dokunan bir kötülüğü, olumsuzluğu, bizim ülkemize terör ihraç etmesi, iç işlerimize karışması vesaire gibi bir durumu da yoktu.
Ama artık durup dururken yeni bir düşmanımız olmuştu!
ABD’nin baskısıyla Suriye’yi karıştırdılar.
Komşumuz olan ülkeye Türkiye sınırlarından on binlerce silahlı terörist soktular...
Suriye’de laik bir rejim vardı. Azınlıkta olan Suriye Alevileri, çoğunlukta olan Sünnileri yönetiyordu.
Tayyip iktidarı mezhep kavgasına girişti. Suudi Arabistan ve Katar’dan destek alan Sünni İslamcı teröristlere her türlü silah ve cephane yardımı yaptı, sınırlarımızı onlara açtı ve Esad’ı devireceğini ilan etti.

* * *

Artık her fırsatta Esad’a sövüyor, tehdit ediyor, gidici olduğunu açıktan söylüyor ve nutuk atıyordu:
“Suriye zaten bizim eski vilayetimizdir... Esad en kısa zamanda devrilecektir... İnşallah ilk fırsatta Şam’da hep birlikte cuma namazı kılacağız!..”
Fetih naraları atıyorlardı!
İslamcı teröristler Suriye’yi mahvetmeye başladı.
Pek çok bölgeyi ele geçirdiler. Suriye Ordusu’nu pek çok yerde yenilgiye uğratıp ülkeyi harabeye çevirdiler.
Varsayalım aynı olay bizim başımıza gelmişti. PKK ve İslamcı teröristler ayaklanmış, ülkemizin önemli bir bölümünü ele geçirmişti...
Bilanço ağır olmuştu. On binlerce insanımız öldürülmüştü...
Biz ne yapardık?

* * *

Gün geldi, Türkiye-Suriye sınırına boşluktan yararlanan terör örgütleri yerleşti. Böylece yeni komşularımız oldu:
IŞİD, PKK, Müslüman Kardeşler, El Kaide vesaire.
Tayyip yönetimi bunlara en büyük desteği veriyor, ağır silahlar gönderiyordu.
Tam 2.5 milyon Suriye vatandaşı, yaşanan bu terör olaylarından kaçıp Türkiye’ye sığınmak zorunda kaldı.
Bunlar için milyarlarca dolar harcayıp kamplar kurduk. Güney illerimiz karıştı, Reyhanlı bombalandı, uçağımız düşürüldü.
Kamplara gitmeyenler ise Türkiye’nin dört bir yanına dağıldı. Sefil bir biçimde yaşamlarını sürdürüyorlar. Bazıları dilencilik yapıyor, bazıları çadırlarda aç yaşıyor.
Antalya gibi çeşitli turistik illerin valilikleri, Suriye vatandaşlarının kentlerine girmesini yasakladı.
Tayyip-Ahmet ikilisi uzun süredir her fırsatta ağlaşıyor:
“Eyyy uluslararası kuruluşlar, faturayı bize kestiniz ama para vermiyorsunuz. Bize acele para gönderin.”
Dilenci olduk ama kimsenin taktığı yok.
Aldık başımıza belayı.

* * *

Peki “Ha devrildi ha devrilecek” dedikleri Esad ne oldu?
Ülkesini harabeye döndürdüler, on binlerce insanını öldürdüler, milyonlarca kişinin Suriye’den kaçıp perişan olmasına neden oldular ama Esad yerinde duruyor.
Olan Türkiye’ye oldu. Piyasaya yeni komşularımız çıktı, milyarlarca dolarımız gitti, para için yalvarmaya başlayıp dünyaya rezil olduk.
Durup dururken Ortadoğu’nun o pis bataklığına düştük.
Çevremizde Türkiye’nin desteği ile yeni türeyen komşularımız, o dünyaca ünlü terör örgütleri... Süleyman Şah Türbesi operasyonunu bile PKK’nın Suriye kolunun desteği ve izniyle yapabildik.
Cumhuriyet tarihinde bu Suriye olayı gibi rezillik görülmedi, duyulmadı.
Tayyip’e, Ahmet’e, hükümete vesaireye bir sorabilsek bu pislikten, bu küçüklükten nasıl kurtulacağımızı, acaba onlar bilir mi!