Ben bu şehre aşıktım eskiden..
Baba ocağından sonra,
henüz bıyıklarım yeni terlerken,
ilk sevdamdı...
Terminalde inip şaşkın ürkek etrafıma bakarken tanışmıştık...
El ele tutuşup gezmiştik Gençlik Parkı’nı, Papazın Bağı’nı, Keklik Pınarı’nı... Kuğulu’da kuğulara simit atarken hoşlanmıştım ilk... Kazablanka Bar’da sabahladığımız gece açılmıştım, küçülmüş gözlerim peltek dilimle söylemiştim:
“Seni sevdim Ankara...”

*

Sonra hiç ayrılmadık...
Müzisyen yanımız vardı; Solfasol semti, Misket Mahallesi, Dede Efendi, Bestekar Sokak...
Geceleri ben ona müzik yapardım, dinlerdi, ortak
şarkımız vardı:
“Baba ben derviş miyem...”
Bir metre kar yağdığı günlerde, soğuk bekar evlerinde, geleceğin mutlu hayalleri ile üzerimi örterdi Ankara...

*

Sonra...
Yıllar geçti aradan, tanınmaz oldu...
Onu imam nikahı ile Melih diye birisine verdiler... Buram buram cumhuriyet kokan kimliğinden çıktı, taklit cam takılar, çin malı taşlar, görgüsüz renkler,
baldırında, kollarında diş izleri, konuşuruz kimi zaman:
“Ne yaptılar şurana böyle?..”
“Alt geçit...”
“Burnunun ucunda sivilce çıkmış...”
“Ak Saray o...”
Kimi zaman ağır kokulu deodorantından çıkarıp sıkar
sağa sola:
“Ne bu?..”
“Fişkiye...”
“Mutlu musun?..”
O zaman sahte gülüşünü bırakır, yüzünde hüzün belirir Ankara’nın:
“Her gelen bir şeyimi aldı... Görgüsüz badem bıyıklı müteahhitler gelip koynuma giriyorlar... Beni parsel parsel sattılar... Cumhuriyetin göz bebeğiydim, imamların
kapatması oldum...”

*

Kaç gündür caddeleri boş, sokakları ıssız, ölü toprağı serpilmiş Ankara’ya...
Saçına taktığı kırmızı karanfilleri, bombaların patladığı siyah asfaltlara bırakıyorlar...
Aklımda türkümüz:
“Baba ben derviş miyem
Hırkamı giymiş miyem...
Ben sevdim eller aldı...
Niye ben ölmüş miyem...”