“Cehennem”de Dan Brown’ın romanlarındaki akıcı üslubu sinemada üçüncü uyarlamasında karşılığını buluyor ama yine de sorun var... Ülkemizde de çok okunan bir yazar olan Dan Brown’ın yazar olarak kimi meziyetleri var. Mesela tarihin bazı gizemli yapraklarını, şifrelerle, bilmecelerle dolu aktüel kısımlarını iyi biliyor, araştırıyor ve bunları okuyucularına ana hikayesine çarpıcı bir basitlikle yedirerek sunabiliyor. Çarpıcı, çünkü bir Dan Brown kitabını elinize aldığınızda, hele bir de tarihin bu şifreli küçük koridorlarında dolaşmayı seven biriyseniz, sayfaları su içer gibi tüketiyorsunuz.
“Da Vinci’nin Şifresi”ni elinden bırakamayıp iki günde bitirenler, romanın film uyarlamasında şaşırıp kalmışlardı. Çünkü aynı ritmin yerinde yerler esiyordu. ‘Takım elbiseli ve çağdaş Indiana Jones’ diye tanımlayabileceğimiz profesör Robert Langdon’ı canlandırması için Tom Hanks kuşkusuz doğru bir aktördü.

cehennem_1

Ama o yıldızı düşük senaryo, o akıcı kitabı yerlerde süründürdü. İkinci Langdon macerası “Melekler ve Şeytanlar” hıristiyan dünyasını bile çok heyecanlandırmayan papa seçimi gecesi yaşanan gerilimi anlatıyordu ve haliyle orta karar bir gişe filmi olarak da kaldı.
Sonunda yönetmen Ron Howard “Cehennem”de Dan Brown’ın ritmini yakalayabilmiş görünüyor. Yakalamış ama bu sefer de hikaye iyice sallanıyor. Filmin hemen başında Langdon gözlerini İtalya’da bir hastanede açar. Yaralıdır ve geçici bir hafıza kaybı yaşıyordur. Ancak hastaneye yapılan bir silahlı saldırıdan genç bir doktor kadın olan Sienna sayesinde kurtulur. Bundan sonra ikisi birlikte zengin bir işadamının çılgın planını ortaya çıkarmaya çalışırlar. Çılgın plan ise James Bond filmlerinin uçuk kötülerinin ‘dünyayı ele geçirmek’ gibisinden çizgi romanımsı bir amacı işaret etmekte. Zobrist adlı bu adam Avrupa’da Rönesans’tan hemen önce yaşanan ve milyonların ölümüyle sonuçlanan veba salgını gibi bir salgın başlatıp dünya nüfusunu epey bir azaltmayı ve bir şekilde dünyanın ve insanlığın ‘resetlenmesini’ planlamaktadır. Langdon ve Sienna önce Floransa, sonra Venedik ve en son da İstanbul’da sona erecek, kaçma kovalamacası bol bir maceraya atılırlar.

cehennem_2

Merak edilen İstanbul sahnelerinde Tom Hanks gerçekten de İstanbul’a gelmiş gibi yapılmış. Ayasofya’da yapılan çekimler güzel. Ama finale ev sahipliği yapan Yerebatan Sarayı için Macaristan’da birebir bir set kurulmuş. Seti başka bir yere kurmuş da olsalar, İstanbul’un turizmi için güzel bir fırsat böyle bir filmde kullanılması ama terörizmden çekindiği için gelmeyen yıldız oyuncunun olduğu sahne, yine bir terorizm saldırısına mekan olmakta! Keşke Venedik’teki sahneyle yer değişmiş olsaydı İstanbul’daki sahneler.
“Cehennem” sonuçta akıp gidiyor ama geride bir tortu bırakmıyor pek. Çünkü romandaki karmaşık yapı iyi anlaşılsın diye henüz izlediğimiz detaylar sık sık filmin içinde sözü geçtikçe hatırlatılıyorlar. Langton’ın Dante’nin Cehennem tasvirleriyle karışan halüsinasyonları da hikayeyi bölüp duruyor. Hızlı ama bol tekrarlı bir kurguya sahip film. Tom Hanks alıştığımız tonda, çok da büyük bir çaba serfetmiyor rolünde. Yetenekli oyuncu Felicity Jones da otomatik pilota almış gibi. Ne de olsa orta karar, seyirlik bir gişe filminin içinde olduğunun farkında...

2 yıldız
Cehennem
Yönetmen: Ron Howard
Oyuncular: Tom Hanks, Felicity Jones, Ben Foster
121 dk.

Hızlı ve öfkeli boksör!

Her gerçek hikaye film olarak bizi çok ilgilendirmez ama ne ilginçtir ki, içinde boksör olan filmler bir şekilde hepimizi ilgilendirir. “Öfkeli Boğa” (Raging Bull), “Rocky”, “Milyonluk Bebek” gibi filmler trajik dövüşçü karakterlerinin gerçek ya da gerçeğe yakın hikayeleri üzerinden zorluklar içinde ayakta kalma, her şeye karşı mücadele etme, insanın zor bir hayat içinde kendi üzerinde kurduğu güçlü olma baskısı gibi temaları ele almaktalar...
Robert De Niro’nun unutulmaz bir performans gösterdiği “Öfkeli Boğa”da Jake La Motta adlı boksör kendi iç dünyasıyla olan savaşını ringlere taşıyan şiddet dolu bir boksördü. “Demir Yumruk”ta da hikayesi anlatılan yine kontrol edilmesi zor bir boksör olan Roberto Duran’ın antrenörünü canlandırıyor bu sefer büyük aktör.

demir_yumruk_2Panama’da bir yoksulluk ve yoksunluk hikayesi olarak başlıyor film. Duran’ın zor çocukluğu, boksla tanışması ve kısa sürede gelen şöhret, karısıyla olan ilişkisi, rakibi Sugar Ray Leonard ile olan maçları, inatçılığı, egosu ve kendisiyle mücadelesi şeklinde ilerliyor. Hikaye ve karakterler çok zengin ve doğurgan ama film maalesef hepsini bir araya getirmek konusunda çok maharetli değil. Ne Duran’ın sefaletine tam kani oluyoruz, ne de hızla gelen şöhrete ikna olabiliyoruz. Sanki bir mini dizinin özeti halinde karşımıza getirilmiş bir film izliyoruz. Film bir şekilde kendisini sıkmadan izletiyor, çünkü hikaye çıplak haliyle de yeterince çarpıcı. Ama senaryonun bir odaklanma sorunu var. Eğer Duran’ın hikayesinin belli bir bölümüne odaklanıp ona uygun bir şekilde ele alınabilseydi daha düzgün bir filme ulaşılabilirdi.
Yine de Duran’ı canlandıran Edgar Ramirez’in performansı, karısı Felicidad’ı canlandıran Ana de Armas’ın güzelliği ve üstat Robert De Niro’nun varlığı filmin cazibesini arttırıyor.

2,5 yıldız
Demir Yumruk
Yönetmen: Jonathan Jakubowicz
Oyuncular: Edgar Ramirez, Robert De Niro, Ana de Armas
111 dakika, 13+