Sevgili okuyucularım, Türkiye’de adına Fethullah cemaati denilen çok önemli ve kapsamı çok geniş bir topluluk var(dı).
Bunlar özellikle 2002 yılında AKP iktidara geldikten sonra palazlandı.
Örgütlenmeleri çok iyi idi. Devletin bütün kademelerine sızmayı, sadece sızmayı değil ele geçirmeyi de başardılar. Bu olay iktidarın da işine geliyordu.
Sarmaş dolaş idiler!.. Can dostu cemaate bütün kapılar açıldı.
Öyle bir düzen kurulmuştu ki, akıllara durgunluk verir!.. Örneğin herhangi biri herhangi bir makama atanacaksa ismi cemaat seçer, iktidar onay verirdi.
İlk hedef Fethullah hoca efendinin deyişiyle “Askeriye, mülkiye ve yargıyı” ele geçirmekti.
Türk Ordusu’nu özellikle düzmece Balyoz kumpasıyla bitirdiler.
Ordumuzun en seçkin komutanları cemaatçi savcılar ve hakimler tarafından tutuklandı, bir sürü akıl almaz iftiralarla hapishanelere sevk edildi.
Mülkiye derseniz, amaç İçişleri Bakanlığı, valiler, kaymakamlar ve polisin ele geçirilmesi idi.
Yargı bu sacayağının en önemli halkasıydı.
HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, savcılar ve hakimler...
AKP-hükümet-cemaat işbirliği ile süreç tamamlandı!
İktidarın tetikçisi ve taşeronu olan, kraldan fazla kralcılık yapan cemaat tümüyle olmasa bile büyük ölçüde başarıya ulaşmıştı.
İş öyle bir noktaya geldi ki, cemaat artık burnundan kıl aldırmaz oldu. Her yer, devletin her kademesi ellerinde idi ve devlet gücü onlara geçmişti.

*  *  *

Günün birinde aralarına kara kedi girdi, bu kez iktidar-cemaat kapışmasını izler duruma geldik.
Kavganın en önde gelen nedeni para ve kazanç idi. Hadise cemaatin dershanelerine el konulmasıyla patladı.
Açık söyleyeyim, ben bu kavganın geçici olduğunu tahmin ederdim ama yanılmışım.
O aşamaya gelindiğinde cemaat yeterince palazlanmıştı. Okulları, üniversiteleri, hastaneleri, gazete ve televizyon kanalları, irili ufaklı iş adamları vardı. Paraya para demiyordu.
Hükümet bu gidişten ürktü:
“Boynuz kulağı geçiyor. Fethullah bizi takmamaya başladı. Bunlar devlet ve para gücünü bizden alıp kendileri kullanmak üzere. Bu işi bitirelim.”

*  *  *

Kendi adıma söylüyorum, ben bunlarla yıllarca uğraştım. Bazı yazılarımı, kendisine hakaret ettiğim iddiasıyla Fethullah mahkemeye verdi. İşi gücü bırakıp adliyelerde ifade verdim ve hepsini kazandık.
Zaman gazetesinin gerçek satışı, yani bayi satışı 18 bin dolaylarında idi. Oysa 900 bin sattığını iddia ediyorlardı. Aradaki fark beleş dağıtılıyordu. Buna devlet bütçesi bile dayanmazdı. Bu rakamları yazdım, değirmenin suyunun nereden geldiğini sordum. Yine mahkemeye verdiler. Mahkeme üç kişiden oluşan bir bilirkişi heyeti kurdu. Yazdıklarımı bu heyet inceleyecekti...
İkisinin cemaatçi olduğunu öğrendik ama yapacak bir şey yoktu. Bir süre sonra bilirkişi raporu geldi:
“Zaman gazetesinde yaptığımız incelemede, Çölaşan’ın verdiği rakamların doğru olmadığı görülmüştür!”
İtiraz edip Yargıtay’a başvurduk:
“Bu rakamları Zaman gazetesinde araştıranlar elbette böyle diyeceklerdir. Gazete dağıtım şirketinden sorulması gerekirdi!..”
Kumpas açıktı. Yargıtay bu kararı lehimize bozdu. Ama bir kez daha gördük ki adına cemaat denilen topluluk bizim tahminlerimizden de ötede, gerçekten çok güçlü idi. Elleri her yere uzanıyordu.

*  *  *

Evet, cemaatle iktidar ve hükümet arasından su sızmazdı. Örneğin Zaman gazetesinin kuruluş yıldönümü törenlerine Recep Tayyip büyüğümüz bile katılıp onlara övgüler düzerdi.
Gün geldi, hükümet iyice saldırıya geçti.
Önce savcılara başvurup FETÖ iddianamesi hazırlattılar... (Fethullahçı Terör Örgütü.)
Sezar’ın hakkı Sezar’a... Burada vicdani görüşümü açıklayayım:
Bunların terörist olduğuna, terör yarattığına ilişkin bir görüşe hiçbir zaman sahip olmadım.
Aralarındaki kavganın kaynağı sadece parasal çıkarlar ve iktidar mücadelesi idi.

*  *  *

Olayın sonraki aşamalarını hep birlikte izledik. Hükümet bunları önce terör örgütü ilan etti, sonra okul, hastane ve başta medya kuruluşları olmak üzere diğer kurumlarına el koymaya, iş adamlarını tutuklatmaya başladı.
Atılan her adım hukuksuzdu.
Ancak “FETÖ”nün televizyon kanalları ve gazeteleri de vardı.
Bunlar keskin ve korkusuz bir muhalefet yapıyordu. Hükümetin içindeki adamları kanalıyla en gizli bilgi ve belgeler bile bunlara geliyordu.

*  *  *

İlk hedef Bugün ve Millet gazeteleri ile Bugün, Kanaltürk ve Samanyolu televizyonları oldu.
Bunlar kapatıldı, haklarında davalar açıldı. Bazı çalışanları yurt dışına kaçtı, bazıları tutuklandı.
Zaten bekliyorduk, şimdi sıra Zaman gazetesine geldi!
Gazeteye el koydular... Yakında kapatılacak.
(El konulan ve kapatılan her yere hükümetin seçmece adamları kayyum olarak astronomik maaşlarla atanıyor!)

*  *  *

Bu yapılanlar iktidar adına utanç verici, yüz kızartıcıdır.
Hem anayasa ve yasalar, hem de basın özgürlüğü, fikir ve ifade özgürlüğü kavramları açıkça, paspas gibi çiğneniyor.
Böylesine pervasız bir gidiş hiçbir iktidar için iyilik getirmez.
Bu işlerin sonu hep kötü biter.
Madalyonun öbür yüzü ise daha da feci... PKK’nın yayın organı olan gazeteler ve televizyon kanallarına nedense dokunulmuyor! Herhalde yeni bir açılım süreci olsa gerek!

*  *  *

Sevgili okuyucularım, adına cemaat denilen bu toplulukla yıllarca mücadele etmiş bir gazeteciyim.
Seversiniz veya sevmezsiniz... Şimdi bazılarınız “Oh olsun bu cemaate, kendi etti kendi buldu. Yıllarca AKP’ye çalıştılar. Şimdi işleri bitsin artık” diyor olabilir.
Ben buna katılmıyorum, tam tersini savunuyor ve soruyorum:
Bu hükümetle cemaat arasında ne fark var? Cemaati kim palazlandırdı?
Böylesine anayasa ve yasa tanımaz bir diktatörlük düzeninde bugün onlara yapılan, yarın başkalarına yapılacak. Türkiye bu yolla daha da ilkelleşecek, geriye gidecek, o göstermelik özgürlükler bile geri alınacak.

*  *  *

Ancak bazı gerçekleri de unutmamak gerekir.
Cemaatin günahı vebali büyüktür. Şımarmış, bir sürü masum insanın yalanlar, iftira ve hakaretlerle canını yakmış, onları ve ailelerini perişan etmiş, devleti ve adaleti kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış, AKP iktidarının acımasız keskin kılıcı ve tetikçisi olarak yıllarca görev yapmıştır.
İşlerin günün birinde bu aşamaya geleceğini, bu kez de onlara karşı sergilenen hukuksuzluk, yasa tanımazlık ve uğradıkları haksızlıklara karşı çıkacağımı doğrusu hiç düşünmezdim.
Böyle kirli bir ortamda onları savunmak da şimdi bize düştü!
Kaderin cilvesi!