Sevgili okuyucularım, iki gazeteci arkadaşımız Can Dündar ve Erdem Gül Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edildi.
Eğer bu karar tersine olsaydı, her ikisi de ömürlerinin geri kalan bölümünü büyük olasılıkla hapishanede geçirecekti.
Bir haber yazıyorsunuz...
Ve hakkınızda soruşturma başlatılıyor. Yaka paça gözaltına alınıyor, hemen ardından tutuklanıp içeri tıkılıyorsunuz.
Bilmem kaç yıl ve üstüne müebbet hapis isteniyor.
Dahası, MİT’in TIR’ları haberi nedeniyle casuslukla, teröristlikle suçlanıyorsunuz.
Bunlar iki gazeteci. Bir haber nedeniyle böylesine ağır suçlamalar dünyanın neresinde olabilir?

*  *  *

Üstelik kişisel şikayetçiler arasında bir de tanıdık isim var:
Recep Tayyip Erdoğan!
Televizyona çıkıp aynen şöyle dediğini anımsayacaksınız:
“Bunun bedelini en ağır şekilde ödeyecek. Öyle bırakmam onu.”
Bir cumhurbaşkanı yargıya havale edilmiş bir dava konusunda nasıl olur da bu sözleri söyleyebilir, nasıl olur da “Öyle bırakmam onu” diyebilir?

*  *  *

Türkiye özellikle son yıllarda basın ve ifade özgürlüğünün resmen sıfırlandığı bir ülkeye dönüştürüldü.
Yandaş-yalaka takımından olmayan her gazeteci, hakkında davalar açılmasın diye, yazdığı her haberi ve yazıyı artık kendisi sansür ediyor.
Bugüne kadar binlerce kişiye cumhurbaşkanına hakaret davası açıldı.
Hiç ilgisiz, ima yoluyla bile hakaret içermeyen yazılar dava konusu yapılıyor...
Amaç iktidar karşıtı bütün kesimleri, ama özellikle de gazetecileri korkutmak, sindirmek, konuşamaz ve yazamaz duruma getirmek.
Can Dündar ve Erdem Gül’ün başına gelenler bunun tipik örneğidir.
Onların kişiliğinde mesaj bütün gazetecilere verilmiştir:
“Cici çocuk olmayanı mahveder, süründürürüz.”

*  *  *

Anayasa Mahkemesi ülkemizin en güvenilir yüksek yargı kurumlarından biri oldu.
Kutluyorum.
Böylesine bir siyasi ortamda, adaletin ve yargının ne yazık ki siyasete alet edildiği bir dönemde verdiği kararlarla Türkiye’nin önünü açıyor.
Keşke bütün mahkemeler ve yüksek yargı kurumları da böyle olabilse.
Dün tahliye edilen iki gazeteci arkadaşımıza geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.
Mücadeleye devam!

Happy birthday to you!

Sevgili okuyucularım, bazı günler vardır ki hiç unutulmaması gerekir. Ancak benim aptal kafam dünkü önemli tarihi, başka bir deyişle 26 Şubat’ı unutmuş.
Unutmamış olsaydı bu yazıyı dün yazardım.
26 Şubat iki seçkin, saygın, sayın, muhterem ve dünya
devi büyüğümüzün doğum günü.
Kutsal bir tarih olması gerekir zira rastlantıya bakın ki her ikisi de aynı gün doğmuşlar.
Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu.
Sayın ve muhterem Recep Bey dün 63, sayın ve muhterem
Ahmet Davutoğlu ise 58 yaşına girdi.
Yani Recep Bey, Ahmet Bey’den beş yaş büyük.
Devlet memuru olsaydı iki yıl sonra emekliye sevk
edilecekti.
İki dünya liderinin aynı gün doğmuş olması hem ülkemiz, hem de dünyamız için gerçek bir mucizedir.
Böyle bir örneği başka bir yerde bulamaz ve göremezsiniz.
Falcı olsam, yıldız falından anlasam bu mucizeyi bir parça
olsun yorumlamaya çalışırdım ama değilim ki!

*  *  *

Evet, bu yazıyı dün yazmak isterdim. Bir gün geciktiğim için büyüklerimizin beni affetmesini dilerim.
Her ikisiyle de gurur duyuyoruz.
Düzenledikleri toplu açılış törenleri, muhtar toplantıları, ekranlarda sıraladıkları vecizeler ve yaptıkları her şey onlarla gurur duymamıza yetiyor.
Onlar tanrının ülkemize lütfettiği, başımıza gökten zembille indirdiği, gerektiğinde Obama, Putin vesaire gibilere bile posta koyan, Suriye’ye balıklama dalıp ülkemizin saygınlığını yücelten iki büyük devlet adamıdır.
Böyleleri değil Türkiye’ye, dünyaya bile çok ender gelir.
Hele de ilahi bir gücün iteklemesiyle aynı günde doğmuş olanlar!..

*  *  *

Ancak onların değeri bazen bilinmedi, hatta yanlış anlaşıldılar...
Haddini aşıp hakaret edenler bile oldu.
Özür dilemek gerek!..
Her ikisine de içtenlikle sesleniyorum:
“Abi kardeş birbirinizin değerini bilin arkadaşlar, sakın incitmeyin.”
İkiniz için bir kez daha bütün gücümle haykırıyorum:
Happy birthday to you.
İyi ki doğmuşsunuz!
Helal size bu yollar!