Muratlarına erdiler...
Nihayet jandarmayı bütünüyle İçişleri Bakanlığı’na bağladılar.
Artık Jandarma terfisine bakan-vali karar verecek. Yani. 27 bin 500 jandarma subayının liyakatına siyaset karar verecek!
Evet, gerçek bu; AKP’den “güçlü bir dayı” bulan terfi edecek! Asker siyaset dışına böyle çıkarılabilir mi?
Demek darbelerle böyle mücadele edeceklerini sanıyorlar.
Demokrasi “ölçütlerini” de öğrenmiş olduk! Bir de AB’yi örnek göstermezler mi? Yahu...
Kimi AB üyesi ülkeler jandarmalarını; Carabinieri (İtalya), Koninklijke (Hollanda), Zandarmeria (Polonya), Jandarmeria (Romanya) Guardia Civil (İspanya) vs. içişleri bakanlıklarına bağladı mı?
Hayır.
Demek ki her ülkenin güvenlik konsepti farklı. Keza; İsrail, Kanada, Rusya, Şili, Hindistan aklınıza gelen birçok ülke jandarmasını ordu içinde tutuyor.
Mesele şu: 20’nci yüzyılın ikinci yarısında Anglo Sakson ülkeler jandarmayı “modası geçmiş bir kolluk modeli” olarak değerlendirdi. Peki ya şimdi? Bugün ortaya çıkan güvenlik tehditleri sonucu -başta İngiltere olmak üzere- pek çok devletin gündemine jandarma yeniden gelmeye başladı!
Gelişmeleri geç takip ediyoruz.
Ve. Kendi geçmişimizden hiç ders çıkarmıyoruz; herkes tarihin kendi iktidarıyla başladığını sanıyor çünkü!
“Osmanlıcı” gözüküyorlar ama Osmanlı askeri tarihi hakkında tek cümle araştırmaları-bilgileri yok.
Bakın ne anlatacağım:
Bugün Fransızlar diyor ki; “ülkemizdeki IŞİD terör eylemleri neden önlenemiyor?”
Bugün Fransızlar diyor ki, ulusal jandarmamız “Gendarmerie Nationale” neden etkisiz? Konuyu şuraya getiriyorlar.
Fransa, çok tartışmalar sonucu Avrupa Birliği’nin dayatmasıyla1 Ocak 2009’da jandarmasını İçişleri Bakanlığı’na bağladı.
Fransızlar şimdi hata yaptıklarını konuşuyor.
Peki ya bizde?...
Sadece jandarma değil, siyaset kurumu bin yıllık Türk ordusunun genetiğiyle bakalım daha ne kadar oynayacak?
Temel mesele, her iktidara gelenin kendi ordusunu oluşturmak istemesi....

Yapmayınız... Etmeyiniz...

Kuşkusuz...
TSK tartışılmalıdır.
Özellikle 12 Eylül 1980 darbesi; ve sonrasında gelen vahşi kapitalizm/neoliberalizm rüzgarı Türk subayının önceliklerini değiştirdi. Subay da daha çok tüketmek için terfi almayı tek amaç bildi. Terfi sınıf atlama aracı oldu! Ordu kendi içinde kastlara bölündü. Lojman-kışla arasına sıkıştırılan subay halkına yabancılaştı.
Evet, bunları reddetmiyorum!
Korkum; derinlemesine araştırma- tartışma yapmadan -Cemaat darbesi korkusuyla- alelacele yapılacak radikal yapısal değişikliklerin Türk ordusunda ve itibarıyla toplumda onarılmaz yaralara sebep olmasıdır. Hele buna bir de...
Emir-komuta birliği ile merkezi hiyerarşik teşkilat yapısının bozulması; ve  kovuşturma histerisiyle büyük subay tasfiyesi eklenirse, ülke içinden zor çıkılır hale düşürülür. Yazdım; Abdülaziz’den, II. Abdülhamit’e, İttihatçılardan Halaskar’a kadar hepsi kendi ordusunu kurmak istedi; sonuçta darbeyle alaşağı edildiler.
Ama mesele sadece bu değildir! Osmanlı darbelerinin temelinde, Ortaçağ’dan kalma tarıma dayalı ve dışa bağımlı ekonominin etkisi büyüktür. Cumhuriyet darbelerinin kökünde de iktisat vardır.
Yani, darbeler-cuntalar konusunda çok boyutlu düşünmek lazım. Bunca yıllık bu toprakların birikimi-tecrübesi var; bunlardan yararlanmak şarttır. İktidar 15 yıldır yaptığı gibi tek boyutlu düşünmekten vazgeçmelidir.
İşte gördü; kendisine darbe yapan “eski Türkiye egemenleri” değil; aksine muhafazakar “yeni Türkiye Cemaati”dir!
Gerçekçi olalım; 28 Şubat paranoyasıyla orduya Cemaat yığılmasına göz yumuldu.
Ve 15 Temmuz darbe girişimiyle yüzleşildi.
Şimdi ne yapılacak?
Ordu’yu AKP’lileştirerek mi korkularından kurtulacaklar?
Yapmayınız... Etmeyiniz...
Bu ülkeye yazık edersiniz.
TSK’yı denetim altına almak onu “parti ordusu” haline getirmek değildir.

Aklımızı başımıza alalım

Bir örnek vermeliyim:
Tarih: 19 Ağustos 1991.
Rusya’da Gorbaçov’un radikal (perestroika ve glasnost) açılımlarına karşı çıkan bir grup darbe girişiminde bulundu.
Tanklar Moskova sokaklarına çıktı. “Sovyet Liderliğinin Deklarasyonu”, ele geçirilen devlet televizyonunda ve radyolarında sabah 07.00’den başlayarak yayınlanmaya başlandı. Kimi milletvekilleri gözaltına alındı.
Bu arada Yeltsin, Rusya meclisi önüne geldi; halkı sokağa çağırdı. Moskovalılar sokağa çıkma yasağına uymayıp parlamento önünde toplanmaya başladı. Kimi sokak ve caddelerde halk tankların üzerine çıktı. Troleybüs ve sokak temizleme araçlarıyla barikatlar yaparak yolları ulaşıma kapattı.
Yeltsin’in tank üzerindeki konuşması televizyonlardan yayınlanınca ordu ikiye bölündü. Kimileri çok kan akacağı için darbeden vazgeçti. Vazgeçmeyen bir grup halka ateş açtı; parlamentoyu bombaladı.
Sonuçta darbe girişimi başarısız oldu.
Sonra...
Sonra Sovyetler Birliği parçalandı. Bir dönem bitti.
Aradan yıllar geçti; darbe günü CIA’nın Yeltsin’e yardım ettiği ortaya çıktı! Amaçları belliydi; Rusya’yı ele geçirmek!
Rusya 1991’deki darbe girişiminden sonra istikrara kavuşamadı.
“Tek adam” haline gelen Yeltsin, uyguladığı askeri politikalarla Kızıl Ordu’yu bitirme aşamasına getirdi.  Ülke ekonomisinin yok olmasına neden olacak reformları uygulamaya devam ederken Putin’in de içinde bulunduğu “sivil darbeyle” alaşağı edildi.
Demem o ki...
Hepimiz...
Toplumsal uzlaşmanın ne kadar değerli olduğu üzerinde bir kez daha düşünelim...
Başka Türkiye yok.
Kültür ve siyaset farklılıklarımız olsa da bu ülke hepimizin.
Aklımızı başa alalım...
Emperyalist akbabalara yem olmayalım...