- Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde!..
Gençliğimin en ateşli, en heyecan verici sloganlarından biriydi. Biz, yani halk yenilmezdi, yenilemezdi. Her ölümde yeniden doğar, ölür bir daha doğar, çoğalır ve güçlenirdi!.
Halk bir kez ayağa kalktı mı, ne faşizm, ne emperyalizm ne de yerli uşakları önünde durabilirdi.
-Kutsal güç halktı!..
Kuşkularım giderek güçlenmekle birlikte, özellikle 70’lerin ikinci yarısını bu sloganla iç içe yaşadım diyebilirim.
Bu sloganın beynimden ve yüreğimden silindiği tarih ise 12 Eylül 1980’dir. Bizim düşündüğümüz ve de yüklediğimiz anlamda, halkın en büyük güç olmadığını, bir halkın “güç” olabilmesi için olmazsa olmaz temel koşulların bulunması gerektiğini acı biçimde öğrenmiştik!..
Ayağa kalkacak olan halkın bir takım özellikleri olmalıydı. Ulus olma bilinci, insan hakları ve demokrasiye duyarlık, bağımsızlığa ve özgürlüğe sahip çıkmak, kazanılmış haklardan ödün vermemek, çağdaşlaşma yolunda kararlı olmak vb..
-Söylemesi acı ama, ne yazık ki bu nitelikler bizde yoktu!..

İğdiş edilen bir toplum!..

Üçüncü bin yılın başında soralım; biz nasıl bir toplumuz?..
Yanıt maalesef hiç de iç açıcı değil!. Biz, ders kitaplarında okutulan ya da hamasi nutuklarda anlatılan toplum değiliz. Gelin, kırılmadan gücenmeden kendi fotoğrafımızı inceleyelim:
-Biz, öncelikle korkak bir toplumuz!..
-Biz, aynı zamanda unutkan bir toplumuz!..
-Biz, işte bu nedenlerden ötürü gayet kolaylıkla güdülen bir toplumuz!..
Dünyanın ilk ulusal kurtuluş savaşını veren, o savaşı devrimlerle taçlandıran, bizlere insan onuruna layık şekilde yaşamanın önünü açan o güzel insanlar, o güzel atlarına bindiler ve gittiler..
-Sonra?..
Sonrası acıklı. Korkak unutkanlığımızın acımasız cenderesinde yarım asır boyunca kendimizi aldattık durduk. Bizleri, “beyaz devrim” diye diye, demokrasi diye diye, nurlu ufuklar diye diye iğdiş ettiler!.. Düşüncelerimizi, benliğimizi tutsak ettiler.. “Böyle gitmez” diyen pırıl pırıl gençleri astılar, katlettiler.. Yüz binlerce insanı acımasızca işkence tezgahlarından geçirdiler.. Aydınlarımızdan bir bölümünü ezdiler, bir bölümünü satın aldılar.. Gericileri gözlerimizin önünde besleyip büyüttüler..
-Sesimizi çıkarmadık!..
Korktuk.. Unutmayı yeğledik.. Korkak unutkanlığımızın bedelini ise güdülerek, horlanarak, alay edilerek ödedik..
-Hâlâ ödemeyi de sürdürüyoruz!..
Çetesinden tarikatına, hırsızından işbirlikçisine ve çapsızına ülkeyi yönetmeyi kendinde hak görenler, bizi hem soyuyorlar, hem dövüyorlar hem de alay ediyorlar!..
Evet, açık açık, gözümüzün içine baka baka, sakınmadan ve utanmadan alay ediyorlar...
Aslında değişen bir şey yok... Biz bu hallerde olmayı kabullendikçe olacak olan işte budur!.. Bir farklılık elbette var...
- Bu gidişle yalnızca güdülen, soyulan, alay edilen değil, vatansız bir toplum da olacağız!!!

Bu gidişin bedeli çok ağır!..

İki binli yılların başlarında yazmıştım yukarıdaki yazıyı... Bir gazetecinin, bir yurttaşın uzun yıllara dayanan gözlemleriydi yazılanlar...
Aradan yine uzun yıllar geçti... AKP iktidarıyla yaşanan bir 15 yıl... Üçüncü bin yılın ilk yüzyılının ilk çeyreğinin içinde, 2016’nın şu yaz sonunda ne halde bir toplumuz dersiniz?.. Bana sorarsanız durum bir hayli tuhaf!..
Bir yandan kanlı bir darbeye sokaklara çıkarak yanıt veren, yüzlerce şehit veren, “Biz milletiz, darbeye teröre geçit vermeyiz” diye celallenen bir toplum, diğer yanda her Tanrı’nın günü, terör saldırılarıyla, canlı bombalarla, patlayıcı yüklü araçlarla toplu halde ya da birer ikişer ölen, ama ne hikmetse bırakın ses çıkarmayı, kılını bile oynatmayan, o yürek parçalayan cenazeleri, parçalanan minnacık çocukları adeta başka bir gezegenden seyreden bir toplum!..
Artık duymaktan kusacak hale geldiğimiz, “kanları yerde kalmayacak”, “başaramayacaklar” teranelerini temcit pilavı gibi başımıza kakan siyaset erbabı, istihbaratı bile sıfırlanmış, yanı başındaki yaverin kim olduğundan bihaber bir iktidar, mevcudiyetini sıfırlamış, adına muhalefet denilen partiler, moral açısından sıfır güvenlik güçleri, bitmiş, tükenmiş, adalet dağıtmaktan yoksun bir yargı, eğitmekten nasibini almamış eğitim kadroları, “binmiş bir alamete, gidiyoruz felakete” havasında insan yığınları!..
-Bu mudur halk olmak, millet olmak?!.
Yılla önceki yazımı, “bu gidişle vatansız da kalırız” uyarısıyla bitirmiştim... Bugün daha büyük bir acı ve endişeyle neredeyse parçalanmanın eşiğine gelmiş, getirilmiş, yapayalnız kalmış, sınırları bile delik deşik edilmiş bir ülkenin yurttaşı olarak yazıyorum:
-Silkelenmezsek, ayağa kalkmazsak, üzerimizdeki ölü toprağını atmazsak olacak olan ne yazık ki budur!..
Bu ülke hiç kimsenin tepe tepe istediği gibi kullanacağı “babasının çiftliği” değildir... Yönetemeyen iktidarlar futbol takımı gibi “seni sevmeyen ölsün” duygusuyla desteklenemez... Bu ayrımı anlamayan, bakan ama göremeyen toplumlar sonunda bu aymazlığın bedelini öder; açın bakın tarihte yüzlerce örneğini görürsünüz... Haa “bedel dediğin nedir?” diye soracak olursanız, etrafınıza bakın derim:
-Libya, Suriye, Irak, Pakistan, Afganistan... Daha sayayım mı?!.