Yıllarca zindanlarda çile doldurdular...
Bileklerinin hakkıyla kazandıkları, şerefle taşıdıkları rütbeleri ellerinden alındı... Aileleri analarının ak sütü gibi hak ettikleri maaşları kesildiği için perişan oldu, oturdukları lojmanlardan atıldı... Bu alçaklıkları onuruna yediremeyip intihar eden, onulmaz hastalıklara yakalanıp yaşamını yitiren, kalbi bu iğrenç oyunlara dayanamayıp duran arkadaşlarının ardından sessizce gözyaşı döktüler...
-Ama bir milim bile geri atmadılar!..
Ne mahkemede, ne zindanda bir an olsun başlarını yere eğmediler. Balyoz savunmalarını bilgisayarınızda bir “tıkla” bulabilirsiniz; her biri bir “yurtseverlik manifestosu” idi... Bugün çoğu yurtdışına kaçan, bir bölümü ise “darbe suçlusu” olarak tutuklanan savcı, hakim kılıklı soysuzların karşısında hep aynı şeyi söylediler:
-Bu alçakça tertipler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni çökertmek için yapılmıştır!..
Yıllarca önce Hasdal’da ziyaret ettiğim kahramanlar arasında bulunan SAT Komando subayı Ali Türkşen, sohbetimiz sırasında acı acı gülümseyerek şöyle demişti:
-Ümit Bey, evet vatanseverleri tasfiye ettiler ama asıl olan Türk ordusunun tasfiyesidir, asıl içimizi yakan bu!..
İşte bu kahraman askerlerden altısı; Koramiral Kadir Sağdıç, Tümamiral Semih Çetin, Albay Ali Türkşen, Albay Eray Güçlüer, Kıdemli Yarbay Prof. Tayfun Uzbay, Binbaşı Levent Bektaş geçen akşam CNN Türk’te Tarafsız Bölge programının konuğuydular. Yiğit duruşlarıyla, konuşmalarıyla, verdikleri mesajlarla, “Atatürk’ün askeri kimdir?” sorusuna şahane bir yanıt verdiler!.. Onları izlerken yüreğimin acıyla burkulduğunu hissettim; daha yıllarca, birikimleriyle TSK’ya, ülkeye büyük hizmetler verecek bu yurtsever subaylar acımasızca biçilmişlerdi... Aklıma o müthiş özdeyiş geldi:
- Ne yazık ki, taşlar bağlanmış, köpekler salıverilmişti!..

Fabrika ayarlarına dönmek!..

Ancak konuşmalarında şikayetten, mağduriyetten en ufak bir iz bile yoktu...
Hepsinin ortak amacı, “TSK nasıl kendine gelir”, “ülke nasıl kurtulur” sorusuna en gerçekçi, en hızlı yanıtı bulabilmekti... Tümünün ortak yargısı, Cumhuriyet’in temel değerlerine vakit geçirmeden geri dönülmesiydi. Her biri darbenin ardındaki gücün ABD olduğunu hiç tereddütsüz dile getirdi... Ve hepsi TSK’nın bu komuta kademesiyle gitmeyeceğini işaret etti...
Örneğin Semih Çetin, “Fethullahçı çetenin tozu dumana katarak, ‘geliyorum’ diye bağırarak geldiğini” belirterek, herkesin sindiği, araziye uyduğu bir ortamda karşısına çıkan ilk duvarın sarı-lacivertli camia olduğunu söyledi. Bu tarihten sonra FETÖ’nün inişe geçtiğini belirtti. Emekli Tümamiral Çetin 18 Ağustos 2011’de mahkemede yaptığı savunmada şu sözleriyle tarihe geçmişti:
-Kendi ordusuna ve donanmasına komplo kuracak kadar alçalmış bir çetenin yarattığı bir ihanet sürecinden geçiyoruz. Kendi ülkemizde esir düştük!..
Emekli Albay Ali Türkşen’in konuşması ise başlı başına bir ders niteliğindeydi. Türkşen, anlaması gerekenlere açıkça şu mesajı verdi:
-Hani Atatürk, İsmet İnönü; “iki ayyaş” diyorduk ne oldu? Oraya döndük şimdi. “Hakimiyet milletindir” diye her yere yazı asıyorsunuz, şimdi anladınız bunu... Demek ki olay din de değilmiş, başörtüsü de değilmiş... Siz bu kadrolaşmayı yaptınız mı, yaptınız. Tek sızdıkları yer TSK’mı? Hayır! Her yerde var mı bu? Var. Bunu kabul edecek misiniz, edeceksiniz.. Bugün gelinen aşamada bizim fabrika ayarlarımıza dönmemiz lazım!..
Bu subaylar, TSK’nın en nitelikli, yurtsever kadrosundan askerlerdi, ne yazık ki harcandılar!.. Muharip subaylar, gözü pek havacılar, pırıl pırıl denizciler... Onlar, TSK’yı diz çökertmek, “kullaştırmak” için bağlanmış “taşlar” dı!..
-Onların yerlerine getirilenlerin çapları, vatana bağlılıkları ve yetenekleri ise ortada!..

Karşı cephenin müritleri!..

Taşların bağlanmasıyla ortalığa salıverilenlerin bugünkü zavallılıklarına gelince...
Yalnızca asker olarak düşünmeyin; anlı şanlı işadamları, çok özel yetkili hakim ve savcılar, “bu darbecilere idam az gelir, yağlı kazığa oturtacaksın”, “bu ordu lağvedilmelidir” yazılarıyla kalemlerinden “kan akıtan” köşe tutucuların içine düştüğü şu sefil duruma bakın!..
Mesela bunlardan birinin, Ergenekon Davası’nın ünlü savcısı Mehmet Ali Pekgüzel’in kelepçelenmiş bir şekilde gözaltına alınırken fotoğrafına rastladım... Mahkeme sürecinde izleme fırsatı bulduğum Pekgüzel, soyadıyla müthiş uyum içinde çalışan bir savcıydı; üstlendiği görevi pek güzel yerine getiriyordu!.. Örneğin sanıklara atfedilen suçlamaları bile avukatlardan saklamasıyla ünlüydü!.. Savunma yapan sanıklarla hiç utanmadan alay eden, dalga geçen bu savcı kılıklı mürit, midemi bulandıran isimlerden biri olarak hafızama kazınmıştı...
Peki ya o ünlü mü ünlü, daha çok yakın zamanlara dek burnundan kıl aldırmayan işadamlarına ne demeli?.. Örneğin Halit Dumankaya, gazetelere verdiği ilanlarda Cumhurbaşkanı’na hitaben aynen şöyle diyordu:
-En son söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim, hakkınızı helal edin. Biz de aldatıldık!
Cemaat’in işadamları derneği TUSKON’un da önde gelen üyelerinden olan Boydak Holding’in sahipleri adına açıklama yapan Hacı Boydak da “FETÖ’cü alçak vatan hainlerini en şiddetli şekilde lanetledi” ancak bu “el aman” açıklaması holdingin başkanvekili Şükrü Boydak’ın eşi Aliye Hanımın tutuklanmasını engelleyemedi!..
Şu dönüşe bakın; “aldatıldık” de iş bitsin öyle mi? Ne denli zavallı, ne kadar bayağı !. Bu zavallı yakınmaları, gazetelere verilen “yaşasın demokrasi” içerikli çarşaf, çarşaf ilanları gördükten sonra şöyle düşündüm:
-Ya darbe başarılı olsaydı?. İçeriği tamamen değişik ilanlar da hazır mıydı acaba?!.