Yaşanan bu gerilimlerin ardından Beykent Üniversitesi'nde görevli Yardımcı Doçent Doktor Ozan Örmeci ile bir araya geldik. Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi (İngilizce) bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü olarak görev alan Örmeci ile Avrupa'da hortlayan Türkiye karşıtlığını, S-400 sistemlerinin bölgeye etkisini ve NATO'nun pozisyonunu konuştuk.

Yiğit Can Kaytmaz: Türkiye ile Almanya'nın son dönemde ilişkileri karşılıklı açıklamalarla gerildi. Özellikle Almanya, geçmişte örneğine rastlanmamış bir biçimde sert bir tonda açıklamalar yaptı. Ayrıca iki ülkede de dış siyasetin yerel ölçekli seçimler için kullanıldığı görüldü. Bu bir trend midir?

Ozan Örmeci: Özellikle sağ ve sol popülist partilerin Türkiye’nin Batı ülkeleriyle ilişkilerinde yaşanan bazı olumsuzları iç politikada kullanmaları 1970’lerden beri Türkiye’de zaman zaman görülebilen bir durumdur. 1970’lerde özellikle Bülent Ecevit hükümetlerinin toplumda yükselen Amerikan aleyhtarlığını iç siyasette kullandığı ve bunda bir ölçüde başarılı olduğu görülmüştür. 2000’lerde Adalet ve Kalkınma Partisi ve lideri Recep Tayyip Erdoğan da benzer bir şeyi İsrail’le ilişkiler konusunda yapmış ve Türk halkının hassas olduğu Filistin Davası’nı iç siyasette de bir politika malzemesi haline getirerek ciddi anlamda popülarite ve başarı kazanmıştır. Dolayısıyla, Türkiye açısından yeni bir trendden söz etmek yersizdir. Ancak Avrupa açısından hakikaten de yeni bir döneme girilmiş olabilir. Zira yakın zamana kadar Avrupa’daki merkez sol (sosyal demokrat) partiler Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine destek verir, merkez sağ Hıristiyan Demokrat partiler de bu sürece gönülden destek vermeseler de ahde vefa ilkesi gereği (örneğin Almanya’daki Angela Merkel hükümeti) buna açık ve sert bir karşı pozisyon almazlardı. Bu nedenle, Nicolas Sarkozy gibi bazı aşırı sağa yatkın Avrupalı merkez sağcı liderler sayılmazsa, bu kadar yüksek dozda Türkiye karşıtlığı daha ziyade Avrupa aşırı sağı ile özdeşlemiş bir husustu. Lakin Türkiye’de yükselen otoriter İslamcı siyaset ve bunun kültürel hayata yansımaları ve ayrıca Suriye iç savaşı kaynaklı göçmen sorunu Avrupa’nın ekonomik zorluklarıyla birleşince, Avrupa’daki Türkiye ve İslam karşıtlığı son yıllarda adeta tüm partilerin ortak paydası haline gelmeye başladı. Öyle ki, Almanya’daki son federal seçimlerde sosyal demokrat Martin Schulz ile Hıristiyan Demokrat Angela Merkel arasında adeta bir Türkiye karşıtlığı yarışı yapıldı. Aslında Almanya seçimleri öncesinde Hollanda’da da benzer bir tablo oluşmuş ve Türk hükümetinin gereksiz hamleleri/çıkışları ile Hollandalı sağcı popülistlerin Türkiye karşıtlığı birleşince, Türkiye-Hollanda ilişkileri ciddi anlamda yara almıştı. Ancak görülüyor ki, Türkiye ile Avrupa ülkeleri bu sürecin daha da derinleşmesine izin veremezler. Çünkü hem göç konusunda ortak hareket etmeleri gerekiyor, hem de AB vizyonu olmayan bir Türkiye’nin nereye gideceği konusunda endişeler mevcut. Bu durumun Avrupa’ya yaradığı da söylenemez; zira Brexit sonrasında Türkiye’nin de burun kıvırmaya başladığı AB’nin cazibesi ve etki alanı bu şekilde devam ederse daha da azalacaktır.

Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü Yardımcı Doçent Doktor Ozan Örmeci. Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümü öğretim üyesi ve Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Genel Koordinatörü Yardımcı Doçent Doktor Ozan Örmeci.


YCK: Almanya'da koalisyon görüşmeleri devam ederken iki ülke arasındaki ilişkiler normalleşme sürecine girdi gibi gözüküyor, bundan sonra ikili ilişkiler nasıl şekillenecek?

OÖ: Benim uzmanlık alanım daha çok Türk Dış Politikası olduğu için konuya Ankara’nın perspektifinden bakarak analiz yapmam daha makul olacaktır. Türkiye için en büyük ticaret partneri ve 3 milyonun üzerinde Türk soylu veya Türk vatandaşı kişinin yaşadığı Almanya ile ilişkileri bozmak asla akılcı bir tavır değildir. Türk-Alman ittifakı, geçmişi İkinci Abdülhamid ve İttihat ve Terakki dönemine kadar uzanan stratejik bir ilişkidir. Bu ilişkinin olumlu sonuçları da ortadadır; bugün en çok Türk işçinin çalıştığı Almanya’nın Avrupa ve dünyanın sanayi devi olması kanımca tesadüfi değildir. Yine Türk-Alman sinerjisinden doğan başarılı ürünler, futbolda (Mesut Özil vs.) ve sanatta (Fatih Akın) rahatlıkla görülebilmektedir. Almanya’da koalisyon hükümetinin oluşması sonrasında Dış İşleri Bakanlığı’na Yeşiller Partisi Eşbaşkanı ve Türk kökenli bir Alman olan Cem Özdemir’in gelmesi de konuşulduğuna göre (ki kendisi aslında Türk hükümetiyle biraz sorunlu ilişkilere sahiptir), bence yeni dönemde ilişkiler hızlı bir şekilde toparlanmaya gidebilir. Aksi takdirde, ABD ile ilişkileri son dönemde sorunlu hale gelen, Rusya ile ilişkileri her daim mutlak güvenden yoksun olan ve Orta Doğu’daki etkisini de yetiren AK Parti hükümeti, dış politika ve ekonomide ciddi anlamda hasar görecek ve iç politikada da çöküş sürecine girebilecektir. Daha önce Alman devlet adamları ile en sert polemiklerin yaşandığı dönemde bile Başbakan Binali Yıldırım ve Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi’nin yaptığı açıklamalar hatırlanırsa, hükümetin bazı üyelerinin de bu durumun farkında olduğu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert muhalefetini dengelemeye çalıştıkları görülecektir. Siyasi polemiklere karşın toplumlar arasında henüz bir nefret duygusunun oluşmadığı da düşünülürse, ilişkiler kısa sürede toparlanıp eskisinden de daha iyi bir hale gelebilir.