ANALİZ

AB, CHP’ye karşı AKP’yi yine koruma altına aldı


Avrupa Birliği ülkelerinden ard arda Erdoğan iktidarına destek açıklamaları geliyor. Hollanda ve Almanya Erdoğan’a destek kampanyasının başını çeken ülkeler. Daha önce Erdoğan’la “sözde” sorun yaşayan bu iki ülkeden “Türkiye’yi ihmal edemeyiz, Türkiye ile yeniden iyi işbirliği çabaları içinde olacağız, yeni adımlar atacağız” açıklamaları geldi. Bulgaristan da “AB üyesi ülke olarak” Türkiye’nin yanında olduklarını ve tüm üyelik için ellerinden geleceğini yapacağını açıkladı. Tabii bunlar güzel haberler. Türkiye’nin dünya ülkeleri ile iyi ilişkiler içinde olması, siyasi ve ekonomik yaklaşımlarını geliştirmesi hepimizin iyiliği için. Ama Avrupa ülkelerinin bir anda oluşan bu “aşkı” için insan ister istemez “ne oldu?” diye sormadan edemiyor. Cevabını daha önce de vermiştim aslında. Ne Avrupa ne Amerika bugün Türkiye’deki iktidardan şikâyetçi değil. Tam tersine Erdoğan iktidarını ayakta tutabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Çünkü hepsi biliyor ki Türkiye’deki çıkarlarını en iyi koruyacak olan bizzat bu iktidardır. Bu iktidarın ayakta kalabilmesi için kendi kamuoyunu etkileyecek şovlara ihtiyacı vardır. Bu şovların başında da “tüm dünyaya meydan okuyan Erdoğan” imajı yaratma operasyonları başta gelmektedir. Erdoğan’ın Batı ülkelerine ağır sözler etmesi, ağır eleştiriler getirmesi bu ülkelerde ciddiye alınmıyor. Kendilerine bir zarar vermedikçe Türkiye’nin sert söylemlerde bulunmasının bir önemi yok. Hal böyle olunca Erdoğan dünyaya istediği gibi kafa tutuyor, kamuoyunun yarısı da buna inanarak iktidarın arkasındaki desteğini eksik etmiyor.  Peki, şimdi ne oldu da AB ülkeleri Türkiye ile bu oyunu oynamaktan vazgeçip bir anda “Türkiye ile ilişkileri güçlendirmeliyiz” mesajları vermeye başladı? Burada CHP’nin son zamanlardaki atakları bana göre önemli rol oynadı. CHP nedense uzun süre hiç ilgilenmediği “Ege adaları” konusunda bir anda öne çıktı ve iktidarı buradaki 18 adayı Yunan’a teslim etmekle suçladı. İktidar bu suçlamalara hiç cevap vermezken bir de baktık ki Yunanistan CHP’ye saldırmaya başlamış. Sanki Türkiye’de yönetim CHP’nin elinde, askere savaş emri verme yetkisi varmış gibi “Sıkıyorsa gel al” türü çirkin bir beyanda bulundu Yunan savunma bakanı. CHP genel başkanı da “Merak etme, 2019’da iktidar olunca gelip alacağız” dedi. Hükümet komşu bir ülkenin Türkiye’de muhalefete saldırmasına da hiç tepki göstermedi, öylece oturup seyretti. Ama Avrupa Birliği boş oturmadı, gazetelerde “Avrupa Birliği kaynaklarının” bu söylemi “savaş kışkırtıcılığı” olarak nitelediğini ve kaygı duyulduğunu yazmaya başladı. Demek ki Avrupa ülkeleri işgal edilen Ege adaları konusunda AKP iktidarının kılını bile kıpırdatmayacağını buna karşı CHP’nin iktidara gelmesi halinde bu işgalin sona erdirilmesi için her şeyin yapılacağını biliyor. Bunu bildiği için de şimdiden önlem alıyor. Gizli biçimde sürdürülen AKP iktidarına destek artık gün ışığına çıkarılmak zorunda kalınıyor.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Ya yurtdışı yasağı olanlar “Umre’ye gideceğim” derse?


Aradan biraz zaman geçti ama çok şaşırdığım bir mahkeme kararını yazmak istiyorum. Ses sanatçısı Deniz Seki bir dava nedeniyle yargılanmış ve hapse mahkûm edilmişti. Seki cezasının bir bölümünü çektikten sonra “şartlı tahliye” edildi. Ayrıca yurtdışı yasağı kondu. Ardından Seki’nin “Umreye gittiği” anlaşıldı. Bazı “münafıklar!” hemen ayaklandılar. “Yurtdışına çıkma yasağı olan biri nasıl olur da umreye gider?” diye feryat ettiler. Ardından Deniz Seki’nin umreye mahkeme kararı ile gittiğini öğrendik. Mahkeme “Umreye gitmenin dini inançlar gereği bir ihtiyaç olduğuna” karar vererek “Bu nedenle Deniz Seki’nin umreye gitmek kaydıyla yurtdışına çıkmasına özel izin verildiğini” açıkladı. Mahkemelerimiz elbette iktidarla başı derde giren ya da iktidardan bir beklentisi olanların soluğu umrede almalarına karışmayacaktır, ancak bu yöntem yol olursa yurtdışı yasağı olanların bir kısmını elden kaçırabiliriz. Bu kararı emsal gösteren ve yurtdışı yasağı olan bazı önemli isimler “Umreye gitmek istiyorum, inancım gereği bu benim için önemli bir ihtiyaç” diyerek mahkemeden izin isteyebilir. Deniz Seki’ye verilen izin içtihat kabul edilir ve bu izin isteyen herkese verilir. Sonra bunlardan bazıları uzak diyarlardan “nanik” yaparlarsa ne olacak peki?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

El Beşir de bizim İsrailimiz


Kabul etmeliyiz ki AKP Genel Başkanı Erdoğan gerçekten çok gözü kara bir siyasetçi. Kudüs’le ilgili önemli bir başarı sağladıktan sonra kalkıp Sudan’a gitmesi bunun tipik bir örneği. Çünkü Sudan Devlet Başkanı El Beşir hakkında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararı var. Bu karar neredeyse dünyanın bütün ülkeleri tarafından tanındığı için El Beşir kendi ülkesinin sınırları dışına çıkamıyor. Çıktığı an tutuklanma ihtimali çok büyük. El Beşir’in hiç korkmadan gidebildiği nadir ülkelerden biri Türkiye. AKP Genel Başkanı Erdoğan dünyanın aldığı ve uyduğu bu kararı asla takmıyor ve El Beşir’i bağrına basmaktan çekinmiyor. El Beşir Türkiye’ye rahatlıkla geliyor, Amerikan başkanından bile daha görkemli biçimde karşılanıp ağırlanıyor. AKP genel başkanı daha önce Türkiye’ye gelen ve Kudüs oylamasında da yanımızda duran El Beşir’e iadei ziyaret yaptı. Aslında Sudan bir açıdan tıpkı İsrail gibi. İsrail’in Kudüs’ü başkent yapması nasıl dünya ülkelerince tanınmıyorsa El Beşir de tüm dünyada terörist olarak kabul ediliyor ve hiçbir ülkeye sokulmuyor. İsrail’le ilgili kararı Amerika delmeye çalışıyor, Sudan’la ilgili kararı da AKP genel başkanı. Yani Erdoğan bir ülke ile ilgili uluslararası kararın uygulanması için elinden geleni yaparken bir başka ülke içinse uluslararası kararları tanımayan tek kişi olmayı göze alıyor.

BUNU YAZMAK GEREK

Silah anlaşmaları artık sarayda yapılacak


Yeni çıkan KHK’ların birinde Savunma Sanayi Fonu’nun da Savunma Bakanlığı’ndan alınarak Cumhurbaşkanlığına bağlanması var. Kurulduğu günden bu yana Savunma Bakanlığı’nın yönetimindeki bu fon artık Cumhurbaşkanlığı tarafından yönetilecek. Buna niye gerek duyuldu acaba? Çünkü Türkiye’nin yeni yönetim biçimi artık tamamen bir kişiye bağlandı. Bu nedenle savunma sanayi kendi başına bir iş zaten yapamaz, ki zaten eskiden de yapamıyordu. Sonuçta kararı hükümet hatta parlamento veriyordu. Kimileri “Her şey Erdoğan’ın elinde olduğuna göre, Savunma Sanayi Fonu’nun Savunma Bakanlığı’ndan alınmasının ne önemi var?” diyebilir. Ama öyle değil işte. Ne olursa olsun Savunma Sanayi Fonu şeffaf olmak zorundaydı. Silah konusunda yapılan pazarlıklar en azından Meclis denetimine açıktı. Oysa şimdi saraya bağlanınca her türlü denetimden uzak olacak. Bunun yanı sıra yapılan pazarlıkları da sadece saray yönetecek. Hangi silahı kimden hangi koşullarda aldığımızı muhtemelen askerler bile bilemeyecek.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Köprüdeki lince katılan herkes aklanacak


Yeni çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname ile 15 Temmuz günü darbeyi bastırmak adı altında linç eylemleri yapanların aklanmasına karar verildi biliyorsunuz. Muhalefet ayakta. Bu kararla herkesin terörist avına çıkabileceği, bunun bir iç savaşa neden olabileceği tartışılıyor. İktidar yetkilileri ise kararın sadece 15 Temmuz günüyle ilgili olduğunu söylediler.  Oysa bu madde sadece bu günle ilgili görünmüyor. En azından dili “darbeye ve teröre karşı her eylemin” kastedildiğini belirtiyor ama AKP sözcüleri “Yok canım ne alakası var sadece o sabahla ilgili” açıklamaları yapmaktan çekinmiyor. Ne derlerse desinler, böyle bir kanunu hiç tartışılmadan emrivaki ile yürürlüğe sokmak en azından iyi niyetle bağdaşmaz. Ancak anladığım kadarıyla iktidar 16 Temmuz sabahı ile ilgili ciddi sıkıntı yaşıyor. Çünkü Boğaz Köprüsü’nde yaşananlar herkesin hafızasında. Silahlarını bırakıp, üniformalarını da çıkaran ve ellerini havaya kaldırarak teslim olan askerlerin üzerine bir grup sivil saldırmıştı. Bu sırada bir kişinin kafasının kesildiği, iki askerin köprüden aşağı atıldığı, birçoğunun da ağır biçimde yaralandığı ileri sürülmüştü. Muhtemelen o olaylarda mağdur olanların aileleri sorumlular hakkında dava açtılar. Gerekçesi ne olursa olsun hiçbir sivil güvenlik görevlilerinin yanında suçlulara karşı fiziki eylemde bulunamaz. Bu nedenle Köprü’de görüntüleri sabit herkes bu olayda suçlanacaktır. Ancak öyle sanıyorum ki sorun sadece sivillerle ilgili değil. Boğaz Köprüsü’nde lince katılan siviller kendiliğinden gelişen bir olay sonucu bunu yapmadılar. Devletin güvenlik kuvvetlerinin himayesinde teslim olanlar dövüldü, linç edildi. Sabaha kadar çatışan polisler o an neredeydi? Darbenin gece yarısı 02.00’de tamamen bittiği anlaşıldığı ve asker de siyasi otoritenin emrinde olduğunu açıkladığı halde 1. Ordu Komutanlığı Köprü’ye niye müdahale etmedi? Hemen altındaki askeri birlik oradaki askerleri neden Köprü’de var olan yolu kullanarak aşağı indirmedi? O linç olayında siviller yargılanmaya başlandığı an bu sorular sorulacaktır. O zaman da “darbe kahramanlarının” başı derde girecektir. O halde en temizi “herkesi kurtaracak” bir formül bulmaktı. Onu buldular.