CANIMI SIKAN ŞEYLER

Şurası unutulmamalıdır; Atatürk Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “ebedi” başkomutanıdır.
Bunu her Türk subayı bilir. Aklı başında, ülkesini seven her Türk subayı da bununla gurur duyar.
İktidarın yarattığı iklim sonucu son yıllarda Atatürk’e, Cumhuriyet’e ve devrimlere yönelik sayısız “karşı devrimci” saldırı yaşadık.
Ancak bu “karşı devrimci” gürüh 16 Nisan şaibeli referandumundan sonra saldırının dozunu artırdı.
Sözde “eleştiriler” yerini çok ağır küfür ve hakaretlere bıraktı. Daha önceleri kendi camiaları içinde fütursuzca konuşanlar bunları ekranlara da taşıdılar.
Bizzat iktidarın reklam desteği ile ayakta duran ne olduğu belirsiz bir derginin yazarları katıldıkları bir televizyon programında Atatürk’ün manevi kızı ile ilişkiye girdiğini söyleyecek kadar ileri gittiler.
Bir başkası yine ekranlardan Atatürk’ün annesine ağır hakaretlerde bulundu.
Bugüne kadar Atatürk’e, Cumhuriyet’e, devrimlere yönelik bu karşı devrimci saldırılara olabildiğince sakin tepkiler veren millet bu kez ayağa kalktı.
Kadını erkeği, genci yaşlısı, sağcısı solcusu bir millet Ata’sına yapılan saygısızlık karşısında bu kez sakin duramadı.
İktidar bile ne yapacağını şaşırdı. Mecburen bu densizler hakkında soruşturma açılmasına karar verdi. Gerçi twit atanın evine sabahın kör karanlığında baskın yapan polis bu ahlaksızları nedense hala bulamıyor. (Bu yazıyı yazdığım sırada hala aranıyorlardı.)
Bütün millet ayağa kalkmışken, bu rezilliğe tek tepki vermeyen, kılını bile kıpırdatmayan ise Türk Silahlı Kuvvetleri.
Türkiye’de şeriat düzeni kurulmasını isteyen gazeteci için ölümünden sonra taziye telefonları açan Genelkurmay, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “ebedi başkomutanı” Mustafa Kemal Atatürk’e yönelik ahlaksızca saldırıya bir şey demiyor.
İnsanın aklına ister istemez “Koca Genelkurmay’da Atatürk’e saygı duyan, O’nun Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu olduğuna inanan, geleceği Atatürk’ün çizdiği yolda gören tek paşa bile kalmadı mı?” sorusu geliyor.
Nasıl oluyor da koca Genelkurmay “ebedi başkomutanına” yapılan bu rezilliği içine sindirebiliyor?
İyi niyetle bakarak Genelkurmay Başkanı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gezisini organize etmek için Amerika’ya gitmesi nedeniyle bu ahlaksızlıktan haberinin olmamış olabileceğini düşündüm. Ama gördüm ki Genelkurmay Başkanı Amerika’dan dönmüş. O halde haberi vardır. Buna rağmen kılını kıpırdatmaması bana çok manidar geliyor.
Genelkurmay “siyasi içerikli açıklama yapmaktan” çekiniyor olabilir. Ama konu siyasi değil ki. Bir güruh Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “ebedi başkomutanına” hakaret ediyor. Buna tepkiden kaçmak için “siyasi tanımının arkasına sığınmak” asla inandırıcı olamaz.
Üzülüyor insan.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

O albayın başına bir şeyler gelebilir


Amerikalılar İncirlik’te görevli bir Türk albayına “Suriye’deki operasyonlarda gösterdiği başarı” nedeniyle madalya vermek istediler, ancak o albay madalyayı kabul etmeyerek bir anda Türkiye’nin gündemine oturdu.
Özel Harekatçı Albay Orhun Özeller madalya töreni sırasında “Sizler en büyük düşmanımıza yardım ediyorsunuz, bir Türk subayı olarak bu madalyayı alamam” diyerek tören alanını terketti.
Sosyal medyada büyük destek alan albay konusunu dün Halk TV’deki Yazıişleri programında konuğum olan emekli Tuğamiral Türker Ertürk’le konuştuk.
Ertürk bu tavrın silahlı kuvvetlerin komuta kademesine ve siyasi iktidara yönelik olduğunu söyledi.
Ertürk madalya verilmesinin “sürprizlerle” yapılmadığını belirterek “Bu albaya madalya verileceği önceden kararlaştırılmış ve kendisine de bildirilmiştir. Albayımız bu madalyayı almayacağını daha önceden de söyleyebilirdi, bu durumda hiçbirimizin haberi bile olmazdı. Ama albayımız planlanmış bir törende fiili durum yaratarak tepkisini göstermiştir” dedi.
Bunun üzerine “O halde bu albayın başı derde girer mi?” diye sordum. Ertürk “muhtemelen bir soruşturmaya uğrayacaktır” dedikten sonra şunu söyledi; “Çünkü mevcut Genelkurmay Başkanı da böyle bir madalya aldı. Üstelik Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirten Amerikalı general taktı bu madalyayı. O hiçbir tepki göstermemişti. Şimdi bu tepkinin kendisine de yönelik olduğunu düşünerek o albayın peşine düşecektir mutlaka.”

ŞAŞIRDIM

Bir gazetecinin “hayvan” dediği gazeteci sabaha karşı gözaltına alındı


Çok ilginç günler yaşıyoruz. Danıştay Başkanı Ohal uygulamasının hak ve özgürlüklere hiç dokunmadığını söylüyor ama yüzlerce insan yazdıkları bir satırlık cümleler nedeniyle bile sabah karanlığında gözaltına alınıyor.
Dün sabaha karşı bunun örneklerinden birini daha yaşadık. Cumhuriyet Gazetesi’nin internet sayfasının yönetmeni Oğuz Güven dün sabaha karşı evinden gözaltına alındı.
Oğuz Güven Denizli Cumhuriyet Başsavcısının trafik kazasında ölümünden sonra Cumhuriyet gazetesinin Twitter hesabından attığı tiwitte “İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper’i kamyon biçti” demişti.
Bu twit üzerine gazeteci Nedim Şener “Cumhuriyet Gazetesi bu başlığı atan hayvanı atmalı” diye bir twit attı.
Belli ki Nedim Şener Oğuz Güven’in bu mesajını “FETÖ’ye destek” olarak algılamış.
Ancak yine belli ki iktidar da bu görüşteymiş ki savcılara talimat vererek Oğuz Güven’i kör karanlıkta içeri aldırmış.
Nedim Şener muhtemelen attığı twitin bu boyuta ulaşacağını düşünmemiştir. Yine de bir meslektaşına “hayvan” diye hitap etmesi, ki o meslektaşı kendisi hapisteyken desteğini hiç esirgememiş, bana göre çok büyük bir ayıptır.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Deniz Müzesi inşaatı yıllardır bitmiyor


Her gün Halk TV’deki programım için giderken ve dönüşte Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nin önünden geçiyorum.
Deniz Müzesi’nin bir eski binası vardır, bir de yeni yapılan bölümü. Eski bina yıllardır tamirat halinde. Yeni ve modern bina ise her gün dolup taşıyor. Ne zaman geçsem önünde okullardan gelen öğrencileri ve turistleri taşıyan otobüslere rastlıyorum.
Eski bina tamiratta olduğu için geniş kaldırım teneke bir engelle kapatıldı. Yayaların geçiş alanı çok daraldı. Özellikle kalabalık saatlerde geçiş çok zor oluyor.
Sonunda dayanamadım ilgililere sordum “Bu inşaat niye bitmiyor?” diye.
Meğer binanın tamiratını Büyükşehir Belediyesi yapıyormuş. Deniz Kuvvetleri bunun karşılığında Kasımpaşa’daki bazı arazilerini belediyeye terketmiş. Ama belediye nedense işi savsakladıkça savsaklıyormuş.
Deniz Kuvvetleri Komutanı bir zahmet müdahale etse de hem Beşiktaş’ta bir çirkinlik anıtı gibi duran o teneke engeller kalksa ve o güzel bina ortaya çıksa hem de yayalar artık rahat bir nefes alsa.

Bİ SORALIM BAKALIM

Ben de medya patronu olmak istiyordum


Sarayın 17-25 Aralık öfkesinden sonra cemaatin sahip olduğu birçok şirkete el kondu biliyorsunuz. 15 Temmuz’dan sonra da kalanlara da operasyon yapıldı.
Bunlar arasında cemaatçilerin gazete, televizyon, dergi ve radyoları da var.
Geçen hafta öğrendik ki, bu yayın gruplarının hepsi yandaş medyanın en irisine satılıvermiş.
Ne ihale ne pazarlık yapılmamış. Muhtemelen bir talimat üzerine bütün bu medya organları Turkuaz Grubu’na geçmiş.
Peki, nasıl oluyor bu?
Her biri zamanında çok izlenmiş, milyonlarca evdeki televizyon cihazlarının rehberine girmiş televizyonlar, resmi ilan hakkı olan gazeteler, belli bir reklam kapasitesine sahip radyolar ihalesiz pazarlıksız nasıl satılabilir?
Örneğin 40 yıllık gazeteciyim. Eğer ihaleye çıkılsa belki ben de talip olabilirdim. “Parayı nereden bulacaksın?” diye sorabilirsiniz, bunca yıllık meslek deneyimine yatırım yapacak fonlar bulmak çok zor olmasa gerek.
O halde soralım bakalım; El konulmuş, belli değerleri olduğu bilinen medya organlarını kimseye sormadan, ihale açmadan nasıl satarsınız? Bu en azından rekabet kurallarına aykırı değil mi?
Örneğin “bu kadar gazeteyi bünyende barındıramazsın, bu kadar televizyon olmaz” diyerek Doğan Grubu’na Vatan ve Milliyet ile Star’ı sattıran Rekabet Kurulu bu satışa nasıl onay veriyor?