Üniversite, bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve bilimsel yayın yapan Fakülte, Enstitü, Yüksekokul vb. kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumudur. Üniversiteler kanunla yönetilir. Doğru. Ancak yazılı olmayan  bir kanun vardır ki hepsinden önemlidir, o da öteden beri kazanılmış olan gelenekleridir. Ve bu gelenekler, üniversiteleri birbirlerinden farklılaştırır, öğrencilerine yıllar sonra da aynı aidiyet duygusunu hissettirir.

Buraya kadar inanıyorum ki hemfikiriz. O zaman, Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlileri ve öğrencilerinin, yeni atanan rektöre tepkisini de anlıyorsunuzdur umarım. Kendi içlerinden, kendi seçtikleri değil de atanan bir rektör olgusu onları rahatsız eden. Yani bunun siyasi görüş farklılarına sahip olmakla alakası yok. Zaten üniversiteler farklı görüşleri öğrencilerine öğreten kurumlardır. Kabul edemedikleri şey ise bu tür dayatmalardır. Çünkü, ülkemde, siyaset tıpkı Covid-19 virüsü gibi tüm kurumlara bulaşmış durumda. Ve bu giderek ülkedeki özgürlükleri de daraltıyor.

Üniversiteler, özgür olmak zorundadır! Çünkü özgür bir üniversite, kaliteli öğrenci yetiştirir ve de layıkıyla bilimle uğraşır. Akademik “Liyakat” yani akademik yeterlilik bu yüzden çok önemlidir. Bu kurumların başındaki yöneticiler ve öğretim üyeleri liyakat sahibi değillerse, ülkemiz, bir Ortadoğu ülkesi haline gelir.

Sırf bu yüzden, bu kadar saygın ve uluslararası akademik çevrelerde ağırlığı olan, 200’ü aşkın öğretim üyesi varken, üniversitenin başına dışarıdan biri atanamaz. Atanan kişi her ne kadar ben de sizdenim dese de, OLMAZ.

Sayın Abdullah Gül’le başlayan bu atamaların maalesef ki tümü siyasi yandaşlardır. Tabii o dönemde, göstermelik de olsa rektörler, üniversitelerin öğretim üyeleri tarafından 6 aday olarak seçiliyordu. YÖK’te bu sayıyı 3’e indiriyor ve bu kişiler içinden bir tanesi Cumhurbaşkanınca atanıyordu. Şimdi ise atanan rektörlerin çoğunun AKP kökenli olduğunu medyadan okuduğumuzda dudaklarımız uçukluyor çünkü Üniversite Rektörlerinin atanması şu dönemde sadece Cumhurbaşkanlığı yetkisinde.

Ülkeyi yönetenlere bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Son atama yaptığınız üniversite, yani Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanan öğrenciler, giriş sınavlarında çok yüksek puan alırlar. Yani buradan mezun olacak çocuklar gelecek Türkiye’sinde çok önemli görevlerde bulunacaklardır. Tabii, liyakat esas alınırsa!

Ben de rektörlük yapmış bir akademisyen olarak merak ediyorum, bu arkadaşımız nasıl rektörlük yapacak? Huzuru olmayan yüksek prestijli bu kurumda, bilimsel üretim çok kısa sürede kim bilir nerelere düşecek.

Yönetenler, bu protesto eyleminde öğrencilere, polisin takındığı tutum içimi acıttı. Niye mi? Çünkü geçmişteki öğrenci olaylarında rektör istemediği sürece polisler, kampüse giremezdi. Yani rektör bir yerde öğrencilerini koruma hakkına sahipti.

Sizler de çok iyi hatırlarsınız, türban yasakları dolayısıyla her cuma Beyazıt Meydanı’nda toplanan kızlarımıza hiç polis operasyonu yapılmış mıydı? Peki, o kalabalık içinde sen hangi üniversitedensin diye sorulmuş muydu? İkisine de cevabım, hayır. Hele hele sabaha karşı kapılar kırılarak gözaltına alınmalarına ne demeli? Demokratik bir ülkede, bu kapı kırmalar savcı izniyle olmuyor muydu?

Yeni atanan rektöre, TV programında sorulmuş, istifa edecek misiniz? Niye istifa edeyim, demiş, olay provokasyon, üniversiteli olmayanlar da var! (Allah’tan dış güçler dememiş) 2009’da aktif siyaseti bırakmış, AKP’yi değil. Çok tatlı da bir espri yapmış, sembol haline gelen kapının demirlerine vurulan kelepçe için de kapı kırıkmış kelepçe ile polis tutturmuş!! Akıl alır gibi değil.

Bakın, Türk Çocukları, demokratik ve özgür olan ülkelerde ya Nobel kazanıyor, ya da korona aşısını buluyor. Bizim kamu üniversitelerimizin ulusal ve uluslararası yayınlarının durumuna bakar mısınız? Hep soruyorsunuz ya neden ilk 500 içinde üniversitemiz yok diye!.. Bir sorun danışmanlarınıza, hangi yıldan bu yana yokuz ilk 500’te!

Bu ülkede, ekonomi bir süre sonra düzelir,  turizm de düzelir ama eğitimin düzelmesi on yıllara varır.

83 milyon yurttaş bir arada yaşıyoruz. Konuştuğunuzda ağzınızdan bal damlayarak “MİLLETİM” diyorsunuz. Ne güzel, peki kamuda bir atama yaparken ya da müteahhit seçerken neden siyasi yandaşlığa göre ayırıyorsunuz milletinizi?

İşin en acı tarafı da ne biliyor musunuz, muhalefette olduğunuz dönemlerde neden yakındınız, neden şikayet ettiniz ise bugün aynısını sizler yapıyorsunuz!..

SON SÖZ: BİLENLER KONUŞMUYOR, KONUŞANLAR BİLMİYOR.  LAO TZU