Bugün 100 yaşındaki Cumhuriyet’i “adalet” boyutuyla ele alacağım.

Açık bir soruyla başlayacağım:

Yolunuz herhangi bir nedenle (Davalı, davacı, tanık) mahkemelere düştü mü?

Düştüyse adliye binasından “adalet yerini buldu” hissiyle ayrıldınız mı?

Sizin düşmediyse yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan maden kazalarıyla ilgili davalara bir bakın.

Ya da onlarca insanın öldüğünü tren kazalarıyla ilgili davalara,

Ya da depremlerde yıkılan onlarca insana mezar olan konutlarla ilgili davalara,

Ya da büyük çevre katliamlarıyla ilgili davalara,

Ya da gazetecilere siyasetçilere açılan davalara,

Ya da kadına yönelik şiddet davalarına,

Ya da medyatik şeyhlerin, tarikat liderlerinin baş rolü oynadığı ihmal/suiistimal/istismar/taciz/tecavüz davalarına...

Hangisinde “adalet yerini buldu” hissine kapıldınız?

Adalet yerini buldu mu?

Bulduysa zamanında buldu mu?

Vicdanlar rahatladı mı?

★★★

Sevgili Timur Soykan’ın ortaya çıkardığı, İsmail Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın Hakimler Savcılar Kurulu’na gönderdiği 25 sayfalık yazı (20 sayfası delilleri tutanakları içeriyor) şu ifadelerle bitiyormuş:

“Uyuşturucu gibi kötü bir melaneti hoş gören, örgüt elebaşlarını yeni suç işleyeceklerini bile bile yargılama bile yapmadan salıveren, kimyasal zehirlerin toplumu çürütmesine katkı sunan, çalışma arkadaşlarımız üzerinde korku imparatorluğu oluşturup mobinge maruz bırakan, tavassutta bulunan, yargılamayı etkilemeye teşebbüs eden örgütlü ya da örgütsüz bu yapıların çökertilmesi için gereğinin yapılması yüksek takdirlerinize arz olunur.”

Uçar’ın yazısı da bir şekilde gösteriyor ki girişlerinde “Adalet Mülkün Temelidir” yazan adliye saraylarında sadece malı mülkü olanlar “adalet” buluyor.

Birçok suçluyu aramıza gönderen infaz yasası değişiklikleri, çete davaları, ünlü mafya liderleriyle ilgili tahliye kararları, zengin müteahhitlere yapılan kıyaklarla ilgili haberlere getirilen erişim engelleri, son zamanlarda gündeme gelen sosyetik soruşturmalar gösteriyor ki “Adalet Mülkün Temelidir” sözündeki “Mülk” sözcüğü devlet, düzen, sistem değil gerçek anlamda mal mülk ve tavassut anlamına geliyor.

★★★

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan artık eskisi kadar “Güçlünün yargısı değil yargının gücü” demiyor.

Zira güç kimin elindeyse yargı kararları onu memnun ediyor.

Osman Kavala ve Can Atalay davaları, yarattığı adaletsizlik duygusu nedeniyle yargı tarihimize geçecek gibi görünüyor.

Milletin seçtiği bir milletvekilinin Anayasa Mahkemesi içtihatlarına ve Anayasa’daki açık hükme rağmen cezaevinde tutulması, görülmemiş bir ihlal değil midir?

Selahattin Demirtaş’ın siyasi kimliği nedeniyle yaşadığı uzun tutukluluk, yargı tarihimize geçecek gibi görünüyor (“Demirtaş siyasette bu kadar yükselmese başına bunlar gelir miydi” diye sormadan edemiyor insan).

“Yasadan yararlanmak için çete kurmam mı gerekiyor” diye haykıran Barış Pehlivan’ın (tacizciler, uyuşturucu satıcıları, katiller salıverilirken) yasaya aykırı bir şekilde tutulması yargı tarihimize geçecek gibi görünüyor.

★★★

Cumhuriyet rejimini ayakta tutan üç güçten biridir yargı. Devleti kuran, sistem olarak Cumhuriyet’i seçen kurucu önderlerimiz, yargı olmadan devlet olmayacağının bilinciyle yargıyı yasama ve yürütme erkleriyle eşit tutmuş, yargı bağımsızlığını diğer iki güç karşısında Anayasal bir güvence altına almıştı.

Bugüne kadar devlet sistemi bozulmadıysa, ülke yönetiminde bir kaos çıkmadıysa bunu devletin temeli sayılan adalet kavramına borçluyuz.

Ne yazık ki Başkanlık Sistemi’ne geçtikten sonra birçok alanda olduğu gibi yargıda da ciddi bir bozulma ortaya çıktı (Bunu ben söylemiyorum. İsmail Uçar’ın yazısını okuduğunuzda bu sonuca kolaylıkla varıyorsunuz).

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılının başında ilk yapılması gereken işlerden biri de adalet sistemindeki arızaları onarmak, yargı bağımsızlığını güçlendirmek.