MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Diyarbakır’daki “Kürt analar”


Yazı başlıklarım genellikle tek başına da bir anlam ifade eder.
Yani aşağı yukarı her başlık bir cümledir benim yazılarımda.
Oysa bu kez öyle yapmadım.
Bir cümleden oluşan başlık kullanmadım, çünkü etrafımız o kadar çok iktidar militanı ve trolü ile dolu ki, ne yazsam mutlaka istismar edilecek.
O halde bu kesimi bir başlıkla harekete geçirmek yerine yazının ve soruların tamamını okutmak gerekiyor.
Diyarbakır’daki HDP binası önünde günlerdir bazı anneler eylem yapıyor.
Söyledikleri şu; “Çocuklarımızı PKK dağa götürdü. Terörist yapacak, bunlara siz aracı oldunuz, evlatlarımızı geri verin.”
İlk duyulduğu anda insana ne kadar masum ve duygusal geliyor değil mi?
Ancak bu konuda şüphelerim var. Tele 1’deki bir sabah sohbetimde “Bu bir iktidar operasyonu” demiştim.
Çünkü PKK terörü son günlerin konusu değil.
1984 yılında ilk kez ortaya çıktığı günden beri var ve o yıldan bu yana pek çok genç dağa çıkarak teröristlere katıldı.
35 yıl içinde dağa çıkan bu gençlerden 15 bini öldürüldü.
Analar çok ağladı.
Teröristlerin öldürdüğü masum binlerce kişinin de anaları ağladı.
Şehit olan güvenlik görevlilerinin anaları da ağladı.
Terörle mücadele adı altında gözaltına alındıktan sonra ortadan kaybolan kişilerin anaları da ağladı.
Yani analar hep ağladı, ağlıyor.
Bu son olaydaki analar da elbette haklılar, isyanları yerden göğe doğru.
Ama bu durum, eylemin iktidar eliyle sürdürülmediği anlamına gelmiyor.
Ve iktidar bu eylemi; soruna bir çözüm bulmak, dağa giden gençleri geri getirmek için değil, son zamanlarda yükselttiği kaba milliyetçi politikanın kamuoyunda daha çok taraftar sağlaması için yaptırıyor.
Şimdi bazı sorular soralım.
Örneğin, aynı analar aynı gerekçelerle AKP il binası önünde bu eylemi yapabilir mi?
Yine valilik önünde veya Ankara’da AKP Genel Merkezi önünde ya da İçişleri Bakanlığı’nda bu eylem yapılabilir mi?
Ama asıl sorularım başka.
BİR: Çocuklar PKK tarafından kaçırıldıysa ilk gidilecek yer polis değil mi?
İKİ: Kaçırılan çocukların aileleri, çocuklarının kaçırıldığına dair şikayette bulundu mu?
ÜÇ: Emniyet güçleri kaçırılan çocukları bulmak için herhangi bir çalışma yapıyor mu?
DÖRT: Cumhurbaşkanı neden İçişleri Bakanı’na, kaçırılan çocukların bulunması yönünde talimat vermiyor da herkesi bu eyleme destek vermeye çağırıyor?
BEŞ: Bakanlar, AKP yöneticileri, yandaş-tetikçi medya herkesi terörize ederek “Analara destek çağrıları” yapıyorsa ve henüz katılmayanları hainlikle suçluyorsa bu eyleme iktidar operasyonu demenin nesi yanlış oluyor?
ALTI: Devlet ne zamandan beri işini yapmak yerine sokak eylemlerine prim vermeye başladı?
Sonuç olarak analar elbette haklıdır.
Ama iktidarın yaptığı da bu haklılık üzerinden toplumda yeni bir kin ve nefret duygusu yaymaktır.
Bu da Türkiye’ye yapılacak en büyük kötülüktür.

BUNU YAZMAK GEREK

Amaç saray sunucusuna reyting kazandırmakmış


Sarayın, İçişleri’ne baksın diye atadığı Süleyman Soylu, yarattığı beklentinin altında ezildi.
Bilmem CNN’de izlediniz mi Soylu’yu.
Söylediklerinden ve tutarsızlıklarından karşısındaki saray sunucusu bile rahatsız oldu gibi geldi bana.
Ama tabii yine önceden verilmiş soruları sormak zorunda kaldığından, Soylu’yu zorlayacak bir tavır takınmadı.
Parantez açıp şunu söyleyeyim; Soylu bütün kötülüklerin anası olarak bir ülkeyi işaret etti. Saray sunucusu bunun hangi ülke olduğunu soramadı. Sorsa çok komik bir durum doğacaktı, çünkü tam o sırada Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu ülke ile ortak Suriye devriyesine çıktığı haberi alt yazı olarak geçiyordu.
Sanki Soylu, tepeden ağır bir fırça yemiş gibiydi.
“Saçmalamayı kes, başımızı derde sokuyorsun, nereden çıkarıyorsun bu kayyum laflarını” denmiş miydi acaba? Çünkü o kadar çekingen, o kadar kekeleyerek konuştu ki, insanın aklına başkası gelmiyor.
Gerçi beni hiç şaşırtmadı.
Önceki gün ve dün ne söylediysem aynısı oldu.
İçişleri’ne bakan Soylu, “Ne Ankara, ne İstanbul belediye başkanlıklarına kayyum atanacağı haberleri doğru değildir” dedi.
Ama Soylu, bir İçişleri Bakanı olarak yanlış harekette bulunulmasın diye bazı belediye başkanlarını uyarıyormuş, iyi niyetle yani, pejmürde etme lafı da buradan geliyormuş.
“İzlemem” demiştim ama mecburen baktım tabii, Türkiye’nin böyle bir zihniyetle yönetiliyor olması içimi çok acıttı açıkçası.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Biz İçişleri Bakanı’nı, çalışırken görmek isteriz


İstanbul’un en kalabalık yerinde,
İstiklal Caddesi’nde,
gencecik üniversite mezunları durakta tramvay bekliyorlar.
İki kişi geliyor, gençlerden para istiyor.
Vermiyorlar.
Sonra olan oluyor.
Para isteyenler bıçak çekiyor, İTÜ mezunu 23 yaşındaki Halit Ayar’ı oracıkta öldürüyorlar.
Ve kaçıp gidiyorlar.
Şimdi iki kişi gözaltına alınmış.
Neye yarar?
Ama soralım bakalım;
Her köşenin polis kaynadığı bir yerde cinayet işleyen birileri nasıl kaçıp gidebiliyor. Yine her tarafı polis dolu olan bir yerde bu tür insanlar nasıl rahatlıkla gezip herkesi rahatsız edebiliyor ve istediklerini alamayınca saldırma cesareti bulabiliyor.
Bunun tek cevabı var bana göre.
Taksim ve İstiklal Caddesi’ni neredeyse adım başı dolduran polislerin tek görevi var.
Muhalif bir ses çıkmasını önlemek.
Polis bunun dışındaki olaylarla ilgilenmiyor, kendi görev alanında görmüyor.
İçişleri Bakanı da kendini “Tanrı yerine” koyarak iri iri konuşmalar yapıyor.
Oysa biz sıradan insanlar, İçişleri Bakanı’nı çalışırken görmek istiyoruz, insanlar sokak ortalarında öldürülürken beğenmediği herkese küfürler yağdırırken değil.