KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Fotoğrafın tamamını görünce vahşet de ortaya çıkıyor




Sizlere dünkü yazımda Erdoğan’ın Okluk koyuna yaptırdığı saraydan söz etmiştim.
Saray inşaatının havadan çekilen fotoğrafını da paylaşmıştım.
Ancak yazı yayınlandıktan sonra bir okurum arazinin daha geniş açıdan çekilmiş bir hava fotoğrafını gönderdi. Bu fotoğrafta saray ve ek binalarının arka tarafında kalan bölgeye yapılan inşaat da görülüyor. Fotoğraftaki yuvarlak içindeki yerler kontrol nizamiyeleri. Sağ tarafta 3 adet helikopter pisti olduğu görülüyor. O pistler için yüzlerce ağaç kesildi.
Peki neden 3 helikopter pisti yapılır ki?
Sanıyorum Erdoğan’ın bazı misafirlerinin de helikopterle geleceği düşünülmüş olabilir.
Ancak fotoğrafı gönderen okurumun ilginç bir tezi var bu konuda.
Diyor ki “Amerikan Başkanı da Beyaz Saray’dan bir yere gider gelirken 3 aynı helikopter uçar ki hangisinin içinde Başkanın olduğu tahmin edilmesin. Oradan özenmiş olsalar gerek.”
Öyle ya da böyle.
Bir kişinin saray hevesi nedeniyle işlenen doğa vahşeti insanın içini sızlatmıyor mu?

ANALİZ

“Ben karar veremem” demekten “Uğur Dündar sunsun”a varan bu özgüven patlaması nasıl oldu böyle?


Bugün yeni haftaya başlıyoruz.
Tam iki hafta sonra bugün İstanbul’u kimin kazandığını öğrenmiş olacağız.
Seçim yaklaştıkça heyecan da artıyor. Sanıyorum bu haftanın bilmecesi “Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım birlikte bir TV tartışmasına çıkacak mı?” sorusu olacak.
Uygar ve demokratik ülkelerde böyle bir soru sorulmaz bile.
Çünkü siyasetçiler oy alabilmek için rakipleriyle aynı ortamda tartışmaktan kaçınmazlar.
Bilirler ki zaten ancak o durumda aralarındaki fark halk tarafından görülür. Ancak bizde durum nedense tersine işler. İktidarda olanlar “Muhalefetle tartışmak bize yakışmaz, denk değiliz” havasına girer.
Tabii burada en önemli faktör rakipler karşısında ezilme tehlikesidir.
En güzel örnek 1983 yılındaki üçlü tartışmadır.
Turgut Özal, Necdet Calp ve Turgut Sunalp ekrana birlikte çıktı.
Programın galibi Özal oldu ve seçimleri kazandı.
Ama Özal şunu gördü; Televizyon çok etkili ve küçücük bir hata ile bir anda alaşağı edebilir.
Bu nedenle bir daha asla rakiplerle ekrana çıkmadı.
Bunu en sert uygulayan Erdoğan.
17 yıllık iktidarı boyunca bırakın rakiplerle tartışmaya çıkmayı, aralarında muhalif gazeteciler olabileceği için basın toplantısı bile yapmadı Erdoğan.
Uzun yıllardan sonra ilk kez bu seçimde İstanbul’un iki adayı ekrana davet ediliyor.
AKP adayı Binali Yıldırı önce “Ben kendi başıma karar veremem” demişti.
Sonra ne olduysa oldu birden müthiş bir özgüven patlaması yaşadı ve “Tamam” dedi ve ekledi “Uğur Dündar sunsun, olmazsa başkasına da eyvallah.”
Burada önemli olan şu; “Binali Yıldırım Erdoğan’dan habersiz İmamoğlu ile tartışmaya çıkamaz. Bunun ötesinde Erdoğan’dan habersiz Uğur Dündar gibi marka olmuş bir ismi öneremez.”
Bu aynı zamanda garip bir durum.
Yıldırım bunu söyledikten sonra pek çok yandaş tetikçi Uğur Dündar’ı öven paylaşımlarda bulundular.
Bu ister istemez insanı kuşkulandırıyor. En iyi niyetimle sanıyorum, Uğur Dündar’ın namusundan yararlanmak istiyorlar. “Bakın bizim kimseden çekinmemiz yok” demek istiyorlar.
Uğur Dündar bana göre çok zeki bir kararla bu moderatörlüğü kabul etmeyeceğini söyledi.
Artık Yıldırım bundan sonra moderatör kim olursa olsun İmamoğlu’nun karşısına çıkmak zorundadır.
Şimdi merakım şu; “İmamoğlu kaçar” diyenler şu andan itibaren “Biz nasıl kaçarız?” diye düşünüyor mudur?

BUNU YAZMAK GEREK

Tek sunuculu programda adaylara “sıkıştırma” soruları sorulamaz


Tekrarlanan İstanbul seçimlerinden önce iki büyük adayın ekranda tek moderatörle tartışması aslında münazaradır.
Münazara tartışma değildir.
Belirlenen bir konu hakkında iki taraf fikirlerini söyler ve bu görüşü savunur. Burada önemli olan konuşmaların aynı sürelerde yapılmasıdır.
Önemli olan haklı olmak değil bir görüşü herkesin kabul edeceği biçimde anlatmaktır.
Münazaranın sonunda bir jüri (Bu halk olacak)kimin daha iyi olduğuna karar verir.
Münazara sırasında moderatör sunuculara her bölümde aynı soruyu sorar. Bu nedenle İmamoğlu- Yıldırım karşılaşmasında moderatör kim olursa olsun taraflara farklı soru sormayacaktır. Münazalarda genellikle üç ya da dört kişilik ekipler olur.
Burada maharet karşı taraf konuştuktan sonra sıra kendisine gelen kişinin bir yandan fikirlerini savunurken diğer yandan rakibin söylediklerini de çürütebilmesidir.
Bu durumda İmamoğlu ve Yıldırım tek başlarına olacakları için ikinci, üçüncü ve dördüncü turlarda da yine kendileri konuşacaktır. Böylelikle her aday eğer az önce rakibinin söylediklerini çürütebilir ve kendi fikrini daha iyi sunabilirse kazanacaktır. Bunun ötesinde bu tartışma münazara kıvamından ancak iki sunucu ile çıkarılabilir. İşte o zaman adaylara aynı anda farklı sorular yöneltilebilir.
Burada konuşmacılar kadar soru soranların da niteliği çok önemli olacaktır.

YENİ ÖĞRENDİM

Gücü elinde tutan VIP numarasını hep yapıyor


VİP konusundaki hassasiyetimi daha önce yazmıştım.
90’lı yıllarda gerçekten çok çabaladım.
VİP denilen ayrıcalığın bir tür imtiyaza dönüştüğünü belirttim ama başarılı olamadım.
Hangi siyasi görüşten olursa olsun bu tür imtiyazlardan kimse vazgeçmek istemeyince kimse VİP’yi kaldıramıyor veya sınırlayamıyor. İmamoğlu ile böyle bir şansın yakalanabileceğini bir iki gün önce yazdım biliyorsunuz.
VİP bir imtiyaz olduğu gibi gücü elinde tutanların rakiplerine karşı silah olarak kullandığı bir uygulama da oluyor kimi zamanlar.
İktidarlar bir siyasiyi, eğer yasal hakkı yoksa aşağılamak için VİP kapısından çevirmeyi pek severler. Bunlardan çok önemli birini yeni öğrendim.
Erdoğan da 1999 yılında VİP kapısından çevrilmiş, çünkü o sırada VİP’yi kullanma hakkı yoktu.
Ama buna rağmen Erdoğan çok sinirlenmiş ve şöyle konuşmuş;
“Rantiye çevrelerinin torunlarına, ecdatlarına orayı nasıl kullandıklarını biliyorum. Bunan sonra buradan halkımla geçeceğim. Onlar yanlış yapıyor. Bunu onlar düşünsün.”
Sonraki dönemde Erdoğan seçimleri kazandı.
Giderek güçlendi.
Tek adam oldu.
Şimdi artık canının istediği gibi davranıyor ve kendince her alanda intikamını alıyor.

SORDUM ÖĞRENDİM

İmamoğlu’nu VIP’ye polis yönlendirmiş


Ekrem İmamoğlu’na yapılan VİP kumpasının pek çok ayrıntısı ortaya çıktı.
Örneğin İmamoğlu’nun küfür etmediği kamera kayıtları ile belirlendi.
Yine valiye yönelik “it” sözünün de söylenmediği de kanıtlandı.
Ordu’dan arayan bir gazeteci dostum ise “İmamoğlu son ana kadar VİP kapısında olduğunu fark etmedi bile” dedi.
Gazeteci dostumun anlattığına göre yaşanan şu;
“İmamoğlu alana geldiğinde kendisini kalabalık bir grup bekliyor. Konvoyla gelenlerle birlikte kalabalık daha da büyüyor. Havaalanı zaten çok küçük bir yer. Polis İmamoğlu’nun heyetini VİP’ye yöneltiyor. Bu sırada İmamoğlu kalabalıkla birlikte selfiler çektirerek yürüyor. O sırada uçağa nereden gittiğinin farkında bile değil.”
Diğer gezilerden de biliyorum.
Bu tür gezilerinde emniyet zaten güvenlik gerekçesi ile siyasi kişileri hakkı olup olmamasına bakmadan VİP’ye yönlendiriyor.
Bu arada Süleyman Soylu’nun “Koç uçak tahsis etti” sözlerinin de yalan olduğu ortaya çıktı.
İmamoğlu’nun bindiği Koç’a ait uçağın kiralandığı, aynı şirketten bir süre önce de Binali Yıldırım’ın helikopter kiralayıp bindiği ortaya çıktı.