YENİ ÖĞRENDİM

“Hakaret etti” diyerek, zavallı insanları söğüşlemek için özel bürolar kurulmuş


Bu köşede dün yazdığım yazı, medya çevrelerinde çok ses getirdi.

Tanınmış bir televizyon sunucusunun sosyal medya hesaplarına mesaj gönderen 18 bin kişi hakkında suç duyurusunda bulunduğunu sonra da bu kişilerle para pazarlığına girdiğini yazmıştım.

“Şeytanın bile aklına gelmez ama yandaşın aklına geliyor” demiştim.

Özeti şu: Sosyal medya hesabınıza gönderilen yorumlarda hakaret olduğunu ileri sürerek bir kişi hakkında suç duyurusunda bulunuyorsunuz.

Yasa gereği bu suç dosyası Uzlaşma Kurulu’na gönderiliyor.

Avukatlarınız, suçlanan kişilere “3 bin lira öder ve bir de özür mektubu yazarsanız davadan vazgeçilecek” diyor.

Korkuya kapılan bu sıradan sosyal medya kullanıcıları da ağınıza düşüyor, artık ne koparırsanız kârınız oluyor.

Benim yeni öğrendiğim bu tezgah, aslında bir süredir uygulanıyormuş.

Bir yakınım, “Çok tanınmış bir kadın yazar, benim hakkımda da suç duyurusunda bulunmuştu” dedikten sonra “Ama ben istenilen rakamı vermedim, dava açılmasını istedim, tabii açamadılar” diye devam etti.

Çünkü tazminat davası açmak için de harç yatırılması gerekiyor.

O zaman astarı yüzünden pahalı hale geliyor.

Ancak daha güzelini yine çok ünlü bir televizyon sunucusu anlattı.

Ama o yandaş yalaka takımından değil. Muhalefetin güçlü seslerinden biri.

“Bir ay kadar önce” dedi, “bir avukatlık bürosundan arayan kişi görüşmek istedi. Ben de kabul ettim, ziyaretime geldi” diye devam ettikten sonra gerisini şöyle getirdi;

“Adam geldi, hoş beş ettikten sonra sosyal medya hesabımı incelediklerini, bana yönelik çok sayıda hakaret içeren mesaj olduğunu gördüklerini söyledi. Bunun için kendilerine yetki verilmesi halinde hepsi için dava açabileceklerini, Uzlaşma Kurulu’nda yapılacak pazarlıklar sonucunda bu kişilerden alınacak paraları yüzde 50-50 paylaşabileceklerini belirtti.”

Ünlü televizyon sunucusu bu teklife çok şaşırmış.

“Peki” demiş, “millet aptal mı ki bu paraları versin?”

Avukat, “Aptallık değil, korku” demiş ve eklemiş; “Sizin arkanızda çok güçlü avukat ordusu olduğunu, sizinle baş edemeyeceğini düşünür pek çok kişi, böylece talep ettiğimiz parayı mutlaka verir.”

Muhalif sunucu, “Yok kalsın, bu yolla gelecek paranın bir hayrı olmaz” diyerek teklifi reddetmiş.

Demek ki bu konuda hizmet veren avukatlık büroları bile kurulmuş.

Yalnız, sanıyorum bu sistem yandaş yalaka takımı için daha geçerli.

Çünkü onlar dava açtığında, sosyal medya kullanıcıları daha çok korkar.

Çünkü arkasında iktidarın olduğuna inanırlar ve bununla uğraşmaları halinde hapse gireceklerini bile düşünürler.

Buna karşı muhalif kişilerden o kadar korkulmaz.

Çünkü yargının muhalif biri için lehte karar vermeyeceğini düşünürler, ayrıca iktidarın kendilerini koruyacağına inanırlar.

Şimdi benim merakım, bir kadın yazar ile 18 bin kişiye suç duyurusunda bulunan televizyoncu dışında, bu yöntemle milleti söğüşleyen başka kaç kişi var?

Öyle ya, bu işin bürolarını bile açmışlarsa sayı azımsanmayacak ölçüdedir.

Bİ SORALIM BAKALIM

Günler geçti, hâlâ çocukları dağa kaçıranlar ele geçmedi


Artık kendilerinin bile “Bu, hükümetin desteği ile süren bir gösteri” dedikleri “çocukları dağa kaçırılan annelerin eylemi” 29’uncu gününe girdi.

Yandaş medya, annelerin feryadını dile getiriyor her gün.

Gerçi bir iki medya organı ısrarla sürdürmese kimsenin ilgileneceği de kalmadı.

En azından, “Sen neden hâlâ tepki göstermedin” teröründe bir azalma var.

Yandaş medya, “Kim gitti, kim hâlâ gitmedi, kim tweet attı, kim atmadı” çetelesini tutmaktan yoruldu belki de.

Annelerin acısı elbette gerçektir.

Çirkin ve kötü olan bu acıyı sürekli deşmek ve sonuç alınmadığı halde sırf iktidarın yerini pekiştirmek için sürdürmektir.

Ayrıca bunca zaman içinde konuyla ilgili sorumlu bir kişinin bile bulunmaması da çok manidar geliyor bana.

Anneler çocuklarının kaçırıldığını söylüyor.

Yandaş medya ve iktidar yetkilileri, dağa kaçırmanın HDP binalarından başladığını ileri sürüyor.

Ama nedense hâlâ tek sorumlu bile yok.

Oysa sonuçta, buralarda herkes birbirini bilir. Gençleri dağa götüren bir sistem varsa bunların sorumluları da bilinir.

İktidar yetkilileri ve yandaşlar ısrarla kaçırılma merkezinin HDP binaları olduğunu söylüyorlarsa mutlaka bildikleri vardır.

O halde neden hâlâ tek bir HDP’li “çocukları dağa kaçırma suçundan” yakalanmıyor?

BUNU YAZMAK GEREK

Amerika’da Başkan’ın telefon konuşmaları kaydediliyor


Başkan Trump’ın başı çok sıkı dertte.

Çünkü Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi’nin son hamlesi ile “başkanlıktan azil” süreci başlatılmış oldu.

Pelosi, Trump’ın Ukrayna Cumhurbaşkanı’ndan siyasi rakibi hakkında suçlamalarda bulunabilmek için yardım talep ettiğini ileri sürüyor.

Peki Pelosi bu suçlamayı neye dayandırarak yaptı?

Trump’ın bu ülkenin cumhurbaşkanı ile yaptığı telefon konuşmasının kayıtlarına göre.

Bu durumda, “Trump’ın telefonları mı dinleniyor?” sorusu sorulabilir bizdeki gibi.

Hayır, telefonlar dinlenmiyor ama mutlaka kaydediliyor.

Bu kayıtlar da asla açıklanmıyor ve saklanıyor.

Ne zaman ciddi bir suçlama yapılır, işte o zaman bu kayıtlar da dinleniyor.

Pelosi, Beyaz Saray’da çalışan ve bu kayıtlara ulaşma yetkisi olan bir CIA ajanından almış bilgiyi.

Böyle bir görevi olan kişinin söyledikleri ciddiye alınıyor ve doğru kabul ediliyor.

Dikkat ederseniz, Amerika’da hiç kimse “dış güçler”den söz etmiyor. Pelosi’ye “hain veya terörist” suçlamasında da bulunmuyor.

Hukuk devleti olunca böyle oluyor işte.

Şimdi işin bizi ilgilendiren tarafına gelelim.

Trump’ın azlini isteyenler, Başkan’ın Erdoğan ile yaptığı telefon konuşma dökümünün de açıklanmasını istiyor.

Çünkü aynı kaynak, Erdoğan’la konuşmalarda da Trump’ın Amerika Anayasası’na aykırı biçimde davrandığını ileri sürmüş.

Tabii acaba Erdoğan’ın konuşmaları da kaydedilip devlet koruması altında saklanıyor mu?

Ben bizde telefonların kaydedildiğini sanmıyorum.

Erdoğan, Beyaz Saray’a bile büyükelçiyi değil sadece tercümanlarını götürüyor ve kripto tutulmuyor biliyorsunuz, telefonlarını kaydettirir mi hiç?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Erdoğan’ın market alışverişi ile marka reklamı yaptılar


Yerel seçimlerden önce İstanbul ve Ankara’da “sözde tanzim çadırları” açılmıştı biliyorsunuz.

Meyve sebze fiyatlarının bir anda artması üzerine iktidar güya önlem olarak “üreticiden tüketiciye direkt hat” kurmuştu.

Üreticiden, piyasa fiyatları ile alınan ürünler buralarda ucuza satılmıştı.

Ancak bu sistem tutmamıştı, giderek kendiliğinden yok olmuştu.

Seçimlerde alınan yenilgiden sonra da tamamen ortadan kaldırılmıştı.

Ancak geçen bu süre içinde bu işin aslında tatlı bir gelir getireceği düşünülmüş olmalı ki, Erdoğan’ın evine yakın bir yerde Tarım Kredi Kooperatifleri’nin marketi açılmış.

Erdoğan da pazar günü burada alışverişe gitmiş.

Tabii bu nasıl kooperatif bilemedim.

Çünkü raflarda bilinen markaların ürünleri var.

Bu ürünler başka yerde daha yüksek fiyata satılırken, burada nasıl ucuz oluyor onu da anlamak mümkün değil.

Ama asıl dikkatimi çeken Erdoğan’ın, geçtiğimiz hafta “yapay katkılar kullanarak gıda maddesi ürettiği ve böylelikle halkı kandırdığı” iddia edilen ve sahibi bir yandaş olan markanın ürünlerinden paket paket arabasına atması oldu.

Erdoğan, bunu bilerek mi yaptı yoksa denk mi geldi bilemiyorum.

Ancak danışmanları özellikle bu kareleri seçip medyaya dağıttığına göre, yapılanın pek hoş olmadığını söylemek istedim.

Cumhurbaşkanı makamındaki bir kişinin, ürünlerinin niteliği tartışılan bir markayı kollaması en azından devlet adamı anlayışı ile pek bağdaşmaz gibi geliyor bana.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Atatürk Havalimanı kimin kontrolünde?


Artık İstanbul’un yeni bir havaalanı var.

İktidarımıza göre bu havaalanı “dünyanın en büyük havaalanı” ve bu nedenle Atatürk Havalimanı kullanılmıyor.

Görünüş öyle ama Atatürk Havalimanı, Cumhurbaşkanlığı’nın özel havalimanı haline geldi.

Erdoğan, nedense yeni havaalanını kullanmak yerine, Atatürk Havalimanı’nı kullanıyor.

Kolaylık olsun diye mi, güvenlik nedeniyle mi, yoksa yeni havaalanına pek güvenmediği için mi bilemiyorum.

Atatürk Havalimanı, bir de bazı özel girişimler için kullanılıyor.

Ama kullanıcılar da Erdoğan Ailesi’nin fertleri.

Önce damat Bayraktar için açıldı Atatürk Havalimanı.

Teknofest burada düzenlendi.

Şimdi de İstanbul’un her yanı bilboardlarla donatılmış, yine aileden Bilal Erdoğan’ın Okçular Vakfı, Atatürk Havalimanı’nda festival düzenlemiş.

Merakım şu; Atatürk Havalimanı’nın idari yetkisi kimde?

Örneğin bu festivallerin yapıldığı yerde bir etkinlik yapmayı düşünsem kimi arayacağım, hangi prosedürler geçerli olacak?

Yoksa Atatürk Havalimanı artık bir aile havaalanı haline getirildi ve tüm etkinlikler onlar için mi?