ANALİZ

PKK adına masaya oturan Amerika’nın her istediğini yapmaya “zafer” diyorlar!


İktidar, Suriye’de tam bir batağa saplandı.

Başlattığı operasyon bir anda dünyanın en çok tepki çeken olayı haline geldi.

Kıbrıs dahil, neredeyse bize hak veren tek ülkenin bile olmadığını gördük.

Avrupa ülkeleri bize işgalci damgası vurdu.

Müslüman ülkeler, Suriye’den hemen çıkmamızı istedi.

Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleri zorlama bir bildiri yayınladılar, aklı başında hiç kimse bu bildirinin açık bir destek olduğunu söylemedi.

Birleşmiş Milletler, aleyhimize karar aldı.

Amerika, yaptırım kararı aldı.

Halkbank dosyası tekrar önümüze konuldu.

Bu koşullar altında daha fazla direnmek mümkün değildi belki de.

Ancak iç kamuoyunun da tatmin edilmesi gerekiyordu.

8 gün boyunca “Destan yazıyoruz, terörü ininde vuruyoruz, 500 kişiyi öldürdük” edebiyatı ile oyalanan kamuoyunun etkileneceği, “onurlu bir tornistan” gerekiyordu.

Amerika ile görüşmeler zaten günlerdir sürüyordu.

Sonunda Amerika Başkanı adına Başkan Yardımcısı kalktı Türkiye’ye geldi, masaya oturdu, yapılacakları tek tek anlattı, bunları iktidara imzalattı ve gitti.

Aslında imzalanan anlaşma tam bir teslimiyet belgesidir.

Amerika ne istiyorsa kabul edilmiştir.

Ancak Türk halkına bu, bir zafer gibi sunulmaktadır, Amerika’nın dize geldiği, Erdoğan’ın tüm isteklerini aldığı anlatılmaktadır.

O halde gelin gerçeğe bakalım.

Erdoğan 8 gündür askerimizi hangi amaçla Suriye topraklarında tutuyor?

Terörle mücadele için.

Erdoğan’ın terörden, teröristten kastettiği nedir?

PKK uzantısı PYD-YPG.

Peki Amerikan Başkan Yardımcısı, dayattığı anlaşma ile kime karşı operasyonlara ara verilmesini istemiştir? PKK uzantısı PYD-YPG’ye karşı.

Demek ki Amerika, bizim terör örgütü dediğimiz bir örgütü korumak için masaya oturmuş ve bizim “ateşi kesmemizi” sağlamıştır.

Erdoğan da en az 120 saat (5 gün) PKK uzantısı PYD-YPG’ye dokunulmayacağına söz vermiştir.

“Eğer bu süre içinde çıkmazlarsa” sözü laftan ibarettir.

Zaten PYD-YPG’nin, daha operasyonun başlamasıyla birlikte Amerika ile geri çekildiği ve 30 kilometre geriye gittiği bilinen bir gerçektir.

Sonuç olarak kamuoyuna “zafer” diye sunulan şey aslında terör örgütü ile sağlanan anlaşmadan ve bunların hamisine teslimiyetten başka bir şey değildir.

Kamuoyuna “zafer” diye sunulacak ikinci aşama, Putin ile yapılacak görüşmedir. Soçi’deki görüşmede aynı yöntemle bu kez Rusya, bazı dayatmalarını imzalatacaktır muhtemelen.

Ancak iktidar ve yalakaları bunu da “Rusya’dan istediğimizi aldık” naralarıyla kutlayacaktır.

BUNU YAZMAK GEREK

Mektubun şokunu atlatmadan, birkaç şok daha yaşadık


Amerika Başkanı Trump, Cumhuriyet tarihindeki hiçbir iktidara karşı, kimsenin cesaret bile edemeyeceği bir küstahlıkla Erdoğan’a bir mektup gönderdi biliyorsunuz. Herkesi aptal yerine koyan saray efradı, bu rezil mektuba cevabın, operasyona başlanmasıyla verilmiş olduğunu ileri sürüyorlar.

Palavra tabii.

Mektubun operasyon başladıktan sonra geldiği gerçeği ortada olduğu halde, böyle bir yalanı nasıl söyleyebiliyorlar, insan gerçekten hayret ediyor.

Bu mektup 8 gün elde tutulmuş.

Madem “cevabımız operasyon” olmuş, o halde o an bu mektup açıklanır ve kamuoyunun gözü önünde çöpe atılırdı, sonradan “Çöpe attık” demek, espriden öteye geçemez.

Ancak mektup şokunu henüz atlatmadan Trump’dan arka arkaya başka rezil açıklamalar geldi. Hepsi de Türkiye’yi yerin dibine sokan, onurumuzu ayaklar altına alan açıklamalar bunlar.

Daha Türkiye’deki heyetlerden bir açıklama gelmeden Trump, “Ateşkesin sağlandığını” bir tweetle duyurdu ve “Milyonlarca insanın canını kurtardık” diyerek sevinç çığlıkları attı.

Bu açıkça, “Türkler, milyonlarca kişiyi öldürecekti ama ben engelledim” demektir.

Kısa bir süre sonra bu kez, “Bu sorunun çözülmesi için sert, haşin aşk gerekirdi o oldu” dedi.

Sert, haşin aşk, içinde şiddet olan aşkı anlatır, erkek kadını döver, çünkü çok seviyordur.

Bitmedi, Trump bir başka konuşmasında ise dehşet bir açıklama yaptı.

Dedi ki, “Ben, biraz kavga etmeleri gerekiyor dedim. Okul bahçesindeki iki çocuk gibi kavga etmelerine izin vereceksiniz, sonra da ayıracaksınız. Birkaç gün kavga ettiler ve oldukça şiddetliydi.

Biz oraya gittik ve bir ara vermelerini istedik. Kürtler müthişti. Biraz geri çekilecekler.”

Adam bizi açıkça YPG ile aynı kaba koydu ve üstelik “Bizim çocuklar” dedi. İşin en kötü tarafı ne biliyor musunuz?

Teslimiyet anlaşmasını büyük keyifle imzalayan ve buna “zafer” diyenler, bu aşağılamaların, hakaretlerin birine bile cevap vermediler.

Bİ SORALIM BAKALIM

Silahları neden biz toplamıyoruz?


Amerika’nın dayatmasıyla imzaladığımız ve millete “Zafer, sahada da masada da kazandık” diye sunulan anlaşmanın maddelerinden biri PYD-YPG’nin Güvenli Bölge olarak işaretlediğimiz bölgenin dışına çıkmalarını şart koşuyor.

Bu maddeye göre teröristler, Amerika’nın kendilerine verdiği silahları da teslim edecekler.

Ancak Amerikalılar, bu silah tesliminin nasıl olacağını yazmamışlar.

Bizimkiler de muhtemelen “şimdi bir maraza çıkarmayalım” duygusu ile bunu sormamışlar.

Oysa bu madde çok önemli.

YPG’liler yıllardır kendilerine verilen Amerikan silahlarını kime teslim edecekler?

Anlaşmada “Teröristler silahlarını Türk güvenlik güçlerine bırakarak, Güvenli Bölge’yi terk edeceklerdir” diye yazmadığına göre, teslimat Amerikalılara yapılacak.

İşte bana göre sıkıntı var burada.

Amerika, yıllardır binlerce TIR’la getirdi bu silahları.

Şimdi gerçekten geri alır ve YPG’yi silahsız bırakır mı?

Bu bir.

İkincisi Amerika, “Tamam silahları topladım” derse buna nasıl inanacağız? Ve bir önemli nokta daha.

Amerikalılara verdiğimiz söz gereği YPG’liler, Güvenli Bölge dışına çıkarlarsa operasyonu bitireceğiz.

İyi de bu teröristlerin, dediğimiz alanı terk ettiklerini nereden anlayacağız?

Amerika “Çıktılar, tamam burası temiz” dediğinde buna hemen inanacak mıyız?

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Milli Suriye Ordusu ne olacak?


Uzunca bir süredir “Özgür Suriye Ordusu” diye lanse edilen IŞİD’ten bozma çapulcular gurubu, son operasyonda Türk askeriyle birlikte Suriye’ye sokuldu.

Operasyonda ne yaptıklarını bilmiyoruz elbette.

Ama daha önceki operasyonlarda girdikleri köylerde, kestikleri kafalarla verdikleri pozlar tüm dünyada dehşet yaratmıştı.

Peki bu çapulculara daha önce “Özgür Suriye Ordusu” diyenler, son operasyonda bunlara neden “Suriye Milli Ordusu” adını taktı acaba?

Şu anda bunu bilmiyoruz.

Ama bilmediğimiz bir şey daha var.

Bu adamlar şimdi nerede, ne yapıyorlar?

120 saat boyunca PYD-YPG’ye dokunmayacağız.

Bu süre içinde güvenli denilen bölgeden çıktıklarına ikna olursak, operasyonu tamamen bitireceğiz.

Bu durumda “Suriye Milli Ordusu”, Erdoğan’ın deyimiyle tıpkı bizim “Kuvayı Milliye” gibi, kendi vatanlarını savunmak için kendi savaşına devam mı edecek, yoksa tekrar bizim topraklarımıza dönüp keyifli yaşamlarına devam mı edecekler?

Siz de “Niye savaşsınlar, gelip Türkiye’de yan gelip yatmak varken” diye gülüyorsunuz değil mi?

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Ateşkesi bile Trump’dan öğrendik


Gece vakti Amerika’nın imzalattığı anlaşmayı “güya yorumlayan” pek çok kişi, ya dikkat etmediği ya da işine gelmediği için bir noktayı gözlerden kaçırdı.

Herkes heyecanla ne olup bittiğinin bildirilmesini beklerken, alınan karar Trump tarafından bir tweetle açıklandı.

İktidara yakın onlarca gazetecinin hiçbiri, yakın oldukları isimlerden bir cümle bile sızdıramamışken, Amerikan Başkanı, “Erdoğan’a teşekkür” tweeti attı.

Bu tweet diğer bütün açıklamalar gibi aşağılayıcıydı.

Nedeni basit;

Amerikan Başkanı, alınan kararı herkesten önce açıklayarak; “Bu işin patronu benim” mesajı verdi.

Çünkü Amerikan Başkan Yardımcısı Pence, Trump’ı temsilen o masaya oturmuştu.

Sonucu, asıl karar verici olan Amerikan Başkanı açıklayacaktı.

Ne yazık ki bizim saray yönetimi buna da boyun eğdi.

Hiçbir gazeteci, gece boyunca ekranlarda “zafer” nidaları atan konuşmacılar, akademisyenler, siyasetçiler, “Türk tarafı açıklama yapmak için neden gecikti? Neden önce Trump’ın sonra da Pence’in açıklama yapmasını bekledi?” diye sormadı.

Muhtemelen teslimiyet belgesi imzalatılırken, “Açıklamayı da biz yapacağız, sakın ön almaya çalışmayın” denmişti.