Sevgili okurlarım bundan tam bir yıl öncesine, 2 Ekim 2018’e dönelim... Suudi Arabistan uyruklu muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı İstanbul’daki Suudi Başkonsolosluğu binasında gaddarca öldürülmüştü.

Başka bir deyişle Türkiye topraklarında bir devlet cinayeti işlenmişti.

15 kişiden oluşan ve hepsi de Suudi devletinin görevlisi olan katiller, aldıkları emir uyarınca özel uçaklarla, bazıları tarifeli uçaklarla İstanbul’a bir gün önceden iniş yaptılar.

Görevleri belliydi:

ABD’de yaşayan Kaşıkçı, yazıları nedeniyle Suudi yönetimine rahatsızlık veriyordu... Ve bu yüzden öldürülmesi gerekiyordu. 

★★★

59 yaşındaki gazeteci Kaşıkçı bir Türk kadınıyla evlenecek. Bu iş için Suudi Başkonsolosluğu tarafından kendisine bazı belgeler verilmesi gerekiyor.

Kendisine 2 Ekim günü için (iki hafta öncesinden) randevu veriliyor.

Bu aşamada Suudi Arabistan’dan bazı asker ve sivil yetkililer yola çıkarılıyor. İçlerinde kesip biçme işlerini yapacak otopsi uzmanları, yanlarında özel testereler ve insan kemiklerini eritecek çok özel kimyasallar bile var.

Örgütlenme artık başlamıştır.

Kaşıkçı ya o gün paketlenip Suudi Arabistan’a kaçırılacak, ya da başkonsolosluk binasında öldürülecektir.

İyi de, öldürüldüğü takdirde ceset ne olacaktır, nasıl ve nereye taşınacak, nasıl yok edilecektir?

İstanbul’a gelen katiller sürüsü bu konuları uzun uzun tartışıp karara bağlıyor, inceden inceye planlıyor... Zira Kaşıkçı 130 kilo ağırlığında bir adam. Böyle bir cesedi yok etmek öyle kolay değil.

★★★

Kaşıkçı’nın geleceği gün bütün başkonsolosluk çalışanlarına topluca izin veriliyor. Binada sadece infaz ekibi kalıyor.

Adamın üzerine çullanıp önce özel iğneler yapıyorlar ve sonra boğup  kesmeye başlıyorlar.

Ama asıl bilmece bundan sonra başlıyor:

Ceset ne oldu?

Türk polisine binaya girme izni iki hafta boyunca verilmiyor, bazı kritik yerlerde arama yapılmasına itiraz ediliyor.

Bu aşamaya gelindiğinde başkonsolos dahil infaz ekibinin tümü yine özel uçaklarla zaten tüymüş durumda!

Hem de bizimkilerin gözleri önünde!..

Fakat gel gelelim ortada ceset yok.

Ne oldu bu ceset, buharlaştı mı!

Yanlarında getirdikleri özel aygıtlarla adamın kafası dahil her yerini kesip parçalara ayırdıkları kesin de, sonrası meçhul.

Bütün bunlar olurken Kaşıkçı’nın ve katillerin sesleri bizim istihbarat örgütleri tarafından kayda alınmıştı. Meğer başkonsolosluk Türk yetkililer tarafından dinleniyormuş.

★★★

Sevgili okurlarım, muhalif gazeteciyi “Başarıyla (!)” öldüren katiller kaçtı.

Bizimkiler bir süre (her zaman olduğu gibi) sert çıktılar, posta koydular ama hiçbir şey yapamadılar.

Elin oğlu yapacağını yaptı, işi bitirdi ve ülkesine döndü.

★★★

Dün bu konuyu ve bu işleri iyi bilen ve uzun süre Arap ülkelerinde görev yapan bir yetkili uzmanımıza sordum. Sözleri ilginçti:

“Bizimkiler hiçbir şey yapamazdı. Zira başkonsolosluk Suudi toprağıdır. Cinayeti daha ilk dakikadan itibaren biliyorduk. Ancak üzerine daha fazla gitmemiz, adamların Türkiye dışına çıkışını önlememiz, ya da Başkonsolosluk binasına onlara rağmen girip arama yapmamız çok riskli bir olaydı.

O takdirde cesedi belki bulurduk, adamları içeri attırırdık ama bizim de başımız belaya girerdi...

Çünkü bunlar devlet değil kavimdir. Orada hak, hukuk, adalet falan yoktur. Yani biz bu işleri yapsaydık, onlar da bizim Suudi Arabistan’daki diplomatlarımızın tamamını içeriye tıkar ve bir daha bırakmazlardı.

Bu iş sadece diplomatlarımızla kalmaz, o ülkede görevli iş adamlarımız falan da tutuklanırdı. Yani bir anlamda “Tarzan’ın intikamı” filmine tanık olurduk.

Bunlar sadece hırsız değil, aynı zamanda rezil heriflerdir.

Bizim devletimizin dünyada herhangi bir ağırlığı olsaydı, taa oralardan katiller Türkiye’ye gönderilir miydi?..”

Yetkiliye “Peki bundan sonra ne olabilir” diye sordum. Yanıtı ilginçti:

“Hiçbir şey olmaz. Cumhurbaşkanı Recep Bey imzasıyla Washington Post gazetesinde dün bir makale çıktı. Cinayeti kınamış! Elinden ancak o kadarı gelir. Biz sadece kınarız, sonra yine unuturuz!”

★★★

Sevgili okurlarım, bugün Kaşıkçı cinayetinin birinci yıldönümü...

Adamlar cinayeti işlediler, sonra gözlerimizin önünde kaçıp gittiler.

Bizim devletin ve hükümetin elinden hiçbir şey gelmedi. Bir yıldır hiçbir şey yapamadık.

Cesedin ne olduğunu, nasıl kaçırıldığını, ya da nasıl yok edildiğini şu anda bile bilmiyoruz.

Demek ki bu işler öyle afra tafra yaparak, sağa sola Suriye olayında olduğu gibi posta koyarak olmuyor.

İki paralık Suudi Arabistan’ın bile oyuncağı olduk ya, vah bize!