Şimdilerde moda “mermi parasını” hesaplamak...
Türkiye’de ekonomik kriz arttıkça, siyasi iktidar buna gerekçe bulmak için “savaş durumu” silahına bile ihtiyaç duyar hale geldi.
Biber/patlıcan fiyatlarındaki artış, “Türkiye’nin bekası” ile başlayıp, “Çanakkale’de atalarımızın harcadığı mermilerin parasına” kadar vardı.
Oysa ortada “savaş durumu” yok, sadece AKP’nin içeride ve dışarıda izlediği yanlış politikaların sonuçları var.
Geçmedğimiz devasa köprülerin parasını hep birlikte ödememizi, hemen hemen tüm ihalelerde yaşanan yolsuzlukla/kayırmacılığı zaten hem oda, hem gazete köşesi komşum Çiğdem Toker, SÖZCÜ’de sürekli yazıp çiziyor.
Bana da bu durumda işin “dış bağlantılarına”, yaratılmak istenen “savaş durumu” algısına bakmak düşüyor.
Kitabın ortasından yazmaya başlayalım; ortada bir “savaş durumu” yok...
Yaşanan, AKP’nin “Orta Doğu’da Türkiye’siz yaprak bile kımıldayamaz” diye başlattığı politikaların bir bir çökmesi.
Geldiğimiz nokta Türkiye’nin her türlü denklem ve “oyun planının” dışında kalmasına doğru evriliyor.
Bakın nasıl?
“Arap baharı” hareketinden yeni Osmanlıcılık çıkaracağını hesaplayan AKP hükümetinin ilk hedefi Mısır oldu. Ancak Mısır’da besleyip büyütülen Müslüman Kardeşler iktidarı -Suudi/ABD destekli- bir ordu darbesiyle son buldu. Şimdilerde değil Mısır’da söz sahibi, Mısır’ın olduğu herhangi bir toplantı/ grup/ denklem içinde bile değiliz. Sisi’nin Mısır’ı Orta Doğu’da etkinliğini -elbette Suudi ve ABD desteğiyle- artırdıkça, Türkiye’nin etkinliği azalmakta.
- AKP’nin Orta Doğu’daki ikinci hedefi karışan Libya oldu. Libya’da yönetimi ele geçirmek için birbiriyle savaşan gruplardan -elbette AKP’nin dünya görüşüne yakın olanlara- destek verildi, diğerleri düşman ilan edildi.
Şimdilerde, Türkiye’nin desteklediği gruplar Libya’da iktidardan daha fazla uzaklaşırken, Türkiye’ye düşen de Libya denkleminin dışında kalmak oldu. Bunun en somut işareti, kasım ayında Palermo’da gerçekleşen Libya toplantısında yaşandı. Palermo’da, Türkiye’yi temsil eden Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, “toplantı içinde toplantı yapıldığı” ve asıl kritik konuların görüşüldüğü küçük katılımlı toplantıya Türkiye’nin dahil edilmediği gerekçesiyle Palermo’yu terk etti.
- Ankara’daki AKP hükümetinin en büyük “yatırımı” ise elbette komşu Suriye’ye yönelik oldu. Esad gidecek, Şam’da AKP hükümetinin dünya görüşüne yakın bir iktidar kurulacak hayaliyle girişilen çabalar, 7 yılın sonunda Türkiye’nin giderek Suriye denkleminden çıkarılmasına varmak üzere.
Suriye’nin kuzeydoğusundan başlayalım: İdlib konusunda işler çok karışık; Rus Dışişleri Bakanlığı sözcüsünün geçen hafta yaptığı “Soçi Anlaşması işlemiyor, Türkiye söz verdiği gibi bölgedeki terör örgütlerini dizginleyemiyor” mesajı taşıyan ayrıntılı açıklaması kritik önemde.
Suriye-Türkiye sınırının orta bölgelerinde Rusya, TSK-Özgür Suriye Ordusu ortak operasyonu ile kontrol ettiği alanlar var. Ancak Rusya’dan bu bölgelerin de artık Şam yönetimine bırakılması gerektiği mesajları gelmeye başladı. Putin’in bizzat gündeme getirdiği 1990’lardan kalma Adana Mutabakatı, diplomatik dilde “Suriye’den çıkın, kontrolü Şam yönetimine devredin” demekten başka bir şey değil.
Türkiye-Suriye sınırının en doğusuna, Fırat’ın doğusunda kalan bölgeye baktığımızda ise; PKK terör örgütü uzantısı PYD-YPG’nin kontrol ettiği bu bölge Türkiye açısından tam bir kabus olmaya aday. Türkiye’nin daha önce Irak’ta yaşadığı “Çekiç Güç” kabusunun bir benzeri burada hayata geçirilmek üzere.
AKP iktidarının “Fırat’ın doğusunda tampon bölge kurulsun, kontrolü de Türk Ordusu’na bırakılsın” önerisi, ne ABD ve müttefikleri, ne de Rusya-İran-Şam tarafından kabul edilmedi. ABD askerleri bölgeyi terk ederken, kurulacak tampon bölgeye “Türk askeri değil de kim olursa olsun yerleştirilsin” politikası izliyor. Bunun için Washington, hem Fransa/İngiltere/Almanya, hem de Arap ülkeleriyle yakın temasta.
Türkiye’nin “tampon bölge” sürecinden de dışlanmasının en somut örneği ise geçen hafta Washington’da yaşandı. 70’den fazla ülkenin katıldığı IŞİD’le mücadele toplantısında Türkiye adına Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Washington’daydı. Ancak orada da -tıpkı Libya/Palermo örneğinde olduğu gibi- toplantı içinde toplantı yapıldı. ABD liderliğinde 7 ülke, Suriye’yi ayrı bir toplantıda görüştü, Türkiye buna davet edilmedi. ABD, Türkiye’siz - ya da belki de Türkiye’ye karşı- tampon bölgenin ilk adımlarını atarken, AKP hükümeti elbette denklem dışı bırakıldı.

KAÇINILMAZ OLAN: ESAD’LA TEMAS

Türkiye’nin Orta Doğu’da bu kadar dışlanmasına yol açan politikalardan bir an önce vazgeçmek, AKP hükümeti açısından kaçınılmaz hale geldi.
Nitekim, bunu Ankara’daki iktidarın da görmeye başladığı geçen hafta Arap basınına yansıyan bir haberle ortaya çıktı.
AKP hükümetinin onayı ve talimatı ile MİT, “eli kanlı katil” dediği Esad’ın İstihbarat şefi ile masaya oturdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Esad’ın istihbaratçıları ile görüşmeyi -tıpkı çözüm süreci döneminde PKK terör örgütü ile yapılan pazarlıklarda olduğu gibi- “hükümet yapmadı, istihbarat örgütü yaptı” çerçevesine oturtup, doğruladı. -MİT’in bu görüşmeyi AKP hükümetinin onayı ve talimatı olmadan, kendi kendine yaptığını düşünmek mümkün değil. “Siyasi iktidar değil, istihbarat görüşüyor” yaklaşımı, yaklaşan seçimler öncesinde yaratılan siyasi algıdan ibaret elbette.-
İşin ilginç tarafı ise AKP hükümetinin Suriye krizinin en başından beri belki de yaptığı en doğru hamleyi “ben yapmadım” olarak yansıtmaya çalışması.
Siyasi iktidar, başta Suriye olmak üzere, Orta Doğu’da o kadar büyük yanlışlar yaptı ki şimdi doğru adımı atmak bile zor geliyor.
Tüm bu yanlış politikalardan dolayı ortaya çıkan ekonomik kriz ise “Harcanan mermi paraları” ile örtülmeye çalışılıyor.

Tek utanan ben miyim?


ABD Başkanı Donald Trump’ın, “Rahip Brunson’ı bırakmalarını söyledim, onlar da bıraktılar” sözü ile Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’ün “Türk yargısıyla dalga geçilemeyeceğini tüm dünya görecek” sözü arasında sadece saatler var.
ABD Başkanı, bu çıkışıyla alenen şu mesajı veriyor:
- Türkiye’de güçler ayrılığı yok; yürütmenin yargı üzerinde etkisi var.
- Yürütme üzerinde de -rica ya da zor kullanarak- dış güçlerin (Burada Trump’ın ima ettiği bizzat kendisinin) etkisi var.
Yabancı bir ülke liderinin bu sözlerini/imalarını duyunca, utanan sadece ben miyim?