Genel bir çerçeve çizersek, “ana akım”, kendisini çoğunluğun sahiplendiği ortak ve makul değerler üzerinde şekillendirir ve toplumun mümkün olduğu kadar çok kesimine ulaşmak ister.

Mesela, ana akım bir medya kuruluşu, sadece iktidar yanlısı ya da sadece muhalif olmaz. Her görüşe sayfalarını/ekranlarını açar ve dolayısıyla da okuyucuları ya da izleyicileri arasında her kesimden insanlar olmasını ister.

Siyasi partiler de genellikle iktidar olabilmek için merkezde kalıp her kesime ulaşmayı hedeflerler.

Türkiye siyasi tarihinde farklı eğilimleri bir çatı altında birleştirebilen partiler seçimlerde genellikle başarılı olmuştur.

Buna karşın bir siyasi parti, belli bir ideolojiye, azınlığa, soruna ya da konuya yoğunlaştığında, yani aşırıcılığa meylettiğinde dar bir koridora sıkışmıştır.

★★★

AK Parti de 2001’de “Milli Görüş” koridoruna sıkışmadan, “dört eğilimi birleştirmek isteyen” ve bu yüzden mensup oldukları partiden ayrılan siyasetçiler tarafından kurulmuştu.

AK Parti kurucuları kendilerini “Batıcılığa savrulmakla” suçlayan merhum Necmettin Erbakan’ın “aşırıcılığı”yla güçlü ve kalıcı bir iktidar yakalayamayacaklarını anladığından, “Milli Görüş” gömleğini çıkardıklarını ilan etmekte geç kalmamıştı.

Kendilerini “Muhafazakar demokrat” olarak nitelendirip, Avrupa Birliği’ne üyelik için özel çaba harcamaları, Batı’yla, özellikle de ABD’yle sınır tanımaz ilişkiler kurmaları bunun bir sonucuydu.

Şahsi gözlemim, Erdoğan ve arkadaşlarının, ilk 5 yıl boyunca çıkış sloganlarına uygun hareket ettikleri yönündedir.

2007 yılına gelindiğinde, çıktıkları siyasi akımın, kendileri tarafından da “aşırıcı” ilan edilen bazı talepleri ara ara kendini göstermeye başlamıştı. “Demokrasi menzile giden yolda bir araçtır” yaklaşımıyla, “aynı menzile gitmek isteyenlerle birlikte yol yürüme” hevesi, aşırıcı muhafazakar gruplarla, cemaatlerle, tarikatlarla siyasi ittifakları da beraberinde getirdi. Bu ittifakların yarattığı “güç” ortamında, başta Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Teşkilatı olmak üzere devletin kritik kurumlarını tam kontrol altına alma, Atatürk’ün ismini her yerden silme, eğitim sistemini imam hatipler üzerine şekillendirme,  zinayı suç sayma, Ayasofya’yı ibadete açma gibi hedefler sıkça dillendirilmeye başlandı.

Zamanla içeride iktidar mücadeleleri, yol kazaları, aynı menzile giden grupları kavgaya tutuşturdu, ittifaklar bozuldu, yeni ittifaklar kuruldu. Dışarıda ise AB ile ilişkiler dibe vururken, ABD ve Batı ittifakıyla bırakın müttefikliği neredeyse “düşman kardeşler” gibi olduk.

★★★

Bugün geldiğimiz noktada AK Parti’nin “muhafazakar demokrat” kimliğinin yerini “milliyetçi muhafazakar” bir kimlik aldı. “Ayasofya ibadete açılsın”, “zina suç sayılsın”, “Ülkedeki dört okuldan biri imam hatip lisesi olsun” gibi açıklamalar artık vaka-i adiye. Geçmişle tek bir fark var: Bu tür çıkışlara artık “laikliğin savunucusu” CHP’den önce, bir dönem AK Parti’de Başbakanlık, Başbakan Yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı yapmış isimlerin kurduğu “muhafazakar demokrat” partiler karşı çıkıyor.

★★★

2002’de Partiyi kurarken, “Batı ile iyi geçinmek”, “Avrupa Birliği’ne tam üyeliği savunmak”, “NATO ile sorunu olmamak”, “İsrail ile iyi ilişkiler kurmak”, “Serbest piyasa ekonomisini, özelleştirmeleri savunmak”, “laiklikle barışık yaşamak” gibi görüşleri savunan, “özgürlükler”, “demokrasi”, “adalet”, “hukuk devleti” gibi kavramlara dört elle sarılan, en önemli sloganı “yasaklarla, yolsuzlukla ve yoksullukla (3 Y) mücadele” olan AK Parti, doğal olarak “ana akım” unvanını almış ve tek başına iktidara gelmişti.

Bugün geldiğimiz noktada, “yasak” sözcüğü hayatımızın vazgeçilmez bir unsuru. “Yolsuzlukla mücadele” hakgetire. “Yoksulluk”, koronavirüsünden hızlı yayılıyor.  Başta düşünceyi açıklama olmak üzere temel özgürlükler ve insan hakları ile hukuk devleti ilkeleri konusunda çok ciddi ihlaller var.

Bakın, kadın katilleri ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşırken, vatanseverliklerinden kimsenin şüphe duymadığı saygın gazeteciler, “yazılmayan haber” gerekçesiyle “casuslukla” suçlanabiliyor ve evden gözaltına alınabiliyor.  Meslektaşlarımız Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel’in başına gelenler, AK Parti’nin ana akımdan uzaklaştığının, yönetimde özgürlük, adalet, insan hakları yerine, “aşırı güvenlikçi”  yöntemleri tercih ettiğinin son örneğidir.

Siyasi partileri aşırılıklar zayıflatır.

Ekonomik sorunlar, işsizlik gibi nedenler elbette etkilidir ama içinden iki parti çıkan AK Parti’deki yaprak dökümünün en önemli nedenlerinden biri de ana akımdan uzaklaşmasıdır.