HaberTürk TV’de canlı yayında moderatör Veyis Ateş sordu: “Aşı olacak mısın?”

Tereddütsüz “evet” karşılığını verdim. Neden mi?

Çocukluğumdan beri doğa bilimlerine ilgim var. Yüksek öğrenimimin önemli bir kısmı biyoloji alanındaydı.

Bakmayın siz “Bu gazeteciler de her şeyi biliyor. Virüs dahi konuşuyorlar” diyenleri kızdırmamak için sustuğuma, işin kimyasını da biyolojisini de akademik ortamda öğrendim, laboratuvar ortamında gördüm.

Haliyle, insanı hasta eden, ölümcül olan bakterilerle, virüslerle mücadelenin en önemli bilimsel yollarından birinin de aşı olduğuna inanıyorum.



★★★

Aşı yaptıracağımı söyler söylemez, ailem başta olmak üzere yakın çevrem hemen telefona sarıldı. “Çin aşısına güvenilir mi hiç?”, “Faz 3 deneyleri bitmemiş”, “Alman aşısını bekle”, “Virüs altı ay sonra biter, risklerini bilmediğin bir aşıyı yaptırmakla kalırsın” gibi onlarca “vazgeçirme” cümlesi dinledim.

Ancak başta da söylediğim gibi, işin bilimsel boyutunu, avantajlarını ve risklerini bilen, konuyla ilgili çok sayıda yerli/yabancı makale okuyan biri olarak, gelen o çağrıları “bilim için kendimi feda ediyorum” esprisiyle karşıladım ve aşı olmaktan vazgeçmedim.

Çin aşısını, geleneksel yöntemle yapıldığı için özellikle tercih ettiğimi, gelişen teknolojiyle yeni tekniklerin kullanılmasıyla üretilen mRNA aşısının uygulamalarını görmeyi tercih ettiğimi de özellikle belirtmeliyim.

★★★

Biz canlı yayında aşı olacağımızı beyan edince, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca devreye girdi. Yayına katılan herkesi, isterlerse aşılayabileceklerini bildirdi. Ankara’da yaşadığım için Ankara Şehir Hastanesi’nden yetkililerle temas kurup, harekete geçtim. Hastaneye gidince, önce kampüste bulunan yedi hastanenin koordinatör başhekimi Op. Dr. Aziz Ahmet Surel’i ziyaret ettim. İlk sorum “siz oldunuz mu” oldu. “Evet” yanıtını aldım.

Gazetecilik hastalığı olsa gerek, aşı konusunun dışına çıkıp korona vakalarını da sordum. Son on günde hasta sayısı yüzde 50 oranında düşmüş. Öncesinde hafta içi 800-1000 civarında hasta oluyorken, şimdilerde 400-500 hasta varmış.



Dr. Aziz Ahmet Surel’e Covid-19 dışı hastaların durumunu da sordum. “Hastanemizde bütün faaliyetler paralel olarak devam ediyor. Covid dışında 2 bin hasta daha tedavi görüyor, ameliyatlar yapılıyor” diye yanıtladı.

Aziz Bey’le sohbetimizden sonra kampüste yer alan nöroloji ve ortopedi hastanesinde kurulmuş aşı merkezine geçtik. Önce hastalığı daha önce geçirip geçirmediğime, antikor oluşturup oluşturmadığıma dair test için kan verdim. Ardından PCR testini yaptırdım.

Sonuçlar uygun çıkınca da aşı olabileceğim bilgisini aldım.

Aşı merkezinde randevu ile çalışılıyor ve herkes randevu saatinde geliyor. Ben de tam bana verilen saatte gittim. Bu nedenle hiç beklemedim.

Çocukluğumdan beri işin en sevmediğim tarafı o ince iğne. Nasıl korktuğumu fotoğraftaki yüz halimden anlayabilirsiniz. Madem bilim için gönüllü olmuştum, ona da katlanacaktım. Hemşire hanım, beni rahatlatacak cümleler kurdu. Ben de iğneden korktuğumu çaktırmamak için diğer görevlilerle konuşmaya devam ettim.

Şanslıydım, çok yetenekli bir hemşireye denk gelmiştim. Konuşurken aşının yapıldığını fark etmedim dahi.

14 gün sonra ikinci dozu yaptıracağım. Bende henüz bir belirti olmadı ama bu arada ateş, boğaz ağrısı gibi belirtiler çıkabileceği söylendi. İki doz aşıyı yaptırıp 28 günü geçirdikten sonra yeni yıla Covid 19 antikoruyla girmeyi umut ediyorum.

★★★

“Neden Çin aşısı seçildi?”, “İhale süreçleri yeterince şeffaf mıydı?”, “Bilim Kurulu aşı temini sürecinde yeterince belirleyici oldu mu?” gibi, sormaya devam edeceğim sorular kafamda hala var. Başta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca olmak üzere yetkililere sormaya devam edeceğim.

Diğer taraftan, küresel aşı endüstrisinin davranış kalıplarını, aşı meselesine genelde insan odaklı değil para kazanma odaklı yaklaştıklarını, hatta aşıyı zaman zaman güçsüz ülkeler için bağımlılık faktörüne dönüştürmeye çalıştıklarını, elbette biliyorum.

Ancak, başımızın son belası Covid-19’la mücadelenin bilimsel yollarından birinin aşı olduğunu düşünüyorum. Bu tedbiri sadece kendim için değil, temasta olduğum annem, babam, büyüklerim ve yakın çevremi korumak için alıyorum.

Bu vesileyle şunu da söylemek istiyorum:

Keşke Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmayıp, çağa uygun şekilde büyütülseydi de kendi bilim adamlarımızın ürettiği aşıyı yaptırabilseydik ve başka ülkelerin ürettiği aşılara muhtaç olmasaydık.

Dilerim, o enstitüyü geliştirmek yerine yok edenler, Çin’e, Almanya’ya ya da ABD’ye aşı için milyonlarca dolar ödemek zorunda kaldıkları için bir ders çıkarmışlardır.