Sevgili okurlarım, adına sansür denilen kavram Türkiye’de ne yazık ki günden güne yaygınlaşıyor.

Sansür, hangi görüşten olursa olsun bir gazetecinin en büyük baş belalarından biridir.

Muhabir haberini yazar, İstanbul’daki yazı işleri ya hiç kullanmayıp çöpe atar, ya da makaslayıp haberi kuşa çevirir.

Muhabirin itiraz etme hakkı çoğu zaman yoktur. Etse de bir şey değişmez.

★★★

Köşe yazarı yazısını yazıp yazı işlerine geçer. Ama gel gelelim yine yazı işleri devreye girer.

Bazı cümleler ve bölümler sakıncalı (!) bulunmuştur, değiştirmesi istenir...

Ya da köşe yazarına hiç haber verme zahmetine bile katlanmadan, sansür makası otomatik olarak çalışır!

Bir de gazetecinin kendi kendini sansür etmesi vardır.

Başına gazetesinden veya yargıdan iş açılmasın diye gazeteci kendi kendini makaslar!

★★★

Bu söylediklerim genelde iktidara yakın gazetelerde olur.

“Aman haa, bu haber iktidarın hoşuna gitmez, kızdırırız. Çöpe atalım!..”

Ya da...

“Bu köşe yazısı bizi zor durumda bırakır, Maliye Bakanı kızar. Gazeteye koyamayız!..”

★★★

Dün medyaya bir haber düştü.

Hürriyet Gazetesi’nin bu baskı ortamında ayakta kalabilen ender yazarlarından biri olan Yalçın Bayer’in yazısına da, gazetenin sansür makası değmiş.

Bu olayı kimler nasıl fark etti bilmiyorum.

Ama medyaya sızmış olması çok önemli bir hadisedir.

★★★

Baskı ve sansürün ne olduğunu 22 yıl hizmet verdiğim Hürriyet Gazetesi’nde defalarca yaşamıştım.

Bazıları “Bırak git, ayrıl” dedikçe hep aynı şeyi söylüyordum...

“Bırakıp gidersem sağlam bir kaleyi karşı tarafa devretmiş olurum. Sonuna kadar mücadele...”

Aramızda nice kavgalar yaşandı ama isteklerine bir gün olsun boyun eğmedim...

Ve 2007 yılında beni kovmak zorunda kaldılar.

11 yıldan bu yana Sözcü’de baskısız, sansürsüz, özgürce yazılar yazıyorum.

Sadece, bazı kritik durumlarda kendi kendimi bazen sansür ediyorum ki başımıza iş açılmasın. 

★★★

Bugünkü Hürriyet derseniz, o günlerle kıyaslandığında bile tam bir iktidar gazetesi oldu.

Satış rakamları da ne yazık ki yerlerde sürünüyor.

Bu açıdan bakıldığında söz konusu gazetede bazı haber ve köşe yazılarına sansür uygulanmasını çok doğal karşılıyorum!.. Zira onlar her açıdan iktidara teslim oldu, onun eline bakıyor.

Başka bir şey olmasını beklemeyin.



Sevgili okurlarım, Saygı Öztürk Türk basınındaki en verimli, en çalışkan gazetecilerin belki de ilk sırasındadır.

Gerek yazıları ve gerekse kitaplarıyla bu konumunu çoktan hak etmiştir.

Şimdi Saygı’nın son kitabı piyasaya çıktı:

“Siyasette-Bürokraside-Cezaevinde Alaattin Çakıcı.” (Doğan Kitap.)

Çok ilginç bir kitap...

Ve mutlaka okunması gerekir.

★★★

Çakıcı’nın ismini duymayan ve bilmeyen Türk vatandaşlarının sayısı herhalde epeyce azdır!

En kısa tanımı:

“Mafya babası...”

Ama başka bazı babalar gibi kadın satışında, uyuşturucu ticaretinde, silah kaçakçılığında olmayan bir baba...

Yaşam öyküsü çok ilginç.

Yola MHP’den çıkıyor, bazı suçlar işliyor, uzun yıllar çeşitli cezaevlerinde yatıyor ve yine Devlet Bahçeli’nin verdiği destekle birkaç ay önce tahliye edilip özgürlüğüne kavuşuyor.

Tam bir macera romanı...

★★★

Parası bol bir adam...

Cezaevlerinde bile parasını sağa sola, dostlarına ve koruması altına aldıklarına dağıtmaktan asla vazgeçmiyor.

Kitabı bir gecede baştan sona okudum...

Elbette bazı hususları, örneğin parasının kaynaklarını gizliyor.

Yurt dışında Ermeni terör örgütü Asala ile giriştiği mücadelenin önemli bölümlerini anlatmak istemediği açıkça ortaya çıkıyor. Tahmin ediyorum, o konunun gerçek yüzünü sadece bizim istihbarat örgütleri biliyor.

Yurt dışında uzun süre kaçak yaşıyor, bütün dünyayı geziyor...

Ve sonunda aralıksız 16 yıl süren cezaevleri serüveni başlıyor.

Şimdi özgür, dışarıda kendi hayatını yaşıyor.

Saygı yine çok ilginç bir konuyu yakalamış, ortaya çok güzel bir kitap çıkarmış.

Ellerine sağlık.