Genelkurmay Başkanlığı Seferberlik Tetkik Kurulu Başkanı Tümgeneral Selahattin Kısacık, Ankara Seferberlik Bölge Başkanlığı’na askeri savcıların geleceğini öğrendiğinde, hemen olay yerine gitti. Savcılar ‘Kozmik Oda’ya girmek istiyor, Selahattin Paşa sokmamak için direniyordu. Mahkeme kararıyla hakim Kadir Kayan arama yaptığında, savcılar yine devreye giriyor ve bazı belgeleri dışarı çıkarmak istiyor. Buna Tümgeneral Kısacık izin vermeyince, Savcı Mustafa Bilgili, yalnız Tümgeneral Kısacık’ı değil, sıralı amirlerini de “Terör örgütüne yardım ve yataklıkla” suçlayan tutanak düzenledi. Selahattin Paşa, çok sinirlendi o tutanağı alıp yırttı.

Hemen Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yanına gitti. “Komutanım beni de, ikinci derece sicil amirim olan sizi de terör örgütüne yardım ve destekle suçlayan tutanak düzenlendi. Dolayısıyla sizleri de suçluyor” dedi. Selahattin Paşa, bu duruma Orgeneral Başbuğ’un büyük tepki göstereceğini sanıyordu. Başbuğ gülümsemekle yetindi ve önemsemedi. Bu olaydan değil ama Ergenekon davasından tutuklanana kadar böyle bir şey olabileceğine de hiç inanmamıştı.

1902 GÜN SÜRDÜ

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla 19 Aralık 2009’da başlayan soruşturma tam 1902 gün sürdü. Soruşturmayı Özel yetkili C. Savcısı Mustafa Bilgili sürdürdü. “Bitirilmeyen soruşturma” devam ederken, yaklaşık 4.5 yıl şüphelilerin telefonları da dinlendi.

Özel yetkili savcılıklar 6 Mart 2014’te kaldırıldı. Savcılıkların kaldırılmasından sonra soruşturma görevini önce Sadık Bayındır yürüttü. Yıllarca yapılmayanları yaptı ve soruşturmanın sonuna geldiği dönemde Yargıtay üyeliğine seçildi. “Kozmik Oda” soruşturmasını sonuçlandırmak da C. Savcısı Tekin Küçük döneminde gerçekleşti. 19 Aralık 2009’da başlayan soruşturma 11 Mart 2015 tarihinde “Kovuşturmaya yer olmadığı” yani her şeyin “kumpas” olduğuna ilişkin kararla sonuçlandırılmış oldu.

NEREYE VERECEKTİ?

Özel Yetkili 11. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olan Kadir Kayan, “Kozmik Oda’ya giren ilk hâkim” oldu. Kayan, Kozmik Oda ile ilgili resmi tutanak hazırladı. Tümgeneral Selahattin Kısacık, “Kadir Kayan bana ‘Resmi tutanak dışında ayrıca bir doküman hazırlayacağım’ dedi. Ancak o raporu bize vermediği gibi nereye verdiğini de bilmiyoruz” dedi.  İşte o hakim de yurtdışına kaçtı.

Selahattin Paşa ile o günlerde de konuşuyorduk. Aralarında Uğur Mumcu’nun, Bahriye Üçok’un, Muammer Aksoy’un da bulunduğu bazı kişilerin öldürülüşünün askerlere bağlanmak istendiğinin farkındaydı. O yüzden hakim isim listesi getirmişti. Hele, polisin içeriye bilgisayar sokma planı, bilirkişi olarak tayin edilen Barış Erdoğan’a yapılan teklifler akıl alır gibi değildi.

Özel Kuvvetler Komutanlığı döneminde, kendisine bağlı birimde arama yapıldığı dönemde ne olup bittiğini öğrenmek için bile gelmeyen korgeneral, orgeneralliğe terfi ettirildi ve 2. Ordu Komutanı oldu. Daha sonra da Jandarma Genel Komutanı yapıldı. Bu komutanın terfilerinde Kozmik Oda olayında uzak durmasının etkili olduğu hep konuşuldu.

YALNIZ BIRAKILDI

Savcı ve hâkimlerle sürekli karşı karşıya gelen ve belge çıkmaması için en büyük mücadeleyi veren Tümgeneral Selahattin Kısacık, sohbetimizde bana şunları söyledi:

“Ben arkadaşlarımın suçsuz olduğunu ortaya koymaya çalıştım. Bir suç var ve bundan haberim yoksa, ben birinci derecede suçlu olurum. Diğer komutanların da aynı duyarlığı göstermesi gerekirdi. Ama olmadı. Bağlı olduğumuz komutan bile ‘Orada ne oluyor’ diye merak bile etmedi.”

Bu kırgınlığının sonucu,  emekliliğine bir yıl kalmasına rağmen kendi isteğiyle Silahlı Kuvvetler’e veda etti. O döneme ilişkin bütün tutanakları, mahkeme kayıtlarını da “Güvendiğim gazeteci sizsiniz” deyip bana teslim etmişti. “Baskın” isimli kitabımı yayımladığımda  “Tarihe geçecek belgelerle olayı yazdığım” için gazetemize gelip teşekkür etmişti.

KORONADAN ÖLDÜ

Selahattin Paşa’nın nasıl bir mücadele verdiğinin yakın tanıkları, “O bir kahramandı” diyor. İşte, Kozmik Oda’nın sırlarını dışarıya çıkarmayan, Genelkurmay’da korunmasını sağlayan komutan emekliye ayrılınca, bütün sırlar, kopyaları alıp ABD’ye kaçan iki uzman tarafından yurtdışına çıkarıldı. Selahattin Paşa, o belgelerin Genelkurmay’dan çıkmasına izin veren dönemin Genelkurmay Başkanı’nı da hiç affetmeyeceğini söylüyordu.

Selahattin Paşa’yı geçen hafta COVID-19’dan kaybettik. Aynı yerden virüsü kaptıkları düşünülen emekli Albay Mehmet Ali Elçi de dün vefat etti. Şunu çok iyi biliyorum, Selahattin Paşa o günlerde kendisini yalnız bırakan komutanlarına kırgın ve küskündü. Çok şey söylemek istiyor ama asaletinden susuyordu. Sonunda dosya kapandı....


Darbe gecesinin hikayesi


Bakanlar Kurulu Başbakan Süleyman Demirel’in başkanlığında toplandığında gergin bir hava vardı. Toplantıya girmeden önce Urfa Valisi aramış, “Asker gelmeden burada kan durmaz” demişti. Demirel, Özel Kalem Müdürü’ne, “Bana Nurettin Ersin Paşa’yı bağlayın” dedi.

11 Eylül, saat 17.00 civarıydı. Başbakan Süleyman Demirel, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin’e “Sayın Komutanım, Siverek’e asker gidecekti ne oldu?” diye sordu. Ersin Paşa, çok dikkatli konuşuyordu. “Hepsi hazır. Efendim birkaç gün zarfında gidecek” dedi. Orgeneral Ersin, bu konuşmayı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’e bildirdi. Aralarında, “Demirel bir şeyler mi öğrendi?” diye yorum yaptılar. Artık, haber almış olsa bile çok geçti.

DEVLETİ KURTARAMAYACAĞIZ

TBMM’de, Maliye Bakanı İsmet Sezgin ve Enerji Bakanı Esat Kıratlıoğlu ile ilgili gensoru görüşmeleri vardı. AP Genel Sekreteri Nahit Menteşe TBMM’de  MSP grubunu bölmeye çalışıyordu. O gün TBMM’de de bir gariplik vardı. Nahit Menteşe’nin, duyduklarını Demirel’e aktarması gerekiyordu. Nahit Menteşe, “Efendim İsmet’i ve Esat’ı kurtaracağız ama galiba devleti kurtaramayacağız” dedi.

Evine geldiğinde, Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan kızı Gülenay, “Baba, bu gece ihtilal olacakmış doğru mu?” diye sordu. Menteşe, “Nereden çıkarıyorlar böyle şeyleri anlamadım” karşılığını verdi.

General Hayri Ündül evine erken gelirdi. Menteşe, yakın dostu Ündül’ün evini aradı. Paşa henüz gelmemişti. Ardından Tabip Albay Rıza Dikmen’i aradı. Albay ve eşi az sonra Menteşe’lerin evine geldiler. O gece Menteşe ve Dikmen, Fransız konyağı içiyorlardı. Albay, ülkenin içinde bulunduğu durumun yarattığı rahatsızlığı anlattı, ancak ihtilal olacağına ilişkin bir ipucu vermedi.

SIKIYÖNETİM’DE KOKTEYL

İçişleri Bakanı Orhan Eren, Ankara’nın yeni Emniyet Müdürü’ne çok güveniyordu. Günde 3-4 kez telefonla konuşuyorlardı. O gün Emniyet Müdürü Ünal Erkan, İçişleri Bakanı Orhan Eren’e telefon etti. Komutanın geldiğini, personel ve araç konusunda bilgi istediğini, belirtti, “Ortalıkta dolaşan laflara bakılırsa bu işin artık eli kulağında. Hava bana göre öyle” dedi.

Telefonda uzun bir sessizlik oldu. Ünal Erkan telefonun hattı kesildi sandı. “Alo. Sayın bakanım” dedi. Karşıdan, “Ünal bunu şimdi nereden çıkardın?” diye sordu. Erkan, havayı yarı şaka yarı ciddi bir biçimde söyledi. Erkan’ın gözü, masasının üzerinde duran Sıkıyönetim Komutanı Ergun’un kokteyl davetiyesine takıldı.

-Recep Paşa, bize kokteyl verecek. Akşam saat 20.00’de müdür yardımcıları, şube müdürleri ve yardımcılarıyla birlikte Mamak’ta olacağız.

“ATATÜRK ÇİZMELERİ GİYERDİ”

Emniyet Müdürü Ünal Erkan, yardımcısı Ali Akan, Siyasi Şube Müdürü Haluk Bahçekapılı, Trafik Şube Müdürü Barbaros Aydın, Asayiş Şube Müdürü Tahsin Gürdal, Personel Şube Müdürü Hayati Uyar komutanlarla sohbet ediyordu.

Personel Şube Müdürü Hayati Uyar, olaylara isyan ediyor, “Vallahi Atatürk yaşasaydı çizmelerini giyer bu olaylara hemen müdahale ederdi. Nedir bu insanların çektiği” diye söylendi. Bazıları, “İçki içmeyen Hayati bu gece içki içip sarhoş mu oldu?” diye düşündü. Bazı emniyetçiler konuyu değiştirmek istedi. TBMM’de Cumhurbaşkanlığı seçim turlarında Ajda Pekkan’a oy çıkmasına herkesin şaşırdığını belirten bir müdür, “Kadının sesi güzel, kendi güzel, niye oy vermesin” diyordu.

Saat tam 02.55’de Korgeneral Recep Ergun geldi. Daha önce üzerinde günlük üniforması bulunurken, dönüşünde eğitim elbiselerini giymişti. Doğruca kürsüye çıktı ve ilk sözü şöyle oldu:

- Türkiye için hayırlı uğurlu olsun.

Paşa, ihtilalin gerekçelerini önündeki kağıttan okuyordu. Emniyet Müdürü Erkan’a, baktı. Erkan ile diğer polis müdürleri sözleşmiş gibi aynı anda, “Vatan sağ olsun” dediler.

“SİZİ ÇANAKKALE’YE GÖTÜRECEKLER”

Nahit Menteşe, Demirel’e ulaşmak, havayı bildirmek için telefon ediyor ama Demirel’in telefonunu bir türlü düşüremiyordu. “Telefon arızalı” diye düşündü. Ahizeyi kapattı. Telefon çaldı. Arayan Ankara Sıkıyönetim eski Komutanı Korgeneral Nihat Özer’di. Menteşe’ye şunları söyledi: “Sayın Menteşe, biri karacı, diğeri denizci iki albay sizi almaya gelecek. Genelkurmay’a teşriflerinizi rica ediyoruz.” Geldiler. Menteşe ile bir albay otomobilin arka koltuğuna oturdu.

Demirel, hayatının en zor gecelerinden birisini yaşıyordu. Birden kapı açıldı. Nahit Menteşe girdi. Söze, “Şimdi Genelkurmay Başkanlığı’ndan geliyorum” diye başladı. Menteşe, bu sözlerinin ardından sustu. Odayı yeniden derin bir sessizlik kapladı.. Menteşe devam etti:

“Ordu bu gece yönetime el koydu. Beni çağırdılar Genelkurmaya, gittim. Size yakınlığımı bildikleri için benden rica ettiler, git bunu Sayın Başbakana söyle. Ama sizi burada tutmak istemiyorlar, Çanakkale’ye götürecekler; Gelibolu’ya. Hanımefendi gelmek isterse onu da alabileceksiniz.”

NAZMİYE HANIMA SARILDI

Demirel, Nazmiye Hanım’ın bulunduğu kata Nahit Menteşe ile birlikte çıktı. Süleyman Demirel, eşine ihtilal olduğunu, kendisinin Çanakkale’ye götürüleceğini, endişe edecek bir durumun olmadığını söyledi. Nazmiye Hanım’ın gözleri doldu. Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Sesi titreyerek “Seni yalnız bırakmam. Sen neredeysen ben de orada olurum” dedi. Bu sözler Demirel’i de duygulandırdı. Bir an eşine sarıldı. Öylece kalakaldılar.

Nazmiye Hanım eşiyle yola çıkmak için valiz hazırlarken, Demirel sabah ezanını duydu. İçine bir ferahlık geldi, “Hayırlı olsun” diyebildi...12 Eylül 1980’de uzun ve bilinmeyen bir yolculuğa Nazmiye Hanım’la el ele yürüyorlardı. Bunlar, 12 Eylül 1980 yılında, yani 40 yıl önce ülkemizde yaşanmıştı.