Bugünkü yazımın başlığı, aşağıda tümünü okuyacağınız yazının başlığıdır. Yazarı da Ankara Barosu, Türkiye Barolar Birliği önceki Başkanı ve Çalışma Bakanlığı da yapmış olan Avukat Ömer Atilâ SAV’dır.

“Bu konuda söz, öncelikle meslek kuruluşuna düşer.

Yargının temeli “Savunma”dır. Savunmanın bağımsız ve özgür olmadığı yerde “Yargı bağımsızlığı”ndan söz edilemez. Yargının bağımsız olmadığı yerde demokrasi olamaz

Anayasa’nın 135. maddesi “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları”nı tanımlamıştır. Baroların, Türkiye Barolar Birliği’nin anayasal kökeni bu kuraldadır. (Bence, savunma mesleği kuruluşlarının yeri Anayasa’nın YARGI bölümünde olmalıdır.)

135.maddenin dördüncü fıkrası “Bu meslek kuruluşları ve üst organlarının seçimlerinde, siyasi partiler aday gösteremezler” demektedir. 1136 no.lu Yasa’nın yürürlüğünden beri siyasal partiler aday göstermemiş; siyasi parti adayları başarılı olmamıştır.

Avukatlık Kanunu’nda değişiklik isteyen kişiler siyasal parti bağlılıkları ile hareket etmektedir. Değişiklik önerenler de meslek sevgisi ile değil, siyasal dürtü ile hareket etmektedir.

 Avukatlık Kanunu, meslek kuruluşlarının oluşumunu ve çalışmasını belirlemektedir. Organların seçimi yargı gözetiminde gizli oyla yapılmaktadır. Siyasal parti bağlılığı söz konusu değildir. (Değişiklik isteyenler, organlara aday olup da seçilemeyen siyasetçilerdir.)

Baro yönetiminin seçmenleri, baroya kayıtlı avukatlardır. Türkiye Barolar Birliği’nin seçmenleri ise baro genel kurullarınca seçilen delegeler ile baro başkanları ve bu Birlik’te belli görevler yapmış kişilerdir (Doğal delegeler).

Baroların Bölünmesi: Yasada değişiklik isteyenlerin bir önerisi de baroların bölünmesidir.

Cumhuriyetimiz, “Hukuk devrimi”ni çağdaş, ülkelerde demokrasiyle yönetilen devletlerin temel yasalarından yararlanarak gerçekleştirmiştir. Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu İsviçre’den, Ceza kanunları İtalya ve Almanya’dan yararlanılarak oluşturulmuştur. 1924’te yürürlüğe giren “Muhamat Kanunu” (sonra Avukatlık Kanunu), kökleri Roma’dan gelen Avrupa ülkelerinden yararlanılarak düzenlenmiştir.

1926’da Muhamat Kanunu’ndaki “Muhami” terimi değiştirilerek “Avukat” deyimi dilimize yerleşmiştir. 1939’da 3499 no.lu Avukatlık Kanunu yürürlüğe girmiş, meslek ilke ve kuralları daha ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

9 Temmuz 1961’de kabul olunan 334 no.lu Anayasa’nın 122. maddesi “Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları”nı belirlemektedir. Böylece baroların anayasal konumu da belirlenmiş olmaktadır. (1982 tarihli 2709 no.lu Anayasa’nın 134. maddesi)

Avukatlık Kanunu’na göre “Bölgesi içinde en az otuz avukat bulunan her il merkezinde bir baro kurulur.” (Avukatlık Kanunu md. 77) “Her avukat, bölgesi içinde sürekli olarak avukatlık edeceği yerin baro levhasına yazılmakla yükümlüdür”. (M.66)

Anayasa’nın 126. maddesi “Türkiye, merkezî idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre... illere ayrılır” demektedir.

Anayasa ve Avukatlık Kanunu’nun kuralları açıktır. Her ilde (en az otuz avukat bulunuyorsa) bir baro kurulabilir. Birden çok baro kurulamaz. İlçelerde veya köylerde baro kurulamaz.

Barolarda yönetimin seçilmesi için baroya yazılı tüm avukatların katılımı ile yapılan genel kurulda baro organları seçilir. Oy verme işlemi gizli oy, açık tasnif esasına göre yapılır. Meslek kuruluşlarının yönetiminde yer kazanabilmek için siyasal otoriteye sığınmak gereksizdir, uygunsuzdur.

Nisbî temsil önerisi: Seçimde birkaç oy için çeşitli öneriler yapanların bu işi bilmedikleri açıktır.

Baroların bölünmesi önerisi öncelikle Anayasa’ya aykırıdır. Sonra da mesleğin bağımsızlığına gölge düşürür. Bir avukatın bürosunun bulunduğu yerden başka yerde sürekli çalışma yapması, baro organında görev alabilmek için avukatın bürosunun bulunduğu yerden başka yerel yönetimde çalışması düşünülmemelidir.”