Giray...

Kırım Hanı’ydı.

Haremine Leh asıllı bir cariye geldi.

Etrafına ışık saçan bir güzelliği vardı.

Adı, Maria’ydı.

Dilara olarak değiştirildi.

Giray, görür görmez sırılsıklam aşık olmuştu, aklını başından almıştı.

Çok mutluydular.

Ama maalesef, Dilara hastalandı.

Giray çaresizdi.

Sevdiği kadın gözlerinin önünde eriyip gitti, kollarında son nefesini verdi.

Gel gör ki, sarayın duvarlarından fısıltılar yükseliyordu...

Ölüm değil, cinayetti.

Haremdeki bütün cariyelerin bildiği hazin gerçek, matem yaşayan Giray’ın kulağına kadar geldi.

Meğer, Giray’ın eski gözdesi Zarema, geri plana atılmayı hazmedememiş, kıskançlık kriziyle Dilara’yı zehirlemişti.

Giray çılgına döndü, Zarema’yı öldürdü.

Ama, ruhu huzur bulmuyordu.

Kederi öylesine derindi ki, Dilara’yı ölümsüzleştirmek istedi.

“Dünyanın en iyi taş ustasını bulun bana” dedi.

İran’dan Ömer ustayı getirdiler.

Giray yıkılmış bir ses tonuyla ne istediğini söyledi... “Bana öyle bir çeşme yap ki, dünya durdukça o çeşme de benim gibi ağlasın” dedi.

Ömer kolları sıvadı.

Trajik aşk hikayesini mermere nakşetti.

Alt alta sıralanan gözyaşı hazneleri yaptı.

Damlaya damlaya dolunca, taşıyor, bir alttaki hazneyi damlaya damlaya doldurmaya başlıyordu.

Öylesine hesaplı bir akustik yaratmıştı ki, mermerin yüzeyinde gözyaşı gibi süzülen damlalar, çeşmenin en altındaki hazneye çarptığında, adeta hıçkırık sesi oluşuyordu.

Çeşmenin en üstüne ise, daima taze çiçekler bırakılsın diye zarif bir yuva yapmıştı.



Ömrünün sonuna kadar o yuvaya taze çiçekler bırakan Giray, ruhundaki yırtılmayı tamir edemedi, toprak oldu gitti.

Çeşme onun yerine ağlamaya devam etti.



Yıllar yıllar yıllar geçti...

Efsane şair Puşkin sürgün edildi, Kırım’a geldi.

Kendisi de çaresiz bir aşk acısı yaşadığı için “çeşme”nin hikayesinden müthiş etkilendi.

İki yüz yıl önce, 1823’te oturdu, yazdı...



Ah!

Onu, yaşarken mezarına ne koydu?

Bu ümitsiz esirliğin kaygısı mı...

Hastalık mı, yoksa keder mi?

 

O bu dünyayı tez terketti

Hansaray hüzünlenip, bomboş kaldı

Giray yine gitti onu bırakıp, tümen tümen askerleriyle, yad illere

Yad illere yola çıktı, sefer başlatıp yine

 

O, şiddetli, kasırga savaşlarda

Küskün şekilde at oynatmakta

Lakin, Han’ın yüreğinde başka türlü duyguların alevleri gizlice yanmakta

 

Çevresine şaşkın şaşkın bakmakta

Bir şeyden korkar gibi benzi atarken, kendi başına söylenir ara sıra

Gözyaşını durmadan akıtmakta

 

Ah aşk çeşmesi

Ah hüzün çeşmesi

Dinlerdim taş dudaklarından hikayeyi

 

Ah, uzaktır acı ve mutluluğun parçaları

Fakat Maria’dan hiç söz çıkmadı



İki yüz yıl sonra bile, bugün hâlâ dünyanın en şöhretli şiirlerinden biri olan bu dizelerine “Bahchisarayskiy Fontan” adını vermişti.



“Bahçesaray Çeşmesi” yani.



Bahçesaray...

Kırım Hanlığı’nın başkentiydi.

Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmiş, 300 yıl boyunca kendi han’larının idaresinde, Osmanlı toprağı olmuştu.



Kırım Hanlığı...

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın forsunda yeralan Altınordu Devleti’nin mirasçısıydı.



Büyüleyici doğal güzelliğe, tarıma elverişli subtropikal iklime, ticari zenginliğe ve hepsinden değerlisi stratejik öneme sahipti.



Maalesef, Kırım’ı kaybettik.

Kırım hanlığı, çarlık Rusyası tarafından ortadan kaldırıldı.

Hanedan sürgüne gönderildi.



Kitlesel göçler yaşandı.

Kırım Tatar halkı, kafileler halinde Osmanlı topraklarına geldi.



Puşkin’in şiiri Rusya’da öylesine derin izler bırakmıştı ki... Kırım’ı istila ettiklerinde, şehirlerin-ilçelerin-köylerin Türkçe isimlerini Rusça isimlerle değiştirdiler, Puşkin’e saygılarından ötürü Bahçesaray’a dokunmadılar.

Bahçesaray, Türkçe haliyle, Bahçesaray olarak kaldı.

Çeşme’nin yanına da Puşkin’in büstünü yerleştirdiler.



1780’lerde başlayan Kırım göçü, dalgalar halinde 1920’lere kadar devam etti. İki milyona yakın kardeşimiz Anadolu’ya geldi.

Edirne’den Eskişehir’e, Ankara’dan Adana’ya köyler kurdular, Türkiye’nin bütün coğrafyasına harman oldular.



Kırım Bahçesaray’dan Doğu Anadolu’ya göçedenler, kendileriyle beraber başkentlerinin adını da getirdiler.

Köy kurdukları yere “Bahçesaray” adını verdiler.



Evet...

O zamanlar Siirt Pervari’ye bağlı küçücük bir köy olan, bugün Van’ın 16 bin nüfuslu ilçesi Bahçesaray, Kırım Tatarları tarafından kuruldu.



Hal böyleyken...



Ukrayna ordusunun ihtiyaçlarını karşılamak üzere 200 milyon lira vereceğimiz açıklandı.

Asrın liderimiz Ukrayna’ya gitti, Ukrayna’nın asli unsurları olan Kırım Tatarlarının durumunu yakından takip ettiklerini filan söyledi.



İki gün sonra...



Türkiye’nin asli unsurları olan Kırım Tatarlarının kurduğu Bahçesaray’ı yakından takip etmediğimiz için, yine yine yine çığ faciası yaşandı.

200 milyon lirayı Ukrayna ordusuna falan vermek yerine, kendi memleketimizin ihtiyaçlarına harcamadığımız için, 41 vatandaşımızı daha kaybettik.



Bilmiyorum artık, bu sahipsiz memleketin insanları olarak, dünya durdukça hatırlanması için, bir gözyaşı çeşmesi de biz mi yaptırsak acaba...

 

Ah!

Bizi yaşarken mezarımıza kim koydu?

Ümitsiz esirliğin kaygısı mı...

Hastalık mı, keder mi...

Yoksa her faciada söyleyip sıyrıldıkları gibi, kader mi?

Ah hüzün çeşmesi!

Anlat taş dudaklarından talihsiz hikayemizi...