9 Eylül...

İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu.

Bugünkü Kültürpark alanında yeralan Ermeni mahallesinde yangın başladı.

İzmir’e bu son kötülüğü yapanlar, imbat’ın etkisiyle Türk mahallesine doğru yayılacağını tahmin ediyordu.

Ters rüzgarla tam tersi yönde yayıldı.

O zamanlar Punta tabir edilen Levanten mahallesi Alsancak’ı yok ederek Kordon’a dayandı.



Salih Bozok o sırada küçük bir süvari birliğiyle Güzelyalı’yı dolaşıyordu. Başkomutanlık karargahı olarak kullanmak üzere yangından uzak bina arıyordu.

Göztepe’deki köşkü buldu.



Latife’nin kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu.

Mustafa Kemal’in hayaliyle İzmir’e gelmişti.

Mustafa Kemal bizzat ona geliyordu.



Latife, İzmir doğumluydu.

ABD ve İngiltere’nin tütün ve pamuk borsalarında söz sahibi olan, şehrin en zengin tüccarı Muammer beyin kızıydı.

İkokul eğitimini eve getirilen İngiliz ve Alman öğretmenlerle tamamlamış, sonrasında İstanbul’da Arnavutköy Amerikan Koleji’nde okumuştu, İngiltere’de Tudor Hall School’da lisanını ilerletmişti.

Halide Edip Adıvar’ın öğrencisiydi, Tevfik Fikret’ten Halit Ziya Uşaklıgil’den ders almıştı.

Anadili seviyesinde İngilizce, ileri düzeyde Almanca, Fransızca, Farsça konuşuyordu, Rumca ve İtalyanca biliyordu.

Piyano çalıyordu.

Mükemmel biniciydi, atın eyerine süvari gibi otururdu.

Sorbonne Üniversitesi’nde siyaset ve hukuk okuyordu.



Memleket işgal edilince, ailece Fransa’ya taşınmışlardı.

Atlas Okyanusu kıyısında, sahil cenneti Biarritz’de yaşıyorlardı.

Tehlikeden uzaktı ama, vatan toprakları çiğnenirken yurtdışında bulunmak bu özgür kızın yüreğine ızdırap veriyordu.

“Burada daha fazla kalamam” diyerek, babasına rest çekti... Sakarya Savaşı’nın kazanıldığını öğrenir öğrenmez, üniversite eğitimini yarıda bıraktı, Marsilya üzerinden gemiyle İzmir’e döndü.

Dedesi Sadık bey’in Göztepe’deki yazlık köşküne yerleşti.



Göğsündeki madalyonda Mustafa Kemal’in kalpaklı fotoğrafını taşıyordu. Bir Fransız gazetesindeki haber kupüründen kesmişti.



Ve işte o an, 9 Eylül...

Küllerinden yeniden doğacak olan güzel İzmir, akşamın karanlığında meşale gibi yanıyordu.

Mustafa Kemal’i taşıyan otomobil, menekşe kokulu, mor salkımlı köşkün bahçesine girdi.

Latife kapıda karşıladı.

“İzmir’e teşriflerinizle Türk milleti muradına erdi, evime şeref vermenizle ben de muradıma ermiş bulunuyorum, minnettarım, hoşgeldiniz paşam ” dedi.



Terasta sofra hazırlamıştı.

Mustafa Kemal, İsmet paşa, Fevzi paşa, Ruşen Eşref, Falih Rıfkı, Yakup Kadri... Yemekler nefisti. Özellikle kalamar tavanın tadını hiçbiri unutmayacaktı, hatıralarında yazacaklardı.

Fevzi paşa hariç, herkes kadehlerini doldurdu.



Mustafa Kemal’in o muhteşem kızı ve o büyülü geceyi unutması mümkün değildi.

Ankara’ya döner dönmez, milli mücadele boyunca bindiği Arap atı Sakarya’yı Latife’ye gönderdi.

Nişan hediyesiydi.



29 Ocak 1923’te evlendiler.



Kız isteme merasimi olmadı.

Mustafa Kemal bizzat Latife’ye evlilik teklif etti.

Kayınpederiyle nikah günü tanıştı.



İzmir müftüsü “kadı” sıfatıyla çağırıldı.

Yere diz çökmediler, masaya oturdular.



Latife koyu gri sade bir elbise giymişti, Paris’ten almıştı.

Saçına beyaz ipek başörtüsü atmıştı.

Aslında elbette bembeyaz bir gelinlik türevi giymek istiyordu ama, kayınvalidesi Zübeyde hanım yeni vefat etmişti, onun matemi vardı.

Hayatının bu en mutlu gününde fedakarlıkta bulunmak, vakarlı olmak zorundaydı.



Mustafa Kemal üç parçalı lacivert takım elbise giymişti.

Kırmızı kravat tercih etmişti.

Ceketinin üst cebinde beyaz keten mendil vardı.

Astragan kalpak takmıştı.



O zamanlar perşembe günleri evlenilirdi, adetti.

Pazartesi evlendiler.

Nikahta kadın bulunmazdı, gelin yerine vekili olurdu.

Bunu da yıktılar...

Latife’nin bulunduğu ortamda nikahlandılar.



Mustafa Kemal eşine, kibrit kutusu büyüklüğünde altın muhafaza içinde elyazması Kuran-ı Kerim ve akik taşlı broş hediye etti.

Latife ise, gümüş sigara tabakasıyla bir kravat iğnesi verdi.



Nikahtan sonra 50 kadar davetliye çay partisi düzenlediler.

Şekerleme ikram edildi, fakirlere yemek dağıtıldı.



“Latife” demiyordu, “Latif” diyordu, “dişi yaverim” diyordu.

Latife çok erken kalkıyor, yabancı gazeteleri okuyup notlar alıyor, sabah kahvesiyle birlikte Mustafa Kemal’e sunum yapıyordu.



Yurt gezilerine eşlik ediyor, bağnazlığa karşı Anadolu kadınını yüreklendiriyor, yabancı diplomatlara ayrılan locadan TBMM oturumlarını izliyor, bazı keyifli akşamlar Mustafa Kemal’in sevdiği şarkıları piyanosuyla çalıyordu.



“Kemal” diye hitap ediyordu.

Eşinin bulunmadığı ortamlarda üçüncü kişilerle sohbet ederken de “Gazi” veya “Cumhurreisi” diye bahsetmezdi. “Kemal şu kararı verdi, Kemal şuraya gitti” gibi, hep “Kemal” derdi.



Sadece “eş” durumunda değil...

Daima “eşit” durumundaydı.



Kadınların henüz seçme ve seçilme hakkı yokken, kendisine oy verilen ilk kadındı...

Haziran 1923’te yapılan Türkiye’nin ilk genel seçiminde, aday olmadığı halde, hukuken aday olma imkanı bulunmadığı halde, İzmir’de ve Konya’da Latife’ye oy çıktı.

Teşekkür telgrafı yayınladı.

“Bana mebus seçiminde oy verilmiş olmasını, şahsım adına değil, Türk kadınına yönelik bir takdir olması nedeniyle heyecanla karşılıyorum, şükranlarımı arz ederim” dedi.

Kadın haklarının işaret fişeğiydi.



Dadısıyla aşçısını Ankara’ya getirmişti.

İzmir’den taşıttığı eşyalarla Çankaya’yı kendi zevkine göre yeniden döşedi. Yatak odası takımı mesela XV. Louis tarzındaydı, sanatsal eser niteliğindeydi. Misafir salonundaki koltukları kaldırtmış, Fransa’dan getirttiği mavi koltuklarla değiştirmişti.



Cumartesi günleri öğleden sonra paşa eşlerini, milletvekili eşlerini, gazeteci eşlerini ağırlıyordu. Pastalı kurabiyeli açıkbüfe sofralar hazırlıyordu. Çay ayakta servis ediliyordu. Ankara’nın o güne kadar görmediği duymadığı şeylerdi. Çeyiz sandığından çıkardığı kristal bardaklar, gümüş çatal bıçak takımları, işlemeli örtüler büyüleyiciydi.



Paris’ten Milano’dan giyinirdi.

Misafir hanımlar, Latife’nin elbiselerinden, ayakkabılarından ve özellikle de babası Muammer beyin armağanı olan dört karatlık tek taş yüzüğünden gözlerini alamazlardı.

Zerafeti ve evsahipliği mükemmeldi.



Çocukları olmadı.

Evlat edindiler.

1924’te Amasya’ya gelmişlerdi, Darüleytam yurdunu ziyaret ettiler, Zehra’yla tanıştılar, 12 yaşındaydı, dört yaşındayken babasını, beş yaşındayken annesini kaybetmişti, koskoca dünyada yapayalnızdı.

“Kızımız olur musun?” diye sordular, boyunlarına sarıldı.

Manevi çocukları oldu.



Mutluydu Latife...

Bağ evi’ni yuvası olarak benimsiyordu.



Ama maalesef, güzel günler çabuk bitti.

İki baskın karakter, iki özgür ruh, evin huzuru kaçtı.

Bir akşamüstü... Alber isimli köpeği yavruladı, Mustafa Kemal miniklerin sevimli hallerini neşeyle seyrediyordu, “bak Fikriye ne güzel oynuyorlar” deme gafletinde bulundu!

Ağır kriz çıktı.

Kendisine Fikriye denilen Latife baygınlıklar geçirdi.

Babasına telgraf çekti.

“Derhal beni gelip alınız” dedi.

Muammer bey apar topar geldi.

Kızını sakinleştirmeyi başardı ama, sonun başlangıcıydı.



Mustafa Kemal’in yaşamını düzene sokayım derken, fazla müdahaleci olmaya başlamıştı, yasaklar koymaya çalışıyordu.

Hem dayattığı kurallarıyla Mustafa Kemal’i sıkıyordu, hem de İzmir’de Levanten kültürüyle yetişmiş, Londra’da Paris’te büyümüş sosyal bir genç kız olarak, bozkır kasabası Ankara’da daralıyor, hırçınlaşıyordu.



Kavgalar başladı.

Boşandılar.

Evlilikleri 2 yıl 6 ay 4 gün sürdü.

Tanışmalarından itibaren “1001 gece masalı” sona ermişti.



İzmir’den “Latife Gazi Mustafa Kemal” sıfatıyla çıkmıştı.

İzmir’e yeniden “Latife” olarak geri döndü.



Mustafa Kemal’in yazdığı son mektupta şu satırlar vardı:

“Uşakizade Latife hanımefendiye, muhterem hanımefendi, iki buçuk senelik müşterek hayatımızda bende oluşan kesin intibaya göre, bu hayatın devamına çalışmakta bilhassa sizin için saadet imkanı bulunamayacağına yakinen ve kesinlikle kanaat hasıl eylediğimden, sizi serbest bırakmayı uygun buldum. Talaknameyi (boşanma evrakını) takdim ediyorum efendim.

Türkiye Cumhurreisi Gazi M. Kemal”



En isabetli yorumu kayınpeder Muammer bey yaptı...

“Kızım cumhurreisiyle evlendiğini sanıyordu, Mustafa Kemal’le evli olduğunun farkına varamadı” dedi!



Kızkardeşleri Latife’nin özel eşyalarını toplamak üzere Çankaya’ya geldiğinde, Mustafa Kemal bir ricada bulundu.

Eğer kendisi için sakıncası yoksa, Latife’ye ait bazı kitapların köşkün kütüphanesinde bırakılmasını istedi, liste verdi.

Sordular.

“Elbette” cevabı geldi.

“13 ciltlik Voltaire serisi, Victor Hugo’nun Sefiller’i, Napolyon’un hayatı, dünya tarihi, Yunan tarihi, İngiltere tarihi, Roma imparatorluğu, tiyatro ve dünya insanları”ydı.

Hepsi Fransızcaydı.

Çankaya Köşkü’nde mutlu günlerin hatırası olarak sadece ortaklaşa okunan kitaplar kalmıştı.



10 Kasım 1938.

Latife İsviçre’deydi, hastanedeydi, zatürre tedavisi görüyordu.

Gazetede okudu.

O an hissettiklerini “beynimden vurulmuşa döndüm” diye tarif edecekti. “Ben iki kere öldüm, biri 1925’te biri 1938’de” diyecekti.



Bir daha evlenmedi.

Teklifler oldu, düşünmedi bile.



Erkek egemen toplumun acımasız kuralı devreye girmişti. Bir boşanma yaşanıyorsa, mutlaka kadın suçluydu, erkek suçlu olamazdı!

Hele ki bu erkek Mustafa Kemalse, kadının hiç şansı yoktu.

Latife bir anda yalnız bırakıldı.

Yakın bildiği arkadaşları bile aramaz sormaz oldu.



Kaçmak uzaklaşmak istedi... Bugünkü Slovakya’ya gitti, Tatra Dağları’nda bir sanatoryumda dinlendi. İki yıla yakın Fransa’da Nice’te yaşadı. Neticede İstanbul’a yerleşti.

Kısa süre Ayaspaşa’da ailesine ait köşkte oturdu, 1965’te Harbiye’ye Safir Apartmanı’na taşındı.



Ömrü boyunca köşklerde yaşamış, geniş bahçelere alışkın biri olarak neden bu apartman dairesini tercih etmişti?

Pencere kenarından “bakın” diye işaret ediyordu... Tam karşıda Harbiye Orduevi vardı, önünde Atatürk heykeli vardı.

“Aslına en sadık kalınarak yapılmış olan heykel bu heykel, ona çok benziyor, buradan onu seyrediyorum, yoksa apartmana girer miydim” diyordu.



Evine Atatürk’le birlikte çekilmiş fotoğraflarından koymuyordu.

Duvarda, sehpa üzerinde, sadece Atatürk’ün fotoğrafları vardı.

Evliliklerine dair tek kare bile sergilemiyordu.



50 yıl boyunca ısrar edildi, hep reddetti.

Hatıralarını yazmadı, anlatmadı.



Daima çok şık giyindi. Favori rengi siyahtı. Babasının armağanı tek taş pırlanta yüzüğünü parmağından hiç çıkarmadı.



Eve kapanmadı, gezmekten, seyahatten vazgeçmedi.

Tanınmasın, rahatsız edilmesin diye, Atatürk’ün isteğiyle “Fatma Sadık” adıyla pasaport düzenlenmişti. Yurtdışına giderken “Latife” kimliğini değil, “Fatma Sadık” kimliğini kullanıyordu.



Konser, tiyatro kaçırmazdı.

Kenter Tiyatrosu’ndan sezonluk koltuk alırdı.

Beyoğlu’na sinemaya giderdi.



Yemesine içmesine dikkat ederdi, kilo almadı.



Saçını boyamadı, bembeyaz saçları gür ve ışıl ışıldı.

Topuz yapardı, daima fildişi tarağıyla tuttururdu.



Müthiş kütüphanesi vardı.

Shakespeare, Goethe, Schiller, Corneille, orijinalinden okurdu.

Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Yahya Kemal, ezbere bilirdi.

50 yaşından sonra Rusça öğrendi.

Puşkin hayranıydı.



Emektar Rum kadın hizmetlisi vardı.

İrfan hanım adında aşçısı vardı.

Şoför kullanmazdı, taksiyle dolaşırdı.



Göğüs kanseriydi.

1975 yılında 76 yaşındayken gözlerini yumdu.



Devlet töreni yapılmadı, hükümetten katılan olmadı.

Ailesi tabutun üstüne Türk Bayrağı örttü.

Cenaze namazı Teşvikiye Camisi’nde kılındı, Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi.



Ziraat Bankası’nda ve Osmanlı Bankası’nda iki kasası vardı.

Bu kasalar, vefatından dört sene sonra açıldı.

Cumhuriyet tarihine ait belgeler mirasçıları tarafından Türk Tarih Kurumu’na verildi.

Özel eşyaları tasnif edilirken nikah yüzüğü çıktı. Platindi. İçinde Osmanlıca “Latife 1339” yazıyordu.



Yüzüğün yanında ayrıca, Mustafa Kemal’in nikah sırasında mehr-i muaccel olarak verdiği 10 gümüş para vardı.

Yüzükle gümüş parayı pembe bir kağıtla paketleyip, mücevher kutusuna koymuş, kutuyu da tülbentle sarmıştı.



Atatürk vefat ettiğinde de, özel eşyaları arasında incecik platin bir yüzük bulundu, içinde Osmanlıca “Gazi M. Kemal 1339” yazıyordu.

Ayrılırken yüzüklerini birbirlerine iade etmişlerdi.



Her ikisinin de ömürlerinin sonuna kadar sakladıkları nikah yüzükleri, İsmet İnönü’nün hediyesiydi. Lozan’dan getirmişti.



Latife servet değerinde mücevherlere sahipti. İstanbul’da apartman dairesi, İzmir’de köşkü, işhanı, apartmanı, arsaları vardı. Tamamı babasından intikal etmişti.



Yıllar yıllar yıllar sonra 2015’te... Avrupa’nın en köklü üniversitelerinden olan Viyana Üniversitesi “cinsiyet eşitliği” temasıyla uluslararası sergi açtı.

Dünya çapında değerlendirme yapılarak, dünya kadınlarına tarih boyunca “rol model” olmuş 36 öncü kadın tespit edildi.

Büstleri üniversitenin avlusuna yerleştirildi.



Dünya çapındaki 36 kadından biri, Latife’ydi.



Mecdelli Meryem, Marie Curie, Mileva Einstein, Frida Kahlo, Elisabeth Oppenheim, Sylvia Plath, Virginia Woolf, Josephine Baker, Maria Callas, Sara Baartman, Ana Mendieta, Hapşetsut, Janis Joplin, Sappho, Maria Montessori, Papstin Johanna, Gertrude Stein, Susan Sontag...

Latife onların arasındaydı.

Dünyanın saygı duyduğu “rol model”di.



Ve bu yıl, 9 Eylül’ün yıldönümünde Latife’yi yazmak istedim.



İşgal edildiği gün bir ulusun kurtuluş savaşını başlatan, işgali sona erdiği gün o ulusun kurtuluş savaşını sonlandıran, dünyada bu özelliğe sahip ilk ve tek şehirdir İzmir.

Ama aynı zamanda, Mustafa Kemal’e bile boyun eğmeyen, özgür kadınların şehridir.



9 Eylül’le simgeleşen özgürlük ruhu, Latife’dir.



9 Eylül, milli mücadele zaferinden ibaret değildir.

Esas itibariyle...

“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Mustafa Kemal’in, bağımsız karakterli aşkıdır.

Latife’nin hayata karşı duruşudur, 9 Eylül.